English    Türkçe    فارسی   

2
17-66

  • گر چه یک مو بد گنه کاو جسته بود ** لیک آن مو در دو دیده رسته بود
  • Gerçi cüret ettiği suç bir kıl kadardı. Fakat o kıl iki gözde bitmişti.
  • بود آدم دیده‏ی نور قدیم ** موی در دیده بود کوه عظیم‏
  • Âdem, kadim nur’un gözüydü. Gözde kıl, büyük bir dağ kesilir.
  • گر در آن آدم بکردی مشورت ** در پشیمانی نگفتی معذرت‏
  • Eğer Âdem, o hususta meşverette bulunsaydı pişman olup özürler serdetmezdi.
  • ز آن که با عقلی چو عقلی جفت شد ** مانع بد فعلی و بد گفت شد 20
  • Çünkü bir akıl, başka bir akılla birleşti mi; kötü işe, kötü söze mani olur.
  • نفس با نفس دگر چون یار شد ** عقل جزوی عاطل و بی‏کار شد
  • Fakat nefis, başka bir nefisle dost olursa cüzi akıl muattal olur, bir işe yaramaz.
  • چون ز تنهایی تو نومیدی شوی ** زیر سایه‏ی یار خورشیدی شوی‏
  • Yalnızlıktan ümitsizliğe düşünce güneş gibi bir sevgilinin gölgesi altına gir.
  • رو بجو یار خدایی را تو زود ** چون چنان کردی خدا یار تو بود
  • Yürü, tez bir Allah dostu ara. Böyle yaptın mı, Allah, senin dostun olur.
  • آن که در خلوت نظر بر دوخته ست ** آخر آن را هم ز یار آموخته ست‏
  • Halvette oturup gözünü yuman da bunu yine dosttan öğrenmiştir.
  • خلوت از اغیار باید نه ز یار ** پوستین بهر دی آمد نه بهار 25
  • Ağyardan halvet etmek gerek, yardan değil. Kürk, kışın işe yarar, baharın değil.
  • عقل با عقل دگر دو تا شود ** نور افزون گشت و ره پیدا شود
  • Akıl başka bir akılla birleşti mi nur artar, yol meydana çıkar.
  • نفس با نفس دگر خندان شود ** ظلمت افزون گشت و ره پنهان شود
  • Fakat nefis, bir başka nefisle sevinir, gülerse karanlık çoğalır, yol gizlenir.
  • یار چشم تست ای مرد شکار ** از خس و خاشاک او را پاک دار
  • Ey avcı, dost senin gözündür. Onu çerçöpten arı tut.
  • هین به جاروب زبان گردی مکن ** چشم را از خس ره آوردی مکن‏
  • Sakın dil süpürgesiyle ona toz kondurma. Göze tozu toprağı hediye götürme.
  • چون که مومن آینه‏ی مومن بود ** روی او ز آلودگی ایمن بود 30
  • Zira mümin, müminin aynası olunca yüzü buğulanmadan kurtulur.
  • یار آیینه ست جان را در حزن ** در رخ آیینه‏ای جان دم مزن‏
  • Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın yüzünü nefesle buğulandırma.
  • تا نپوشد روی خود را در دمت ** دم فرو خوردن بباید هر دمت‏
  • Nefesinden buğulanıp yüzünü senden örtmemesi için her nefeste soluğunu tutman lâzım.
  • کم ز خاکی چون که خاکی یار یافت ** از بهاری صد هزار انوار یافت‏
  • Topraktan aşağı mısın ki? Toprak bile sevgiliyi bulunca bir bahar yüzünden yüz binlerce çiçeğe kavuştu.
  • آن درختی کاو شود با یار جفت ** از هوای خوش ز سر تا پا شکفت‏
  • O yaş ağaç, sevgiliyle buluşunca hoş bir hava yüzünden baştan ayağa açıldı, donandı.
  • در خزان چون دید او یار خلاف ** در کشید او رو و سر زیر لحاف‏ 35
  • Fakat gözün aykırı bir dost görünce başını, yüzünü yorgana çekti.
  • گفت یار بد بلا آشفتن است ** چون که او آمد طریقم خفتن است‏
  • “Kötü dostla ünsiyet, belâya bulaşmaktır. Mademki o geldi, bana uyumak düşer.
  • پس بخسپم باشم اصحاب کهف ** به ز دقیانوس آن محبوس لهف
  • Uyuyayım da Eshabı Kehf’ten olayım. O sıkıntıda o minnette mahpus kalmak, Dıkyanus’tan iyi” dedi.
  • یقظه شان مصروف دقیانوس بود ** خوابشان سرمایه‏ی ناموس بود
  • Eshabı kehf’in uyanıklığı, Dıkyanus’a kulluk etmekti. Fakat uykuları; şereflerini, haysiyetlerini korumuş oldu.
  • خواب بیداری ست چون با دانش است ** وای بیداری که با نادان نشست‏
  • Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye!
  • چون که زاغان خیمه بر بهمن زدند ** بلبلان پنهان شدند و تن زدند 40
  • Kargalar, güz mevsimi otağlarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar.
  • ز آنکه بی‏گل‏زار بلبل خامش است ** غیبت خورشید بیداری کش است‏
  • Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül sükût eder. Güneşin kayboluşu, uyanıklığı öldürür.
  • آفتابا ترک این گلشن کنی ** تا که تحت الارض را روشن کنی‏
  • Ey güneş! Sen yeraltını aydınlatmak üzere bu gül bahçesini terk ediyorsun.
