-
که مراد تو شود اینک نشان ** که بپیش آید ترا فردا فلان
- Muradın olacak, nişanesi de bu: Yarın sana filân kişi gelecek.
-
یک نشانی آن که او باشد سوار ** یک نشانی که ترا گیرد کنار
- Onun bir alâmeti atlı oluşudur. Bir alâmeti de şu: Seni görünce kucaklayacak.
-
یک نشانی که بخندد پیش تو ** یک نشان که دست بندد پیش تو
- Bir alâmeti de seni görünce gülmesi; diğer bir nişanesi de sana karşı el kavuşturmasıdır.
-
یک نشانی آن که این خواب از هوس ** چون شود فردا نگویی پیش کس
- Diğer bir alâmeti de şudur ki: Heveslenip bu rüyayı yarın hiç kimseye söylemeyeceksin.
-
ز ان نشان با والد یحیی بگفت ** که نیایی تا سه روز اصلا به گفت 1675
- Bu alâmet, Yahya’nın babasına da gösterilmiş, ona da “ Üç güne kadar kimseye bir söz söylemeye muktedir olamazsın.
-
تا سه شب خامش کن از نیک و بدت ** این نشان باشد که یحیی آیدت
- Üç geceye dek iyiden kötüden bahsetme, sus. İşte bu senden Yahya adlı bir çocuk olacağına alâmettir.
-
دم مزن سه روز اندر گفتوگو ** کاین سکوت است آیت مقصود تو
- Üç gün konuşma. Bu susmak senin maksadına erişeceğine delâlet eder.
-
هین میاور این نشان را تو به گفت ** وین سخن را دار اندر دل نهفت
- Kendine gel, bunları dile getirme. Bu sözü gönlünde gizli tut” denmişti.
-
این نشانها گویدش همچون شکر ** این چه باشد صد نشانی دگر
- Sana da bu alâmetleri şeker gibi tatlı, tatlı söyler. Hatta bunlar nedir ki? Daha yüzlerce nişaneler var.
-
این نشان آن بود کان ملک و جاه ** که همیجویی بیابی از اله 1680
- Bu rüya; durmadan dinlenmeden biteviye Allah’tan dilediğin saltanata, istediğin makama erişeceğine alâmettir.
-
آن که میگریی به شبهای دراز ** و انکه میسوزی سحرگه در نیاز
- Olması için uzun gecelerde ağlayıp inlediğin, seher çağlarında niyaz ettiğin muradına;
-
آن که بیآن روز تو تاریک شد ** همچو دوکی گردنت باریک شد
- Eline girmedikçe günlerini karartan, boynunu iğ gibi incelten maksadına erişeceğine delâlet eder.
-
و آن چه دادی هر چه داری در زکات ** چون زکات پاک بازان رختهات
- Temiz erler nasıl varını, yoğunu verirlerse sen de onu elde etmek için varını, yoğunu verdin;
-
رختها دادی و خواب و رنگ رو ** سر فدا کردی و گشتی همچو مو
- Malını, mülkünü, uykunu feda ettin, yüzünün rengi kaçtı, hatta başından bile geçtin, bir kıl gibi kaldın;
-
چند در آتش نشستی همچو عود ** چند پیش تیغ رفتی همچو خود 1685
- Nice demdir ödağacı gibi ateşlere atıldın. Kaç kereler miğfer gibi kılıç önüne gittin!
-
زین چنین بیچارگیها صد هزار ** خوی عشاق است و ناید در شمار
- Bunlar gibi, yüz binlerce biçarelikler, âşıkların huyudur. Bunlar, sayıya gelmez ki!
-
چون که شب این خواب دیدی روز شد ** از امیدش روز تو پیروز شد
- Geceleyin bu rüyayı görünce gündüz oldu mu o ümitle günün aydınlanır.
-
چشم گردان کردهای بر چپ و راست ** کان نشان و آن علامتها کجاست
- O alâmetler nerede acaba diye gözünü sağa, sola çevirir durursun.
-
بر مثال برگ میلرزی که وای ** گر رود روز و نشان ناید به جای
- Eyvah, gün geçer de o alâmetler zuhur etmezse diye yaprak gibi titrersin.
-
میدوی در کوی و بازار و سرا ** چون کسی کاو گم کند گوساله را 1690
- Mahallelerde, pazarlarda buzağısını kaybetmiş adam gibi koşarsın.
-
خواجه خیر است این دوادو چیستت ** گم شده اینجا که داری کیستت
- Birisi “ Baba, hayrola, ne koşup duruyorsun? Burada bir şey mi kaybettin, kaybettiğin ne? ” dese,
-
گوییاش خیر است لیکن خیر من ** کس نشاید که بداند غیر من
- “Hayırdır ama bana. Benden başka kimsenin bilmesi caiz değil.
-
گر بگویم نک نشانم فوت شد ** چون نشان شد فوت وقت موت شد
- Söylersem bana gösterilen nişaneler kaybolur. Onlar kayboldu mu ben, öldüm gitti” dersin.
