English    Türkçe    فارسی   

2
1521-1570

  • نوش چون کردی تو چندین زهر را ** لطف چون انگاشتی این قهر را
  • Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı, tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın?
  • این چه صبر است این صبوری از چه روست ** یا مگر پیش تو این جانت عدوست‏
  • Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var?
  • چون نیاوردی به حیلت حجتی ** که مرا عذری است بس کن ساعتی‏
  • Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.
  • گفت من از دست نعمت بخش تو ** خورده‏ام چندان که از شرمم دو تو
  • Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan âdeta iki kat olmuşumdur.
  • شرمم آمد که یکی تلخ از کفت ** من ننوشم ای تو صاحب معرفت‏ 1525
  • Elinle sunduğun bir şeye; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım.
  • چون همه اجزام از انعام تو ** رسته‏اند و غرق دانه و دام تو
  • Çünkü vücudumun bütün cüzileri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;
  • گر ز یک تلخی کنم فریاد و داد ** خاک صد ره بر سر اجزام باد
  • Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün cüzileri Hak ile yeksan olsun!
  • لذت دست شکر بخشت بداشت ** اندر این بطیخ تلخی کی گذاشت‏
  • Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı?
  • از محبت تلخها شیرین شود ** از محبت مسها زرین شود
  • Sevgiden acılıklar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir.
  • از محبت دردها صافی شود ** از محبت دردها شافی شود 1530
  • Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur.
  • از محبت مرده زنده می‏کنند ** از محبت شاه بنده می‏کنند
  • Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.
  • این محبت هم نتیجه‏ی دانش است ** کی گزافه بر چنین تختی نشست‏
  • Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki?
  • دانش ناقص کجا این عشق زاد ** عشق زاید ناقص اما بر جماد
  • Noksan bilgi nerden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir.
  • بر جمادی رنگ مطلوبی چو دید ** از صفیری بانگ محبوبی شنید
  • Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini görünce âdeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur.
  • دانش ناقص نداند فرق را ** لاجرم خورشید داند برق را 1535
  • Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir. Nihayet şimşeği güneş sanır.
  • چون که ملعون خواند ناقص را رسول ** بود در تاویل نقصان عقول‏
  • Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melun dedi. Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır.
  • ز انکه ناقص تن بود مرحوم رحم ** نیست بر مرحوم لایق لعن و زخم‏
  • Teninde noksan bulunan acınır, acınan kişiye lânet etmek böyle bir adamı yaralamaksa hiç de yaraşır bir şey değil.
  • نقص عقل است آن که بد رنجوری است ** موجب لعنت سزای دوری است‏
  • Kötü hastalık, lânet edilmesi icap eden, uzaklığa lâyık olan illet, akıl noksanıdır.
  • ز انکه تکمیل خردها دور نیست ** لیک تکمیل بدن مقدور نیست‏
  • Zira noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat bedendeki noksanı tamamlamaya imkân yok.
  • کفر و فرعونی هر گبر بعید ** جمله از نقصان عقل آمد پدید 1540
  • Allah’tan uzak düşen her kötü kişinin kâfirliği, Firavunluğu, umumiyetle akıl noksanından ileri gelmiştir.
  • بهر نقصان بدن آمد فرج ** در نبی که ما علی الاعمی حرج‏
  • Beden noksanı için Kuran’ da “ Köre teklif yok” diye bir genişlik var.
  • برق آفل باشد و بس بی‏وفا ** آفل از باقی ندانی بی‏صفا
  • Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır. Sen aydın ve parlak olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun.
  • برق خندد بر که می‏خندد بگو ** بر کسی که دل نهد بر نور او
  • Şimşek güler o kişiye. Kime biliyor musun? Onun nuruna gönül bağlayana.
  • نورهای چرخ ببریده پی است ** آن چو لا شرقی و لا غربی کی است‏
  • Felek nurlarının sonu yoktur. O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan Allah nuruna benzer mi hiç?
  • برق را چون یخطف الأبصار دان ** نور باقی را همه انصار دان‏ 1545
  • Şimşek, bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil ki gözlere yardımcıdır.
  • بر کف دریا فرس را راندن ** نامه‏ای در نور برقی خواندن‏
  • Denizköpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasıyla mektup okumak,
  • از حریصی عاقبت نادیدن است ** بر دل و بر عقل خود خندیدن است‏
  • Hırs yüzünden akıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir.
  • عاقبت بین است عقل از خاصیت ** نفس باشد کاو نبیند عاقبت‏
  • Aklın hassası, işin sonunu görmektir. Akıbeti görmeyen akıl, nefistir.
