English    Türkçe    فارسی   

2
1546-1595

  • بر کف دریا فرس را راندن ** نامه‏ای در نور برقی خواندن‏
  • Denizköpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasıyla mektup okumak,
  • از حریصی عاقبت نادیدن است ** بر دل و بر عقل خود خندیدن است‏
  • Hırs yüzünden akıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir.
  • عاقبت بین است عقل از خاصیت ** نفس باشد کاو نبیند عاقبت‏
  • Aklın hassası, işin sonunu görmektir. Akıbeti görmeyen akıl, nefistir.
  • عقل کاو مغلوب نفس او نفس شد ** مشتری مات زحل شد نحس شد
  • Nefse mağlûp olan akıl, nefis haline gelmiştir. Müşteri, Zuhal tesiri altında kalırsa Zuhalleşir.
  • هم درین نحسی بگردان این نظر ** در کسی که کرد نحست درنگر 1550
  • Sen bu yomsuzluk içinde gözünü döndür de sana bu nuhuseti verene bak!
  • آن نظر که بنگرد این جر و مد ** او ز نحسی سوی سعدی نقب زد
  • Bu cezirle meddi gören kişi, yomsuzluktan kurtulur, saadete erer.
  • ز آن همی‏گرداندت حالی به حال ** ضد به ضد پیدا کنان در انتقال‏
  • Allah, bir halden bir hale döndürme esnasında her şeyi zıddıyla meydana çıkararak seni halden hale döndürür durur.
  • تا که خوفت زاید از ذات الشمال ** لذت ذات الیمین یرجی الرجال‏
  • Bu suretle de Eshabı Şimalden olmaktan korkar durur, erler gibi de Eshabı Yemin’in lezzetini umarsın.
  • تا دو پر باشی که مرغ یک پره ** عاجز آید از پریدن ای سره‏
  • Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş kat’iyen uçamaz, âcizdir.
  • یا رها کن تا نیایم در کلام ** یا بده دستور تا گویم تمام‏ 1555
  • Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim yahut da izin ver tamamıyla söyleyeyim.
  • ور نه این خواهی نه آن فرمان تراست ** کس چه داند مر ترا مقصد کجاست‏
  • Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin. Kim ne bilir ki maksadın ne, muradın nerede?
  • جان ابراهیم باید تا به نور ** بیند اندر نار فردوس و قصور
  • Can, İbrahim canı olmalı ki nuruyla ateş içinde cennetler, köşkler görsün.
  • پایه پایه بر رود بر ماه و خور ** تا نماند همچو حلقه بند در
  • Derece, derece aya, güneşe kadar yücelsin; halka gibi kapıya kalmasın.
  • چون خلیل از آسمان هفتمین ** بگذرد که لا أحب الآفلین‏
  • Halil gibi yedinci kat gökten de geçsin. Çünkü ben batanları, geçenleri sevmem.
  • این جهان تن غلط انداز شد ** جز مر آن را کاو ز شهوت باز شد 1560
  • Bu ten âlemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanılta gelmiştir, yanılta gider.
  • تتمه‏ی حسد آن حشم بر آن غلام خاص‏
  • Padişah adamlarının o has köleye haset edişlerine dair olan hikâyenin sonu
  • قصه‏ی شاه و امیران و حسد ** بر غلام خاص و سلطان خرد
  • Padişah beylerinin hikâyesi, o ebedî sultan kölelerinin has köleye hasetleri,
  • دور ماند از جر جرار کلام ** باز باید گشت و کرد آن را تمام‏
  • Söz, sözü aça, aça hayli geri kaldı. Yine o hikâyeye başlamak, onu tamamlamak gerek.
  • باغبان ملک با اقبال و بخت ** چون درختی را نداند از درخت‏
  • İkbâl sahibi ve bahtlı melek bahçıvan, nasıl olur da ağacı ağaçtan fark etmez?
  • آن درختی را که تلخ و رد بود ** و آن درختی که یکش هفصد بود
  • Acı ve kötü ağaçla, bire yedi yüz meyve veren meyveli ağacı.
  • کی برابر دارد اندر تربیت ** چون ببیندشان به چشم عاقبت‏ 1565
  • Nasıl olur da bir görür, ikisini de yetiştirmek için zahmet çeker, hele gözü her şeyin sonunu görüp dururken buna imkân mı var?
  • کان درختان را نهایت چیست بر ** گر چه یکسانند این دم در نظر
  • O iki ağaç, filvaki şimdi görünüşte bir görünüyor ama ağaçlardan maksat ne? Meyve vermek değil mi?
  • شیخ کاو ینظر بنور الله شد ** از نهایت وز نخست آگاه شد
  • Allah nuruyla gören, sondan önden agâh olan şeyh;
  • چشم آخر بین ببست از بهر حق ** چشم آخر بین گشاد اندر سبق‏
  • Âhiri gören gözü Allah uğrunda yummuş, menzile ulaşma hususunda sonu gören gözü açmıştır.
  • آن حسودان بد درختان بوده‏اند ** تلخ گوهر شور بختان بوده‏اند
  • O hasetçiler, kötü ağaçtır. Yarattıkları acı, bahtları kötüdür.
  • از حسد جوشان و کف می‏ریختند ** در نهانی مکر می‏انگیختند 1570
  • Hasetten coşarlar, ağızları köpürür durur, gizlice hileler kurarlar.
  • تا غلام خاص را گردن زنند ** بیخ او را از زمانه بر کنند
  • Bu suretle has kölenin boynunu vurmak, dünyadan kazımak dilerler.
