-
آن خر عیسی مزاج دل گرفت ** در مقام عاقلان منزل گرفت
- İsa’nın eşeği gönül mizacına malik olmuş, akıllar makamında yer tutmuştur.
-
ز انکه غالب عقل بود و خر ضعیف ** از سوار زفت گردد خر نحیف
- Çünkü akıl galebe çalmıştı, eşekse zayıftı. Eşek, şişman ve kuvvetli biniciden zayıflar.
-
و ز ضعیفی عقل تو ای خر بها ** این خر پژمرده گشته ست اژدها 1860
- Ey eşek değerli; aklının azlığından bu eşek, ejderhalaştı.
-
گر ز عیسی گشتهای رنجور دل ** هم از او صحت رسد او را مهل
- Gönlün İsa’dan hastalandıysa yine ondan iyileşir, sıhhat yine ondan gelir, onu bırakma.
-
چونی ای عیسای عیسی دم ز رنج ** که نبود اندر جهان بیمار گنج
- Ey nefesi hoş Mesih, cihanda yılansız hazine olmaz, eziyetlerle nasılsın?
-
چونی ای عیسی ز دیدار جهود ** چونی ای یوسف ز مکار حسود
- İsa, Yahudileri görünce ne hale gelir; Yusuf, hasetçi kardeşler elinde ne olur?
-
تو شب و روز از پی این قوم غمر ** چون شب و روزی مدد بخشای عمر
- Sen, gece gündüz bu azgın kavmin ardından koştukça, nasıl olur da gece gibi, gündüz gibi ömre medet bağışlar, yardım edersin?
-
چونی از صفراییان بیهنر ** چه هنر زاید ز صفرا درد سر 1865
- Ah safra illetine tutulmuş o hünersiz kişilerden! Safradan ne hüner meydana gelir? Ancak baş ağrısı.
-
تو همان کن که کند خورشید شرق ** ما نفاق و حیله و دزدی و زرق
- Sen, hemen doğu güneşinin yaptığını yap. Bizse nifak hile, hırsızlık ve riya içinde yüzelim!
-
تو عسل ما سرکه در دنیا و دین ** دفع این صفرا بود سرکنگبین
- Sen dünyada da balsın, dinde de.. Bizse sirke. Safraya ancak sirkengübin iyi eder, giderir.
-
سرکه افزودیم ما قوم زحیر ** تو عسل بفزا کرم را وامگیر
- Hâlbuki biz karın ağrısına tutulmuş olduğumuz halde boyuna sirkeyi artırıp duruyoruz. Sen keremi terk etme de balı artır!
-
این سزید از ما چنان آمد ز ما ** ریگ اندر چشم چه فزاید عما
- Bizden bu lâyıktı, bunu yaptık. Kum, gözde ancak körlüğü fazlalaştırır.
-
آن سزد از تو أیا کحل عزیز ** که بیابد از تو هر ناچیز چیز 1870
- Fakat ey aziz sürme, senden her değersiz şey, değer bulur, bir şey olur; sana bu lâyıktır.
-
ز آتش این ظالمانت دل کباب ** از تو جمله اهد قومی بد خطاب
- Bu zalimlerin ateşinden gönlün kebap olduğu halde daima “Yarabbi, kavmime hidayet et” diye hitap ediyordun.
-
کان عودی در تو گر آتش زنند ** این جهان از عطر و ریحان آگنند
- Sen, öd ağacı madensin. Seni ateşe atsalar, bu âlem, ıtırla, fesleğen kokusuyla dolar.
-
تو نه آن عودی کز آتش کم شود ** تو نه آن روحی که اسیر غم شود
- Sen o öd ağacı değilsin ki ateşte yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh değilsin ki gama esir olsun.
-
عود سوزد کان عود از سوز دور ** باد کی حمله برد بر اصل نور
- Öd ağacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına nasıl hamle edebilir.
-
ای ز تو مر آسمانها را صفا ** ای جفای تو نکوتر از وفا 1875
- Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan!
-
ز انکه از عاقل جفایی گر رود ** از وفای جاهلان آن به بود
- Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.
-
گفت پیغمبر عداوت از خرد ** بهتر از مهری که از جاهل رسد
- Peygamber, “ Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” dedi.
-
رنجانیدن امیری خفتهای را که مار در دهانش رفته بود
- Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi
-
عاقلی بر اسب میآمد سوار ** در دهان خفتهای میرفت مار
- Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
-
آن سوار آن را بدید و میشتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت
- Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.
-
چون که از عقلش فراوان بد مدد ** چند دبوسی قوی بر خفته زد 1880
- Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu.
-
برد او را زخم آن دبوس سخت ** زو گریزان تا به زیر یک درخت
- O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı.
-
سیب پوسیده بسی بد ریخته ** گفت از این خور ای به درد آویخته
- Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Adama “ Ey dertli kişi, bunları ye” dedi.
-
سیب چندان مر و را در خورد داد ** کز دهانش باز بیرون میفتاد
- EKSIK
-
بانگ میزد کای امیر آخر چرا ** قصد من کردی تو نادیده جفا
- “Beyim, ben sana ne yaptım, bana ne kastın var?
