-
آن ستونهای خللهای جهان ** آن طبیبان مرضهای نهان 1935
- Âlemin sarsıntılarına, yıkıntılarına direk, destek olan, gizli dertlerin tabibi bulunan o erler;
-
محض مهر و داوری و رحمتند ** همچو حق بیعلت و بیرشوتند
- Muhabbetin, adaletin, rahmetin ta kendisidirler. Onlar, Hak gibi illetsiz, rüşvetsiz kişilerdir.
-
این چه یاری میکنی یک بارگیش ** گوید از بهر غم و بیچارگیش
- Onlardan birine “Can ve gönülden ettiğin bu yardım için, neden yardım ediyorsun?” denilse ancak “ yardım isteyenin gamından, çaresizliğinden” der.
-
مهربانی شد شکار شیر مرد ** در جهان دارو نجوید غیر درد
- Erin avı merhamettir. İlaç, âlemde dertten başka bir şey aramaz.
-
هر کجا دردی دوا آن جا رود ** هر کجا پستی است آب آن جا دود
- Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Su, neresi alçaksa, oraya akar.
-
آب رحمت بایدت رو پست شو ** و آن گهان خور خمر رحمت مست شو 1940
- Sana da rahmet suyu gerekse yürü, alçal da sonra rahmet suyunu iç, sarhoş ol.
-
رحمت اندر رحمت آمد تا به سر ** بر یکی رحمت فرومای ای پسر
- Ta başa kadar rahmet içinde rahmet var. Oğul, bir tek rahmete dalma, bir tek rahmete kani olma.
-
چرخ را در زیر پا آر ای شجاع ** بشنو از فوق فلک بانگ سماع
- Ey yiğit, gökyüzünü ayakaltına al, feleğin üstünden nağme seslerini duy!
-
پنبهی وسواس بیرون کن ز گوش ** تا به گوشت آید از گردون خروش
- Kulağından vesveseler pamuğunu çıkar ki, kâinat’ın cuş’u huruşunu duyasın.
-
پاک کن دو چشم را از موی عیب ** تا ببینی باغ و سروستان غیب
- Gözlerini ayıp kılından arıt ta gayp bağını, gayp selviliğini gör.
-
دفع کن از مغز و از بینی زکام ** تا که ریح الله در آید در مشام 1945
- Burnundan, beyninden nezleyi gider de Allah kokusu burnuna gelsin.
-
هیچ مگذار از تب و صفرا اثر ** تا بیابی از جهان طعم شکر
- Sıtmadan, safradan hiçbir eser bırakma da âlemden şeker lezzetini bul.
-
داروی مردی کن و عنین مپوی ** تا برون آیند صد گون خوب روی
- Sen yüz türlü güzel yüzlü evlât olması için erlik ilâcını kullan, erlikten kesilmiş olarak koşup tozma.
-
کندهی تن را ز پای جان بکن ** تا کند جولان به گرد آن چمن
- Can ayağından ten bukağısını çıkar da meclis etrafında dönüp dolaşsın.
-
غل بخل از دست و گردن دور کن ** بخت نو دریاب در چرخ کهن
- Hasislik zincirini elinden, boynundan at, eski felekte yeni bir baht bul.
-
ور نمیتانی به کعبهی لطف پر ** عرضه کن بیچارگی بر چارهگر 1950
- Lütuf Kâbe’sine uçmaya kanadın yoksa çare bulana arz et.
-
زاری و گریه قوی سرمایهای است ** رحمت کلی قویتر دایهای است
- Ağlayıp inleme kuvvetli bir sermayedir; külli rahmet, pek güçlü bir dadıdır.
-
دایه و مادر بهانه جو بود ** تا که کی آن طفل او گریان شود
- Dadı ve ana, çocuk ne vakit ağlayacak diye bahaneler ararlar.
-
طفل حاجات شما را آفرید ** تا بنالید و شود شیرش پدید
- Allah da sizin hacet çocuklarınızı, ağlasın da süt meydana gelsin diye yarattı;
-
گفت ادعوا الله بیزاری مباش ** تا بجوشد شیرهای مهرهاش
- “Allah’ı çağırın” dedi; ağlayıp inlemeyi bırakma ki Allah’ın merhamet sütleri coşsun.
-
هوی هوی باد و شیر افشان ابر ** در غم مااند یک ساعت تو صبر 1955
- Rüzgârın sesi de bizim gamımızı teskin etmek içindir, bulutun süt yağdırması da. Hele bir an sabret.
-
فی السماء رزقکم بشنیدهای ** اندر این پستی چه بر چفسیدهای
- “Rızkınız gökyüzündedir” ayetini duymadın mı? Neden bu aşağılık yere saplanıp kaldın?
-
ترس و نومیدیت دان آواز غول ** میکشد گوش تو تا قعر سفول
- Korkunu, ümitsizliğini gül sesleri bil. Onlar, seni aşağılıkların ta dibine kadar çekerler.
-
هر ندایی که ترا بالا کشید ** آن ندا میدان که از بالا رسید
- Seni yücelere çeken her ses, bil ki yücelerden gelmektedir.
-
هر ندایی که ترا حرص آورد ** بانگ گرگی دان که او مردم درد
- Sana hırs veren her sesi de adamları paralayan bir kurt sesi bil.
