-
نوش چون کردی تو چندین زهر را ** لطف چون انگاشتی این قهر را
- Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı, tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın?
-
این چه صبر است این صبوری از چه روست ** یا مگر پیش تو این جانت عدوست
- Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var?
-
چون نیاوردی به حیلت حجتی ** که مرا عذری است بس کن ساعتی
- Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.
-
گفت من از دست نعمت بخش تو ** خوردهام چندان که از شرمم دو تو
- Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan âdeta iki kat olmuşumdur.
-
شرمم آمد که یکی تلخ از کفت ** من ننوشم ای تو صاحب معرفت 1525
- Elinle sunduğun bir şeye; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım.
-
چون همه اجزام از انعام تو ** رستهاند و غرق دانه و دام تو
- Çünkü vücudumun bütün cüzileri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;
-
گر ز یک تلخی کنم فریاد و داد ** خاک صد ره بر سر اجزام باد
- Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün cüzileri Hak ile yeksan olsun!
-
لذت دست شکر بخشت بداشت ** اندر این بطیخ تلخی کی گذاشت
- Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı?
-
از محبت تلخها شیرین شود ** از محبت مسها زرین شود
- Sevgiden acılıklar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir.
-
از محبت دردها صافی شود ** از محبت دردها شافی شود 1530
- Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur.
-
از محبت مرده زنده میکنند ** از محبت شاه بنده میکنند
- Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.
-
این محبت هم نتیجهی دانش است ** کی گزافه بر چنین تختی نشست
- Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki?
-
دانش ناقص کجا این عشق زاد ** عشق زاید ناقص اما بر جماد
- Noksan bilgi nerden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir.
-
بر جمادی رنگ مطلوبی چو دید ** از صفیری بانگ محبوبی شنید
- Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini görünce âdeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur.
-
دانش ناقص نداند فرق را ** لاجرم خورشید داند برق را 1535
- Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir. Nihayet şimşeği güneş sanır.
-
چون که ملعون خواند ناقص را رسول ** بود در تاویل نقصان عقول
- Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melun dedi. Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır.
-
ز انکه ناقص تن بود مرحوم رحم ** نیست بر مرحوم لایق لعن و زخم
- Teninde noksan bulunan acınır, acınan kişiye lânet etmek böyle bir adamı yaralamaksa hiç de yaraşır bir şey değil.
-
نقص عقل است آن که بد رنجوری است ** موجب لعنت سزای دوری است
- Kötü hastalık, lânet edilmesi icap eden, uzaklığa lâyık olan illet, akıl noksanıdır.
-
ز انکه تکمیل خردها دور نیست ** لیک تکمیل بدن مقدور نیست
- Zira noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat bedendeki noksanı tamamlamaya imkân yok.
-
کفر و فرعونی هر گبر بعید ** جمله از نقصان عقل آمد پدید 1540
- Allah’tan uzak düşen her kötü kişinin kâfirliği, Firavunluğu, umumiyetle akıl noksanından ileri gelmiştir.
-
بهر نقصان بدن آمد فرج ** در نبی که ما علی الاعمی حرج
- Beden noksanı için Kuran’ da “ Köre teklif yok” diye bir genişlik var.
-
برق آفل باشد و بس بیوفا ** آفل از باقی ندانی بیصفا
- Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır. Sen aydın ve parlak olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun.
-
برق خندد بر که میخندد بگو ** بر کسی که دل نهد بر نور او
- Şimşek güler o kişiye. Kime biliyor musun? Onun nuruna gönül bağlayana.
-
نورهای چرخ ببریده پی است ** آن چو لا شرقی و لا غربی کی است
- Felek nurlarının sonu yoktur. O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan Allah nuruna benzer mi hiç?
-
برق را چون یخطف الأبصار دان ** نور باقی را همه انصار دان 1545
- Şimşek, bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil ki gözlere yardımcıdır.
-
بر کف دریا فرس را راندن ** نامهای در نور برقی خواندن
- Denizköpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasıyla mektup okumak,
-
از حریصی عاقبت نادیدن است ** بر دل و بر عقل خود خندیدن است
- Hırs yüzünden akıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir.
-
عاقبت بین است عقل از خاصیت ** نفس باشد کاو نبیند عاقبت
- Aklın hassası, işin sonunu görmektir. Akıbeti görmeyen akıl, nefistir.
-
عقل کاو مغلوب نفس او نفس شد ** مشتری مات زحل شد نحس شد
- Nefse mağlûp olan akıl, nefis haline gelmiştir. Müşteri, Zuhal tesiri altında kalırsa Zuhalleşir.
