-
گر در آن آدم بکردی مشورت ** در پشیمانی نگفتی معذرت
- Eğer Âdem, o hususta meşverette bulunsaydı pişman olup özürler serdetmezdi.
-
ز آن که با عقلی چو عقلی جفت شد ** مانع بد فعلی و بد گفت شد 20
- Çünkü bir akıl, başka bir akılla birleşti mi; kötü işe, kötü söze mani olur.
-
نفس با نفس دگر چون یار شد ** عقل جزوی عاطل و بیکار شد
- Fakat nefis, başka bir nefisle dost olursa cüzi akıl muattal olur, bir işe yaramaz.
-
چون ز تنهایی تو نومیدی شوی ** زیر سایهی یار خورشیدی شوی
- Yalnızlıktan ümitsizliğe düşünce güneş gibi bir sevgilinin gölgesi altına gir.
-
رو بجو یار خدایی را تو زود ** چون چنان کردی خدا یار تو بود
- Yürü, tez bir Allah dostu ara. Böyle yaptın mı, Allah, senin dostun olur.
-
آن که در خلوت نظر بر دوخته ست ** آخر آن را هم ز یار آموخته ست
- Halvette oturup gözünü yuman da bunu yine dosttan öğrenmiştir.
-
خلوت از اغیار باید نه ز یار ** پوستین بهر دی آمد نه بهار 25
- Ağyardan halvet etmek gerek, yardan değil. Kürk, kışın işe yarar, baharın değil.
-
عقل با عقل دگر دو تا شود ** نور افزون گشت و ره پیدا شود
- Akıl başka bir akılla birleşti mi nur artar, yol meydana çıkar.
-
نفس با نفس دگر خندان شود ** ظلمت افزون گشت و ره پنهان شود
- Fakat nefis, bir başka nefisle sevinir, gülerse karanlık çoğalır, yol gizlenir.
-
یار چشم تست ای مرد شکار ** از خس و خاشاک او را پاک دار
- Ey avcı, dost senin gözündür. Onu çerçöpten arı tut.
-
هین به جاروب زبان گردی مکن ** چشم را از خس ره آوردی مکن
- Sakın dil süpürgesiyle ona toz kondurma. Göze tozu toprağı hediye götürme.
-
چون که مومن آینهی مومن بود ** روی او ز آلودگی ایمن بود 30
- Zira mümin, müminin aynası olunca yüzü buğulanmadan kurtulur.
-
یار آیینه ست جان را در حزن ** در رخ آیینهای جان دم مزن
- Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın yüzünü nefesle buğulandırma.
-
تا نپوشد روی خود را در دمت ** دم فرو خوردن بباید هر دمت
- Nefesinden buğulanıp yüzünü senden örtmemesi için her nefeste soluğunu tutman lâzım.
-
کم ز خاکی چون که خاکی یار یافت ** از بهاری صد هزار انوار یافت
- Topraktan aşağı mısın ki? Toprak bile sevgiliyi bulunca bir bahar yüzünden yüz binlerce çiçeğe kavuştu.
-
آن درختی کاو شود با یار جفت ** از هوای خوش ز سر تا پا شکفت
- O yaş ağaç, sevgiliyle buluşunca hoş bir hava yüzünden baştan ayağa açıldı, donandı.
-
در خزان چون دید او یار خلاف ** در کشید او رو و سر زیر لحاف 35
- Fakat gözün aykırı bir dost görünce başını, yüzünü yorgana çekti.
-
گفت یار بد بلا آشفتن است ** چون که او آمد طریقم خفتن است
- “Kötü dostla ünsiyet, belâya bulaşmaktır. Mademki o geldi, bana uyumak düşer.
-
پس بخسپم باشم اصحاب کهف ** به ز دقیانوس آن محبوس لهف
- Uyuyayım da Eshabı Kehf’ten olayım. O sıkıntıda o minnette mahpus kalmak, Dıkyanus’tan iyi” dedi.
-
یقظه شان مصروف دقیانوس بود ** خوابشان سرمایهی ناموس بود
- Eshabı kehf’in uyanıklığı, Dıkyanus’a kulluk etmekti. Fakat uykuları; şereflerini, haysiyetlerini korumuş oldu.
-
خواب بیداری ست چون با دانش است ** وای بیداری که با نادان نشست
- Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye!
-
چون که زاغان خیمه بر بهمن زدند ** بلبلان پنهان شدند و تن زدند 40
- Kargalar, güz mevsimi otağlarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar.
-
ز آنکه بیگلزار بلبل خامش است ** غیبت خورشید بیداری کش است
- Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül sükût eder. Güneşin kayboluşu, uyanıklığı öldürür.
-
آفتابا ترک این گلشن کنی ** تا که تحت الارض را روشن کنی
- Ey güneş! Sen yeraltını aydınlatmak üzere bu gül bahçesini terk ediyorsun.
-
آفتاب معرفت را نقل نیست ** مشرق او غیر جان و عقل نیست
- Fakat marifet güneşi, bir yerden bir yere gitmez, o güneş dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan başka bir yer değildir.
-
خاصه خورشید کمالی کان سری ست ** روز و شب کردار او روشنگری ست
- Hele işi gücü; gündüz olsun gece olsun, âlemi aydınlatmak olan o cihanın kemal güneşi hiç kaybolmaz.