  • چون شود فانی چو جانش شاه بود ** بیخ او در عصمت الله بود
  • Canı, padişahın canı olan kişi, nasıl fâni olur? Birisinin gönlünü Allah korursa o adam nasıl yok olur?
  • شاه از آن اسرار واقف آمده ** همچو بو بکر ربابی تن زده‏
  • Padişah o sıralara vâkıftı, fakat Ebubekr-i Rebabi gibi ses çıkarmıyordu.
  • در تماشای دل بد گوهران ** می‏زدی خنبک بر آن کوزه‏گران‏
  • Yaratılışları kötü, ahlâkları fena kişilerin gönüllerini görüyor, o testicilerle gizlice alay ediyordu.
  • مکر می‏سازند قومی حیله‏مند ** تا که شه را در فقاعی در کنند 1575
  • Hileciler, hile düzüp koşuyorlar, padişahı çömleğe sokmak istiyorlardı.
  • پادشاهی بس عظیمی بی‏کران ** در فقاعی کی بگنجد ای خران‏
  • O kadar büyük bir padişah, a eşekler, nasıl bir çömleğe sığar?
  • از برای شاه دامی دوختند ** آخر این تدبیر از او آموختند
  • Padişah için bir tuzak ördüler ama nihayet bu hileyi de ondan öğrendiler.
  • نحس شاگردی که با استاد خویش ** همسری آغازد و آید به پیش‏
  • Ne kötü talebedir o talebe ki hocasıyla baş koşar, onunla kendisini bir görür.
  • با کدام استاد استاد جهان ** پیش او یکسان و هویدا و نهان‏
  • Hem de hangi hocayla? Huzurunda gizli, aşikâr bir olan cihan hocasıyla.
  • چشم او ینظر بنور الله شده ** پرده‏های جهل را خارق بده‏ 1580
  • Onun gözü, Allah nuruyla bakmakta, bilgisizlik perdelerini yırtıp yakmaktadır.
  • از دل سوراخ چون کهنه گلیم ** پرده‏ای بندد به پیش آن حکیم‏
  • O talebe, eski kilim gibi paramparça, delik deşik olmuş gönülleri bir perde yapıp o hâkimin önüne gerer.
  • پرده می‏خندد بر او با صد دهان ** هر دهانی گشته اشکافی بر آن‏
  • Hâlbuki o perde bile yüzlerce ağzıyla ona gülüp durur. Her ağzı hocaya bir delik olmuştur. ( deliklerden talebenin gönlünü seyreder durur.)
  • گوید آن استاد مر شاگرد را ** ای کم از سگ نیستت با من وفا
  • Hoca, talebeye der ki; “ Ey köpekten de aşağı olan, bana hiç mi vefan yok?
  • خود مرا استا مگیر آهن گسل ** همچو خود شاگرد گیر و کوردل‏
  • Haydi, beni kuvvetli, müşküller halledici bir hoca farz etme, tut ki senin gibi bir talebeyim, senin gibi gönül gözüm kör.
  • نه از منت یاری است در جان و روان ** بی‏منت آبی نمی‏گردد روان‏ 1585
  • Fakat canına, gönlüne yardımım da mı dokunmadı? Sana ben olmadıkça bir feyiz bile akmıyor.
  • پس دل من کارگاه بخت تست ** چه شکنی این کارگاه ای نادرست‏
  • Şu halde görüyorsun ya, gönlüm, senin bahtının tezgâhı. Be doğru düzen olmayan, bu tezgahı niye kırarsın?
  • گویی‏اش پنهان زنم آتش زنه ** نه به قلب از قلب باشد روزنه‏
  • Çakmağı gizlice çakıyorum dersen kalpten, kalbe pencere yok mu ki?
  • آخر از روزن ببیند فکر تو ** دل گواهی می‏دهد زین ذکر تو
  • Gönül, nihayet senin fikrini de pencereden görür, andığın şeye şahadet eder.
  • گیر در رویت نمالد از کرم ** هر چه گویی خندد و گوید نعم‏
  • Tut ki kereminden yüzüne vurmuyor, yüzünü yerlere sürtmüyor, ne söylersen gülüp “ Evet, evet” diyor.
  • او نمی‏خندد ز ذوق مالشت ** او همی‏خندد بر آن اسگالشت‏ 1590
  • Fakat senin hilene, hud’ana gülmüyor. Kötü huyuna, yaptığın şeylere gülüyor.
  • پس خداعی را خداعی شد جزا ** کاسه زن کوزه بخور اینک سزا
  • Hile edenin göreceği, bulacağı karşılık hileden ibarettir. Büyük testiyi vur kır, küçük testiyi al iç. İşte lâyığın bu!
  • گر بدی با تو و را خنده‏ی رضا ** صد هزاران گل شکفتی مر ترا
  • Eğer o senden razı olur, bu yüzden gülerse sana yüz binlerce gül açılır.
  • چون دل او در رضا آرد عمل ** آفتابی دان که آید در حمل‏
  • Gönlü senden razı olursa bil ki o, Hamel burcunda bir güneş kesilir.
  • زو بخندد هم نهار و هم بهار ** در هم آمیزد شکوفه و سبزه‏زار
  • O yüzden hem gündüz güler hem bahar. Çiçeklerle yeşillikler birbirine karışır.
  • صد هزاران بلبل و قمری نوا ** افکنند اندر جهان بی‏نوا 1595
  • Yüz binlerce bülbülle kumru ötüşmeye başlar; sessiz cihanı sesle doldurur.