  • عقل کاو مغلوب نفس او نفس شد ** مشتری مات زحل شد نحس شد
  • Nefse mağlûp olan akıl, nefis haline gelmiştir. Müşteri, Zuhal tesiri altında kalırsa Zuhalleşir.
  • هم درین نحسی بگردان این نظر ** در کسی که کرد نحست درنگر 1550
  • Sen bu yomsuzluk içinde gözünü döndür de sana bu nuhuseti verene bak!
  • آن نظر که بنگرد این جر و مد ** او ز نحسی سوی سعدی نقب زد
  • Bu cezirle meddi gören kişi, yomsuzluktan kurtulur, saadete erer.
  • ز آن همی‏گرداندت حالی به حال ** ضد به ضد پیدا کنان در انتقال‏
  • Allah, bir halden bir hale döndürme esnasında her şeyi zıddıyla meydana çıkararak seni halden hale döndürür durur.
  • تا که خوفت زاید از ذات الشمال ** لذت ذات الیمین یرجی الرجال‏
  • Bu suretle de Eshabı Şimalden olmaktan korkar durur, erler gibi de Eshabı Yemin’in lezzetini umarsın.
  • تا دو پر باشی که مرغ یک پره ** عاجز آید از پریدن ای سره‏
  • Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş kat’iyen uçamaz, âcizdir.
  • یا رها کن تا نیایم در کلام ** یا بده دستور تا گویم تمام‏ 1555
  • Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim yahut da izin ver tamamıyla söyleyeyim.
  • ور نه این خواهی نه آن فرمان تراست ** کس چه داند مر ترا مقصد کجاست‏
  • Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin. Kim ne bilir ki maksadın ne, muradın nerede?
  • جان ابراهیم باید تا به نور ** بیند اندر نار فردوس و قصور
  • Can, İbrahim canı olmalı ki nuruyla ateş içinde cennetler, köşkler görsün.
  • پایه پایه بر رود بر ماه و خور ** تا نماند همچو حلقه بند در
  • Derece, derece aya, güneşe kadar yücelsin; halka gibi kapıya kalmasın.
  • چون خلیل از آسمان هفتمین ** بگذرد که لا أحب الآفلین‏
  • Halil gibi yedinci kat gökten de geçsin. Çünkü ben batanları, geçenleri sevmem.
  • این جهان تن غلط انداز شد ** جز مر آن را کاو ز شهوت باز شد 1560
  • Bu ten âlemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanılta gelmiştir, yanılta gider.
  • تتمه‏ی حسد آن حشم بر آن غلام خاص‏
  • Padişah adamlarının o has köleye haset edişlerine dair olan hikâyenin sonu
  • قصه‏ی شاه و امیران و حسد ** بر غلام خاص و سلطان خرد
  • Padişah beylerinin hikâyesi, o ebedî sultan kölelerinin has köleye hasetleri,
  • دور ماند از جر جرار کلام ** باز باید گشت و کرد آن را تمام‏
  • Söz, sözü aça, aça hayli geri kaldı. Yine o hikâyeye başlamak, onu tamamlamak gerek.
  • باغبان ملک با اقبال و بخت ** چون درختی را نداند از درخت‏
  • İkbâl sahibi ve bahtlı melek bahçıvan, nasıl olur da ağacı ağaçtan fark etmez?
  • آن درختی را که تلخ و رد بود ** و آن درختی که یکش هفصد بود
  • Acı ve kötü ağaçla, bire yedi yüz meyve veren meyveli ağacı.
  • کی برابر دارد اندر تربیت ** چون ببیندشان به چشم عاقبت‏ 1565
  • Nasıl olur da bir görür, ikisini de yetiştirmek için zahmet çeker, hele gözü her şeyin sonunu görüp dururken buna imkân mı var?
  • کان درختان را نهایت چیست بر ** گر چه یکسانند این دم در نظر
  • O iki ağaç, filvaki şimdi görünüşte bir görünüyor ama ağaçlardan maksat ne? Meyve vermek değil mi?
  • شیخ کاو ینظر بنور الله شد ** از نهایت وز نخست آگاه شد
  • Allah nuruyla gören, sondan önden agâh olan şeyh;
  • چشم آخر بین ببست از بهر حق ** چشم آخر بین گشاد اندر سبق‏
  • Âhiri gören gözü Allah uğrunda yummuş, menzile ulaşma hususunda sonu gören gözü açmıştır.
  • آن حسودان بد درختان بوده‏اند ** تلخ گوهر شور بختان بوده‏اند
  • O hasetçiler, kötü ağaçtır. Yarattıkları acı, bahtları kötüdür.
  • از حسد جوشان و کف می‏ریختند ** در نهانی مکر می‏انگیختند 1570
  • Hasetten coşarlar, ağızları köpürür durur, gizlice hileler kurarlar.