-
مطلع شمس آی گر اسکندری ** بعد از آن هر جا روی نیکوفری 45
- İskender’sen gün doğusuna gel. Ondan sonra nereye gidersen nurlusun, kuvvetlisin!
-
بعد از آن هر جا روی مشرق شود ** شرقها بر مغربت عاشق شود
- Ondan sonra nereye varsan orası doğu olur; doğrular senin batına âşık kesilir.
-
حس خفاشت سوی مغرب دوان ** حس در پاشت سوی مشرق روان
- Senin yarasa duygun batıya doğru koşmakta, inciler saçan duygun da doğuya doğru akmakta.
-
راه حس راه خران است ای سوار ** ای خران را تو مزاحم شرم دار
- Ey atlı! Duygu yolu, eşeklerin yoludur. Ey eşeklere karışan, utan!
-
پنج حسی هست جز این پنج حس ** آن چو زر سرخ و این حسها چو مس
- Bu beş duygudan başka beş duygu daha vardır. O duygular kırmızı altın gibidir, bunlar bakır gibi.
-
اندر آن بازار کایشان ماهرند ** حس مس را چون حس زر کی خرند 50
- Tanıyışta, anlayışta mahareti olanlar, o pazarda nasıl olur da bakır duyguyu altın duygu gibi alırlar?
-
حس ابدان قوت ظلمت میخورد ** حس جان از آفتابی میچرد
- Bedenlerin duygusu, zulmet gıdası yemekte, can duygusuysa bir güneşten çerezlenmekte.
-
ای ببرده رخت حسها سوی غیب ** دست چون موسی برون آور ز جیب
- Ey duygularını derleyip toplayarak gayp âlemine götüren! Musa gibi elini koynundan çıkar.
-
ای صفاتت آفتاب معرفت ** و آفتاب چرخ بند یک صفت
- Ey sıfatları marifet güneşi olan! Bu âlem güneşi, bir sıfatla mukayyettir.
-
گاه خورشید و گهی دریا شوی ** گاه کوه قاف و گه عنقا شوی
- Hâlbuki sen gâh güneş olursun, gâh deniz. Gâh Kafdağı kesilirsin, gâh Anka.
-
تو نه این باشی نه آن در ذات خویش ** ای فزون از وهمها و ز بیش بیش 55
- Fakat hakikatte sen ne bu olursun, ne o. Ey vehimlerden uzak, ey ilerden ileri!
-
روح با علم است و با عقل است یار ** روح را با تازی و ترکی چه کار
- Ruh; ilimle, akılla dosttur. Ruhun Arapçayla, Türkçe’yle ne işi var?
-
از تو ای بینقش با چندین صور ** هم مشبه هم موحد خیرهسر
- Ey nakşı, sureti olmayan! Bunca nakışlar, bunca suretlerle, sana hem müşebbih hayran olmuştur, hem muvahhit!
-
گه مشبه را موحد میکند ** گه موحد را صور ره میزند
- Gâh müşebbihi muvahhit yapmakta, gâh suretler muvahhidin yolunu kesmekte.
-
گه ترا گوید ز مستی بو الحسن ** یا صغیر السن یا رطب البدن
- Gâh sarhoşlukla sana Ebül Hasen der, gâh ey yaşı küçük, ey bedeni taze ve yumuşak güzel diye hitabeder.
-
گاه نقش خویش ویران میکند ** از پی تنزیه جانان میکند 60
- Bazen de kendi suretini viran eder ve bunu, sevgiliyi tenzih etmek için yapar.
-
چشم حس را هست مذهب اعتزال ** دیدهی عقل است سنی در وصال
- Duygu gözünün mezhebi, İtizaldir. Akıl gözüyse vuslata kavuşmuştur, Sünnî’dir.
-
سخرهی حساند اهل اعتزال ** خویش را سنی نمایند از ضلال
- İtizale uyan, duyguya kapılmıştır. Fakat sapıklıktan kendini Sünnî gösterir.
-
هر که در حس ماند او معتزلی ست ** گر چه گوید سنیم از جاهلی ست
- Duyguda kalan kişi, Mutezilî’dir. Sünnî’yim dese de cahillikten der.
-
هر که بیرون شد ز حس سنی وی است ** اهل بینش چشم عقل خوش پی است
- Duygudan çıkan kişi Sünnî’dir. Gören göz, izi hoş akıl gözüdür.
-
گر بدیدی حس حیوان شاه را ** پس بدیدی گاو و خر الله را 65
- Hayvan duygusu padişahı görseydi öküzle eşek de Allah’ı görürdü.
-
گر نبودی حس دیگر مر ترا ** جز حس حیوان ز بیرون هوا
- Sende hayvan duygusundan başka, heva ve hevesten dışarı bir duygu olmasaydı.
-
پس بنی آدم مکرم کی بدی ** کی به حس مشترک محرم شدی
- Âdemoğulları; nasıl olurda mükerrem, nasıl olur da hayvanla müşterek duygu ile sırra mahrem olurlardı?
-
نا مصور یا مصور گفتننت ** باطل آمد بی ز صورت رستنت
- Sen suretten kurtulmadıkça Allah ya surete sığmaz yahut sığar demen, aslı olmayan bir sözden ibarettir.