-
هم درین نحسی بگردان این نظر ** در کسی که کرد نحست درنگر 1550
- Sen bu yomsuzluk içinde gözünü döndür de sana bu nuhuseti verene bak!
-
آن نظر که بنگرد این جر و مد ** او ز نحسی سوی سعدی نقب زد
- Bu cezirle meddi gören kişi, yomsuzluktan kurtulur, saadete erer.
-
ز آن همیگرداندت حالی به حال ** ضد به ضد پیدا کنان در انتقال
- Allah, bir halden bir hale döndürme esnasında her şeyi zıddıyla meydana çıkararak seni halden hale döndürür durur.
-
تا که خوفت زاید از ذات الشمال ** لذت ذات الیمین یرجی الرجال
- Bu suretle de Eshabı Şimalden olmaktan korkar durur, erler gibi de Eshabı Yemin’in lezzetini umarsın.
-
تا دو پر باشی که مرغ یک پره ** عاجز آید از پریدن ای سره
- Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş kat’iyen uçamaz, âcizdir.
-
یا رها کن تا نیایم در کلام ** یا بده دستور تا گویم تمام 1555
- Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim yahut da izin ver tamamıyla söyleyeyim.
-
ور نه این خواهی نه آن فرمان تراست ** کس چه داند مر ترا مقصد کجاست
- Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin. Kim ne bilir ki maksadın ne, muradın nerede?
-
جان ابراهیم باید تا به نور ** بیند اندر نار فردوس و قصور
- Can, İbrahim canı olmalı ki nuruyla ateş içinde cennetler, köşkler görsün.
-
پایه پایه بر رود بر ماه و خور ** تا نماند همچو حلقه بند در
- Derece, derece aya, güneşe kadar yücelsin; halka gibi kapıya kalmasın.
-
چون خلیل از آسمان هفتمین ** بگذرد که لا أحب الآفلین
- Halil gibi yedinci kat gökten de geçsin. Çünkü ben batanları, geçenleri sevmem.
-
این جهان تن غلط انداز شد ** جز مر آن را کاو ز شهوت باز شد 1560
- Bu ten âlemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanılta gelmiştir, yanılta gider.
-
تتمهی حسد آن حشم بر آن غلام خاص
- Padişah adamlarının o has köleye haset edişlerine dair olan hikâyenin sonu
-
قصهی شاه و امیران و حسد ** بر غلام خاص و سلطان خرد
- Padişah beylerinin hikâyesi, o ebedî sultan kölelerinin has köleye hasetleri,
-
دور ماند از جر جرار کلام ** باز باید گشت و کرد آن را تمام
- Söz, sözü aça, aça hayli geri kaldı. Yine o hikâyeye başlamak, onu tamamlamak gerek.
-
باغبان ملک با اقبال و بخت ** چون درختی را نداند از درخت
- İkbâl sahibi ve bahtlı melek bahçıvan, nasıl olur da ağacı ağaçtan fark etmez?
-
آن درختی را که تلخ و رد بود ** و آن درختی که یکش هفصد بود
- Acı ve kötü ağaçla, bire yedi yüz meyve veren meyveli ağacı.
-
کی برابر دارد اندر تربیت ** چون ببیندشان به چشم عاقبت 1565
- Nasıl olur da bir görür, ikisini de yetiştirmek için zahmet çeker, hele gözü her şeyin sonunu görüp dururken buna imkân mı var?
-
کان درختان را نهایت چیست بر ** گر چه یکسانند این دم در نظر
- O iki ağaç, filvaki şimdi görünüşte bir görünüyor ama ağaçlardan maksat ne? Meyve vermek değil mi?
-
شیخ کاو ینظر بنور الله شد ** از نهایت وز نخست آگاه شد
- Allah nuruyla gören, sondan önden agâh olan şeyh;
-
چشم آخر بین ببست از بهر حق ** چشم آخر بین گشاد اندر سبق
- Âhiri gören gözü Allah uğrunda yummuş, menzile ulaşma hususunda sonu gören gözü açmıştır.
-
آن حسودان بد درختان بودهاند ** تلخ گوهر شور بختان بودهاند
- O hasetçiler, kötü ağaçtır. Yarattıkları acı, bahtları kötüdür.
-
از حسد جوشان و کف میریختند ** در نهانی مکر میانگیختند 1570
- Hasetten coşarlar, ağızları köpürür durur, gizlice hileler kurarlar.