-
بنگری در روی هر مرد سوار ** گویدت منگر مرا دیوانهوار
- Her atlının yüzüne dikkatle bakarsın. Baktığın adam, sana “ Bana deli gibi bakma be” der.
-
گوییاش من صاحبی گم کردهام ** رو به جستجوی او آوردهام 1695
- Ben, bir sahip kaybettim. Onu aramaya yüz tuttum.
-
دولتت پاینده بادا ای سوار ** رحم کن بر عاشقان معذور دار
- Ey atlı, devletin daimî olsun. Âşıklara acı, onları mazur tut” dersin.
-
چون طلب کردی به جد آمد نظر ** جد خطا نکند چنین آمد خبر
- Mademki gayretle aradın dikkatle baktın, bu işe adamakıllı sarıldın. Elbette bulursun. Bir işe ciddi bir suretle sarılan yanılmaz demişler.
-
ناگهان آمد سواری نیک بخت ** پس گرفت اندر کنارت سخت سخت
- Ey iyi bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar.
-
تو شدی بیهوش و افتادی به طاق ** بیخبر گفت اینت سالوس و نفاق
- Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da “ İşte sana riyakâr, işte sana münafık!” der.
-
او چه میبیند در او این شور چیست ** او نداند کان نشان وصل کیست 1700
- Ne bilsin o, kendisinden geçen kişinin coşkunluğu nedir? Bu kimin vuslatı, nişanesi? Bilmez ki.
-
این نشان در حق او باشد که دید ** آن دگر را کی نشان آید پدید
- Bu nişane, gören kişinin hakkındadır. Başkasına bu nişane nereden zuhur edecek?
-
هر زمان کز وی نشانی میرسید ** شخص را جانی به جانی میرسید
- Âşığa her an, ondan bir nişane görünmekte, canına can katılmaktadır.
-
ماهی بیچاره را پیش آمد آب ** این نشانها تلک آیات الکتاب
- Sanki çaresiz kalmış balığın önüne su gelmiş. Bu nişaneler, o kitabın delilleridir.
-
پس نشانیها که اندر انبیاست ** خاص آن جان را بود کاو آشناست
- Peygamberlerde olan nişaneler de aşina olan cana mahsustur.
-
این سخن ناقص بماند و بیقرار ** دل ندارم بیدلم معذور دار 1705
- Bu söz noksan kaldı, bir karara bağlanmadı. Gönlüme malik değilim ki mazur gör.!
-
ذرهها را کی تواند کس شمرد ** خاصه آن کاو عشق عقل او ببرد
- Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkışan, aklını aşka kaptırmış bir adam olursa!
-
میشمارم برگهای باغ را ** میشمارم بانگ کبک و زاغ را
- Bağdaki yaprakları, keklik ve karganın ötüşlerini sayabilir miyim?
-
در شمار اندر نیاید لیک من ** میشمارم بهر رشد ممتحن
- Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmış adamı ir şad etmek için sayıyorum.
-
نحس کیوان یا که سعد مشتری ** ناید اندر حصر گر چه بشمری
- Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müşterinin saadeti, saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.
-
لیک هم بعضی از این هر دو اثر ** شرح باید کرد یعنی نفع و ضر 1710
- Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır.
-
تا شود معلوم آثار قضا ** شمه ای مر اهل سعد و نحس را
- Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlaşılmış olur.
-
طالع آن کس که باشد مشتری ** شاد گردد از نشاط و سروری
- Talihi Müşteri olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir;
-
و انکه را طالع زحل از هر شرور ** احتیاطش لازم آید در امور
- Talihi Zuhal olan da şer işlere düşmemek için yaptığı şeyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.
-
گر بگویم آن زحل استاره را ** ز آتشش سوزد مر آن بیچاره را
- Yıldızı Zuhal olan kişinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı o yıldızının ateşinden yanar.
-
اذکروا الله شاه ما دستور داد ** اندر آتش دید ما را نور داد 1715
- Padişahımız, bize “Allah’ı anın” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti.
-
گفت اگر چه پاکم از ذکر شما ** نیست لایق مر مرا تصویرها
- Dedi ki: “ Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni tasvir etmek, övmek, anmak lâyık değil.
-
لیک هرگز مست تصویر و خیال ** در نیابد ذات ما را بیمثال
- Fakat tasvire, hayale kapılan, bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz”
-
ذکر جسمانه خیال ناقص است ** وصف شاهانه از آنها خالص است
- Cisme mensup anış, nâkıs bir hayaldir. Padişahlara lâyık olan tavsif, cismani anışlardan arınmıştır.
-
شاه را گوید کسی جولاه نیست ** این چه مدح است این مگر آگاه نیست
- Birisi padişaha, “ Çulha değildir” dese bu ne biçim metih? Yoksa padişahın çulha olmadığını bildirmiyor mu ki?
-
انکار کردن موسی علیه السلام بر مناجات شبان
- Musa Aleyhisselâm’ın çobanın münacatını hoş görmeyip reddetmesi
-
دید موسی یک شبانی را به راه ** کاو همیگفت ای خدا و ای اله 1720
- Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, şöyle söylenip duruyordu: “Ey kerem sahibi Allah!