-
این بلندی نیست از روی مکان ** این بلندیهاست سوی عقل و جان 1960
- Bu yücelik, mekân bakımından değildir. Bu yücelikler, akıl ve can yücelikleridir.
-
هر سبب بالاتر آمد از اثر ** سنگ و آهن فایق آمد بر شرر
- Her sebep eserinden yücedir. Çakmak, kıvılcımdan üstündür.
-
آن فلانی فوق آن سرکش نشست ** گر چه در صورت به پهلویش نشست
- Birisi, azametli birinin alt yanına otursa bile hakikatte üst tarafına oturmuş sayılır.
-
فوقی آن جاست از روی شرف ** جای دور از صدر باشد مستخف
- Çünkü orasının üstünlüğü şeref bakımındandır. Başköşeden uzak olan yer, alçaktır.
-
سنگ و آهن زین جهت که سابق است ** در عمل فوقی این دو لایق است
- Kıvılcım çıkarmak için taş ve demir gerek. Bunların varlığına lüzum olduğundan bu ikisi, kıvılcımdan üstün sayılabilirse de.
-
و آن شرر از روی مقصودی خویش ** ز آهن و سنگ است زین رو پیش و بیش 1965
- Çakmaktan maksat taş ve demirden meydana gelen kıvılcım olduğundan, kıvılcım onlardan çok ileridedir.
-
سنگ و آهن اول و پایان شرر ** لیک این هر دو تنند و جان شرر
- Taş ve demir evvel, kıvılcım sonra. Fakat bu ikisi ten, kıvılcım can.
-
آن شرر گر در زمان واپستر است ** در صفت از سنگ و آهن برتر است
- Kıvılcım, zaman itibariyle çakmaktan sonra ise de değeri bakımından ondan üstündür.
-
در زمان شاخ از ثمر سابقتر است ** در هنر از شاخ او فایقتر است
- Zaman bakımından dal, meyveden öncedir, fakat hüner bakımından daldan üstün.
-
چون که مقصود از شجر آمد ثمر ** پس ثمر اول بود و آخر شجر
- Çünkü ağaçtan maksat meyvedir; şu halde meyve evveldir, ağaç sonra gelir.
-
خرس چون فریاد کرد از اژدها ** شیر مردی کرد از جنگش جدا 1970
- Ayı, ejderhadan feryat edince o er, ayıyı onun pençesinden kurtardı.
-
حیلت و مردی بهم دادند پشت ** اژدها را او بدین قوت بکشت
- Hile ile babayiğitlik birleşti, er de ejderhayı bu kuvvetle alt edip öldürdü.
-
اژدها را هست قوت حیله نیست ** نیز فوق حیلهی تو حیلهای است
- Ejderhanın gücü vardır ama hilesi yoktur. Senin hilen var ama hilenden üstün hile de var!
-
حیلهی خود را چو دیدی باز رو ** کز کجا آمد سوی آغاز رو
- Hile ve tedbirini görünce yürü, o hile, o tedbir nereden geldi? O başlangıç tarafına dön, o tarafa yönel.
-
هر چه در پستی است آمد از علا ** چشم را سوی بلندی نه هلا
- Aşağılık âlemde bulunan her şey yücelikten gelmiştir. Haydi, var gözünü yüceliklere dik.
-
روشنی بخشد نظر اندر علی ** گر چه اول خیرگی آرد بلی 1975
- Yücelere bakmak, önce gözü alır, kamaştırır ama sonra bakışa bir aydınlık bağışlar.
-
چشم را در روشنایی خوی کن ** گر نه خفاشی نظر آن سوی کن
- Gözünü aydınlığa alıştır. Yok, eğer yarasaysan karanlıklara baka dur!
-
عاقبت بینی نشان نور تست ** شهوت حالی حقیقت گور تست
- Akıbeti görme, nurunun nişanesidir, bu şehvete düşmense senin mezarın.
-
عاقبت بینی که صد بازی بدید ** مثل آن نبود که یک بازی شنید
- Yüz türlü oyun görüp, yüz türlü tecrübe geçirip akıbeti gören kişi, bir tek oyun görene benzemez.
-
ز آن یکی بازی چنان مغرور شد ** کز تکبر ز اوستادان دور شد
- Bir oyun gören, o tek oyuna öyle mağrur oldu ki ululanması yüzünden üstatlardan uzak kaldı.
-
سامریوار آن هنر در خود چو دید ** او ز موسی از تکبر سر کشید 1980
- Sâmirî gibi. O, kendisinde bir hüner görünce ululanıp Musa’dan baş çekti.
-
او ز موسی آن هنر آموخته ** وز معلم چشم را بر دوخته
- Hâlbuki o, hünerini Musa’dan öğrenmişti. Öyle olduğu halde öğretmeninden gözünü yumdu.
-
لاجرم موسی دگر بازی نمود ** تا که آن بازی و جانش را ربود
- Hulâsa Musa da başka bir oyun etti; onun oyununu kapıverdi, kendisini de!
-
ای بسا دانش که اندر سر دود ** تا شود سرور بدان خود سر رود
- Başta dönüp dolaşan nice hünerler, nice bilgiler vardır ki insan onlarla baş oluncaya kadar, baş elden gider!
-
سر نخواهی که رود تو پای باش ** در پناه قطب صاحب رای باش
- Başının gitmemesini istersen ayak ol, rey ve tedbir sahibi Kutb’a sığın!