-
من یقین دانم که عین حکمت است ** لیک مقصودم عیان و رویت است
- Ben bunların aynı hikmet olduğunu biliyorum. Fakat maksadım, bu hikmetin büsbütün açığa çıkması ve benim açıkça görmem.
-
آن یقین میگویدم خاموش کن ** حرص رویت گویدم نه جوش کن
- O yakîn bana “Sus” dediği halde görme hırsı “ hayır, coş!” demekte.
-
مر ملایک را نمودی سر خویش ** کاین چنین نوشی همیارزد به نیش
- Sen, Meleklere sırrını gösterdin. Böyle bir lezzet, kahır ve minhete değer!
-
عرضه کردی نور آدم را عیان ** بر ملایک گشت مشکلها بیان
- Âdemin nurunu Meleklere açıkça arz ettin, müşküllerini halleyledin.
-
حشر تو گوید که سر مرگ چیست ** میوهها گویند سر برگ چیست 1825
- Ölümün sırrını hasredilmen söyler, yaprağın hikmetini meyveler anlatır!
-
سر خون و نطفه حسن آدمی است ** سابق هر بیشیی آخر کمی است
- Kanın, meninin sırrı da insanın duygusudur; her artmanın sonu da nihayet eksilme!
-
لوح را اول بشوید بیوقوف ** آن گهی بروی نویسد او حروف
- Yazan kişi önce yazı yazacağı tahtayı yıkar, temizler; sonra ona harfleri yazar.
-
خون کند دل را و اشک مستهان ** بر نویسد بر وی اسرار آن گهان
- Allah da önce gönlü kan eder, hor hakir gözyaşıyla yıkar, sonra o gönle sırları kaydeder.
-
وقت شستن لوح را باید شناخت ** که مر آن را دفتری خواهند ساخت
- Yıkamakla, o levhi bir defter yapmak istediklerini bilmek, anlamak gerek.
-
چون اساس خانهای میافگنند ** اولین بنیاد را بر میکنند 1830
- Bir evin temelini atacakları vakit oradaki eski ve evvelki yapıyı yıkarlar.
-
گل بر آرند اول از قعر زمین ** تا به آخر بر کشی ماء معین
- Sonunda arı duru su çıkarmak için önce yerden toprak çıkarırlar.
-
از حجامت کودکان گریند زار ** که نمیدانند ایشان سر کار
- Çocuklar, hacamattan ağlarlar. Çünkü işin hikmetini bilmezler ki.
-
مرد خود زر میدهد حجام را ** مینوازد نیش خون آشام را
- Hâlbuki adam, hacamatçıya para verir, kan içen hançere iltifatlarda bulunur.
-
میدود حمال زی بار گران ** میرباید بار را از دیگران
- Hamal ağır yükün altına koşar, yükü, başkalarından kapar.
-
جنگ حمالان برای بار بین ** این چنین است اجتهاد کار بین 1835
- Yük için hamalların savaşlarına bak. Din işinde çalışma da böyledir.
-
چون گرانیها اساس راحت است ** تلخها هم پیشوای نعمت است
- Rahatın aslı zahmet olduğu gibi acılıklar da nimetin önüdür.
-
حفت الجنة بمکروهاتنا ** حفت النیران من شهواتنا
- Cennet, hoşumuza gitmeyen şeylerle kaplanmış, cehennem de zevkimize giden şeylerle dolmuştur.
-
تخم مایهی آتشت شاخ تر است ** سوختهی آتش قرین کوثر است
- Ateşin aslı yaş ağaç olduğu gibi ateşe yanan da Kevser’e ulaşmıştır.
-
هر که در زندان قرین محنتی است ** آن جزای لقمهای و شهوتی است
- Zindan da mihnetlere düşen adam, bir lokmanın, bir zevkin yüzünden düşmüştür.
-
هر که در قصری قرین دولتی است ** آن جزای کارزار و محنتی است 1840
- Bir köşkte devlete erişen de bir savaş, bir mihnet karşılığı olarak o devleti bulmuştur.
-
هر که را دیدی به زر و سیم فرد ** دان که اندر کسب کردن صبر کرد
- Kimi altına, gümüşe sahip olmuş, zenginlikte naziri olmayan bir dereceye erişmiş görürsen, bil ki o, kazanma zahmetine sabretmiştir.
-
بیسبب بیند چو دیده شد گذار ** تو که در حسی سبب را گوش دار
- Gözü açık olan bunları sebepsiz, Allah hikmeti olarak görür. Fakat mademki sen duygu âlemindesin, sebeplere kulak as!
-
آن که بیرون از طبایع جان اوست ** منصب خرق سببها آن اوست
- Sebeplere yapışmamak, onları görmemek makamı; ruhu tabayi âleminden kurtulmuş olanındır.
-
بیسبب بیند نه از آب و گیا ** چشم چشمهی معجزات انبیا
- Bu çeşit adam, peygamberlerin mucizeleri çeşmesini sebepsiz görür. Onları, sudan, ottan meydana geliyor bilmez.
-
این سبب همچون طبیب است و علیل ** این سبب همچون چراغ است و فتیل 1845
- Bu sebep, doktorla hasta, kandille fitil gibidir.
-
شب چراغت را فتیل نو بتاب ** پاک دان زینها چراغ آفتاب
- Gece kandiline yeni bir fitil bük, fakat güneş kandilini bunlara muhtaç sanma.