  • آفتاب معرفت را نقل نیست ** مشرق او غیر جان و عقل نیست‏
  • Fakat marifet güneşi, bir yerden bir yere gitmez, o güneş dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan başka bir yer değildir.
  • خاصه خورشید کمالی کان سری ست ** روز و شب کردار او روشنگری ست‏
  • Hele işi gücü; gündüz olsun gece olsun, âlemi aydınlatmak olan o cihanın kemal güneşi hiç kaybolmaz.
  • مطلع شمس آی گر اسکندری ** بعد از آن هر جا روی نیکوفری‏ 45
  • İskender’sen gün doğusuna gel. Ondan sonra nereye gidersen nurlusun, kuvvetlisin!
  • بعد از آن هر جا روی مشرق شود ** شرقها بر مغربت عاشق شود
  • Ondan sonra nereye varsan orası doğu olur; doğrular senin batına âşık kesilir.
  • حس خفاشت سوی مغرب دوان ** حس در پاشت سوی مشرق روان‏
  • Senin yarasa duygun batıya doğru koşmakta, inciler saçan duygun da doğuya doğru akmakta.
  • راه حس راه خران است ای سوار ** ای خران را تو مزاحم شرم دار
  • Ey atlı! Duygu yolu, eşeklerin yoludur. Ey eşeklere karışan, utan!
  • پنج حسی هست جز این پنج حس ** آن چو زر سرخ و این حسها چو مس‏
  • Bu beş duygudan başka beş duygu daha vardır. O duygular kırmızı altın gibidir, bunlar bakır gibi.
  • اندر آن بازار کایشان ماهرند ** حس مس را چون حس زر کی خرند 50
  • Tanıyışta, anlayışta mahareti olanlar, o pazarda nasıl olur da bakır duyguyu altın duygu gibi alırlar?
  • حس ابدان قوت ظلمت می‏خورد ** حس جان از آفتابی می‏چرد
  • Bedenlerin duygusu, zulmet gıdası yemekte, can duygusuysa bir güneşten çerezlenmekte.
  • ای ببرده رخت حسها سوی غیب ** دست چون موسی برون آور ز جیب‏
  • Ey duygularını derleyip toplayarak gayp âlemine götüren! Musa gibi elini koynundan çıkar.
  • ای صفاتت آفتاب معرفت ** و آفتاب چرخ بند یک صفت‏
  • Ey sıfatları marifet güneşi olan! Bu âlem güneşi, bir sıfatla mukayyettir.
  • گاه خورشید و گهی دریا شوی ** گاه کوه قاف و گه عنقا شوی‏
  • Hâlbuki sen gâh güneş olursun, gâh deniz. Gâh Kafdağı kesilirsin, gâh Anka.
  • تو نه این باشی نه آن در ذات خویش ** ای فزون از وهمها و ز بیش بیش‏ 55
  • Fakat hakikatte sen ne bu olursun, ne o. Ey vehimlerden uzak, ey ilerden ileri!
  • روح با علم است و با عقل است یار ** روح را با تازی و ترکی چه کار
  • Ruh; ilimle, akılla dosttur. Ruhun Arapçayla, Türkçe’yle ne işi var?
  • از تو ای بی‏نقش با چندین صور ** هم مشبه هم موحد خیره‏سر
  • Ey nakşı, sureti olmayan! Bunca nakışlar, bunca suretlerle, sana hem müşebbih hayran olmuştur, hem muvahhit!
  • گه مشبه را موحد می‏کند ** گه موحد را صور ره می‏زند
  • Gâh müşebbihi muvahhit yapmakta, gâh suretler muvahhidin yolunu kesmekte.
  • گه ترا گوید ز مستی بو الحسن ** یا صغیر السن یا رطب البدن‏
  • Gâh sarhoşlukla sana Ebül Hasen der, gâh ey yaşı küçük, ey bedeni taze ve yumuşak güzel diye hitabeder.
  • گاه نقش خویش ویران می‏کند ** از پی تنزیه جانان می‏کند 60
  • Bazen de kendi suretini viran eder ve bunu, sevgiliyi tenzih etmek için yapar.
  • چشم حس را هست مذهب اعتزال ** دیده‏ی عقل است سنی در وصال‏
  • Duygu gözünün mezhebi, İtizaldir. Akıl gözüyse vuslata kavuşmuştur, Sünnî’dir.
  • سخره‏ی حس‏اند اهل اعتزال ** خویش را سنی نمایند از ضلال‏
  • İtizale uyan, duyguya kapılmıştır. Fakat sapıklıktan kendini Sünnî gösterir.
  • هر که در حس ماند او معتزلی ست ** گر چه گوید سنیم از جاهلی ست‏
  • Duyguda kalan kişi, Mutezilî’dir. Sünnî’yim dese de cahillikten der.
  • هر که بیرون شد ز حس سنی وی است ** اهل بینش چشم عقل خوش پی است‏
  • Duygudan çıkan kişi Sünnî’dir. Gören göz, izi hoş akıl gözüdür.
  • گر بدیدی حس حیوان شاه را ** پس بدیدی گاو و خر الله را 65
  • Hayvan duygusu padişahı görseydi öküzle eşek de Allah’ı görürdü.
  • گر نبودی حس دیگر مر ترا ** جز حس حیوان ز بیرون هوا
  • Sende hayvan duygusundan başka, heva ve hevesten dışarı bir duygu olmasaydı.