-
گر ترا ز اصل است با جانم ستیز ** تیغ زن یک بارگی خونم بریز 1885
- Eğer bana hakikaten bir kastın varsa vur kılıcı, birden kanını dök!
-
شوم ساعت که شدم بر تو پدید ** ای خنک آن را که روی تو ندید
- Sana çattığım saat ne menhus saatmiş. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene!
-
بیجنایت بیگنه بیبیش و کم ** ملحدان جایز ندارند این ستم
- Dinsizler bile kimseye suçsuz, günahsız, az çok bir şey yapmadan böyle sitem etmezler, bu sitemi caiz saymazlar” diyordu.
-
میجهد خون از دهانم با سخن ** ای خدا آخر مکافاتش تو کن
- Söz söylerken ağzından kan geliyordu “ Yarabbi cezasını sen ver!” diye bağırmakta,
-
هر زمان میگفت او نفرین نو ** اوش میزد کاندر این صحرا بدو
- Her an ona kötü söylemekte, lânet etmekteydi. Atlı ise “ bu ovada koş” diye onu dövüyordu.
-
زخم دبوس و سوار همچو باد ** میدوید و باز در رو میفتاد 1890
- Adam, topuz acısıyla atlının korkusundan yel gibi koşmağa başladı. Hem koşuyor, hem yüzüstü düşüyordu.
-
ممتلی و خوابناک و سست بد ** پا و رویش صد هزاران زخم شد
- Karnı toktu, uykulu ve gevşemiş bir haldeydi. Ayağında, yüzünde yüz binlerce yara vardı.
-
تا شبانگه میکشید و میگشاد ** تا ز صفرا قی شدن بر وی فتاد
- Atlı o adamı akşam çağına kadar çekiştirip durdu. Nihayet, adamın safrası kabardı, kusmağa başladı.
-
زو بر آمد خوردهها زشت و نکو ** مار با آن خورده بیرون جست از او
- İyi, kötü yediklerini kustu. Bu kusma esnasında yılan da içinden dışarı çıktı.
-
چون بدید از خود برون آن مار را ** سجده آورد آن نکو کردار را
- O yılanı görünce kendisine iyilik eden atlıya secde etti.
-
سهم آن مار سیاه زشت زفت ** چون بدید آن دردها از وی برفت 1895
- O kapkara çirkin ve heybetli yılanı görünce bütün dertlerini unuttu.
-
گفت خود تو جبرییل رحمتی ** یا خدایی که ولی نعمتی
- Dedi ki: “ Sen, bir rahmet Cebrailisin yahut da velinimet Allah’sın
-
ای مبارک ساعتی که دیدیام ** مرده بودم جان نو بخشیدیام
- Ne kutlu saatmiş ki beni gördün. Ölüydüm, bana yeni bir can bağışladın.
-
تو مرا جویان مثال مادران ** من گریزان از تو مانند خران
- Sen, beni analar gibi aramaktayken, ben eşekler gibi senden kaçıyordum.
-
خر گریزد از خداوند از خری ** صاحبش در پی ز نیکو گوهری
- Eşek, sahibinden eşekliği yüzünden kaçar. Hâlbuki sahibi, iyiliğinden dolayı onun peşine düşer.
-
نه از پی سود و زیان میجویدش ** لیک تا در گرگش ندرد یا ددش 1900
- Onu, bir fayda elde etmek, bir ziyandan kurtulmak için aramaz. Kurt, yahut yırtıcı bir canavar paralamasın diye arar.
-
ای خنک آن را که بیند روی تو ** یا در افتد ناگهان در کوی تو
- Ne mutlu yüzünü görene yahut ansızın senin bulunduğun yere ulaşana!
-
ای روان پاک بستوده ترا ** چند گفتم ژاژ و بیهوده ترا
- Pak ruh bile seni övmüş. Hâlbuki ben, sana ne kadar kötü ve saçma şeyler söyledim.
-
ای خداوند و شهنشاه و امیر ** من نگفتم جهل من گفت آن مگیر
- Fakat efendim, padişahlar padişahı sultanım, onları ben söylemedim, bilgisizliğim söyledi.
-
شمهای زین حال اگر دانستمی ** گفتن بیهوده کی تانستمی
- Bir parçacık olsun bu hali bilseydim, böyle abes sözler söyleyebilir miydim?
-
بس ثنایت گفتمی ای خوش خصال ** گر مرا یک رمز میگفتی ز حال 1905
- Ey iyi huylu, eğer bana bu hali kinaye ile bile olsa çıtlatsaydın seni bir hayli överdim.
-
لیک خامش کرده میآشوفتی ** خامشانه بر سرم میکوفتی
- Fakat sükût ederek kızgın göründüm. Hiçbir şey söylemeksizin kafama vurmaya başladın.
-
شد سرم کالیوه عقل از سر بجست ** خاصه این سر را که مغزش کمتر است
- Başım sersemleşti, aklım gitti. Hele benim bu başım. Zaten aklı da kıt!