-
رو تو کهگل ساز بهر سقف خان ** سقف گردون را ز کهگل پاک دان
- Yürü, aşevinin damı için samanlı balçık hazırla. Fakat bil ki kâinatın damı, buna muhtaç değil.
-
اه که چون دل دار ما غم سوز شد ** خلوت شب در گذشت و روز شد
- Ah. Sevgilimiz, gamımızı yakıp mahvedince gece yalnızlığı bile geçti, gündüz oldu.
-
جز به شب جلوه نباشد ماه را ** جز به درد دل مجو دل خواه را
- Ay, ancak geceleyin cilve eder. Gönlün istediği sevgiliyi gönül derdinden başka bir şey de arama.
-
ترک عیسی کرده خر پروردهای ** لاجرم چون خر برون پردهای 1850
- Fakat sen, İsa’yı bıraktın da eşeği besledin. Hulâsa eşek gibi perdenin ardında kaldın gitti!
-
طالع عیسی است علم و معرفت ** طالع خر نیست ای تو خر صفت
- Bilgi ve irfan, İsa’nın talihidir, ey eşek sıfatlı, eşeğin talihi değil!
-
نالهی خر بشنوی رحم آیدت ** پس ندانی خر خری فرمایدت
- Eşeğin anırmasını duyar, acırsın. Hâlbuki bilmezsin ki eşek, sana eşeklik telkin ediyor.
-
رحم بر عیسی کن و بر خر مکن ** طبع را بر عقل خود سرور مکن
- İsa’ya acı, eşeğe değil. Tabiatı aklına baş etme.
-
طبع را هل تا بگرید زار زار ** تو از او بستان و وام جان گزار
- Bırak tabiatını, ağlaya dursun. Sen, ondan al, canın borcunu öde!
-
سالها خربنده بودی بس بود ** ز انکه خربنده ز خر واپس بود 1855
- Yeter artık yıllarca eşeğe kul oldun. Çünkü eşeğe kul olan, eşeğin ardından gider. “Onları artta bırakın”dan murat nefsindir.
-
ز اخروهن مرادش نفس تست ** کاو به آخر باید و عقلت نخست
- Nefis geride, aklın ilerde gerek.
-
هم مزاج خر شده ست این عقل پست ** فکرش این که چون علف آرم بدست
- Ama bu aşağılık akıl da eşekle aynı mizaçta. Çünkü bütün fikri onu nasıl elde ederimden ibaret.
-
آن خر عیسی مزاج دل گرفت ** در مقام عاقلان منزل گرفت
- İsa’nın eşeği gönül mizacına malik olmuş, akıllar makamında yer tutmuştur.
-
ز انکه غالب عقل بود و خر ضعیف ** از سوار زفت گردد خر نحیف
- Çünkü akıl galebe çalmıştı, eşekse zayıftı. Eşek, şişman ve kuvvetli biniciden zayıflar.
-
و ز ضعیفی عقل تو ای خر بها ** این خر پژمرده گشته ست اژدها 1860
- Ey eşek değerli; aklının azlığından bu eşek, ejderhalaştı.
-
گر ز عیسی گشتهای رنجور دل ** هم از او صحت رسد او را مهل
- Gönlün İsa’dan hastalandıysa yine ondan iyileşir, sıhhat yine ondan gelir, onu bırakma.
-
چونی ای عیسای عیسی دم ز رنج ** که نبود اندر جهان بیمار گنج
- Ey nefesi hoş Mesih, cihanda yılansız hazine olmaz, eziyetlerle nasılsın?
-
چونی ای عیسی ز دیدار جهود ** چونی ای یوسف ز مکار حسود
- İsa, Yahudileri görünce ne hale gelir; Yusuf, hasetçi kardeşler elinde ne olur?
-
تو شب و روز از پی این قوم غمر ** چون شب و روزی مدد بخشای عمر
- Sen, gece gündüz bu azgın kavmin ardından koştukça, nasıl olur da gece gibi, gündüz gibi ömre medet bağışlar, yardım edersin?
-
چونی از صفراییان بیهنر ** چه هنر زاید ز صفرا درد سر 1865
- Ah safra illetine tutulmuş o hünersiz kişilerden! Safradan ne hüner meydana gelir? Ancak baş ağrısı.
-
تو همان کن که کند خورشید شرق ** ما نفاق و حیله و دزدی و زرق
- Sen, hemen doğu güneşinin yaptığını yap. Bizse nifak hile, hırsızlık ve riya içinde yüzelim!
-
تو عسل ما سرکه در دنیا و دین ** دفع این صفرا بود سرکنگبین
- Sen dünyada da balsın, dinde de.. Bizse sirke. Safraya ancak sirkengübin iyi eder, giderir.
-
سرکه افزودیم ما قوم زحیر ** تو عسل بفزا کرم را وامگیر
- Hâlbuki biz karın ağrısına tutulmuş olduğumuz halde boyuna sirkeyi artırıp duruyoruz. Sen keremi terk etme de balı artır!
-
این سزید از ما چنان آمد ز ما ** ریگ اندر چشم چه فزاید عما
- Bizden bu lâyıktı, bunu yaptık. Kum, gözde ancak körlüğü fazlalaştırır.
-
آن سزد از تو أیا کحل عزیز ** که بیابد از تو هر ناچیز چیز 1870
- Fakat ey aziz sürme, senden her değersiz şey, değer bulur, bir şey olur; sana bu lâyıktır.