-
گفت لا حول این چه افزون گفتن است ** از قدیم این کارها کار من است
- Hizmetçi dedi ki :“ Lâhavle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu işler benim işim.”
-
گفت تر کن آن جوش را از نخست ** کان خر پیر است و دندانهاش سست
- Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü eşek karttır, dişleri sağlam değil” dedi.
-
گفت لاحول این چه میگویی مها ** از من آموزند این ترتیبها
- Hizmetçi “ Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi.
-
گفت پالانش فرو نه پیش پیش ** داروی منبل بنه بر پشت ریش
- Sofi “Önce semerini indir, sırtına da ilâç koy” dedi.
-
گفت لاحول آخر ای حکمت گزار ** جنس تو مهمانم آمد صد هزار 210
- Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konuğum geldi;
-
جمله راضی رفتهاند از پیش ما ** هست مهمان جان ما و خویش ما
- Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler. ”Konuk bizim canımızdır, bizdendir” dedi.
-
گفت آبش ده و لیکن شیر گرم ** گفت لاحول از توام بگرفت شرم
- Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi.
-
گفت اندر جو تو کمتر کاه کن ** گفت لاحول این سخن کوتاه کن
- Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.
-
گفت جایش را بروب از سنگ و پشک ** ور بود تر ریز بر وی خاک خشک
- Sofi “Yerini süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.
-
گفت لاحول ای پدر لاحول کن ** با رسول اهل کمتر گو سخن 215
- Hizmetçi “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle!” dedi.
-
گفت بستان شانه پشت خر بخار ** گفت لاحول ای پدر شرمی بدار
- Sofi “Eşeğin sırtını tımar et” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Baba, artık utan.” dedi.
-
خادم این گفت و میان را بست چست ** گفت رفتم کاه و جو آرم نخست
- Bunu deyip eteğini sıkıca beline doladı. “işte gittim, önce arpa, saman getireyim” dedi.
-
رفت و از آخر نکرد او هیچ یاد ** خواب خرگوشی بدان صوفی بداد
- Gitti ama ahır aklına bile gelmedi. Yalnız sofiyi aldattı.
-
رفت خادم جانب اوباش چند ** کرد بر اندرز صوفی ریشخند
- Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye, onunla alay etmeye koyuldu.
-
صوفی از ره مانده بود و شد دراز ** خوابها میدید با چشم فراز 220
- Sofi uzun zaman yolculukta bulunduğundan gözlerini yumup daldı, rüya görmeye başladı:
-
کان خرش در چنگ گرگی مانده بود ** پارهها از پشت و رانش میربود
- Eşeği bir kurda sataşmıştı. Kurt, sırtından, oyluğundan onu paralıyordu.
-
گفت لاحول این چه مالیخولیاست ** ای عجب آن خادم مشفق کجاست
- Uyanıp “Lâhavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o şefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.
-
باز میدید آن خرش در راه رو ** گه به چاهی میفتاد و گه به گو
- Yine daldı. Bu sefer eşeğini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düşüyor gördü.
-
گونهگون میدید ناخوش واقعه ** فاتحه میخواند او و القارعه
- Türlü, türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazen Karia suresini okuyordu.
-
گفت چاره چیست یاران جستهاند ** رفتهاند و جمله درها بستهاند 225
- “ Çare ne? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi.
-
باز میگفت ای عجب آن خادمک ** نه که با ما گشت هم نان و نمک
- Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki?
-
من نکردم با وی الا لطف و لین ** او چرا با من کند بر عکس کین
- Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki?
-
هر عداوت را سبب باید سند ** ور نه جنسیت وفا تلقین کند
- Her düşmanlığa bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten oluş insanı vefakâr eder” diyordu.
-
باز میگفت آدم با لطف وجود ** کی بر آن ابلیس جوری کرده بود
- Sonra tekrar “ Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, iblise bir cefada bulundu mu ki?
-
آدمی مر مار و کژدم را چه کرد ** کاو همیخواهد مر او را مرگ و درد 230
- İnsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar, daima insanı sokmak öldürmek isterler.
-
گرگ را خود خاصیت بدریدن است ** این حسد در خلق آخر روشن است
- Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demekte”,
-
باز میگفت این گمان بد خطاست ** بر برادر این چنین ظنم چراست
- Sonra yine “ Böyle kötü zanna düşmek hatadır. Neye kardeşim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum?” diye söylenmekteydi.
-
باز گفتی حزم سوء الظن تست ** هر که بد ظن نیست کی ماند درست
- Yine dönüp diyordu ki: “ Bu kötü zanna düşmek de bir tedbire sarılmaktır. Şüpheye düşmeyen muvaffak olur mu?”
-
صوفی اندر وسوسه و آن خر چنان ** که چنین بادا جز ای دشمنان
- Sofi vesvese içindeydi. Eşeğe gelince öyle bir haldeydi ki düşmanların cezası da, dilerim böyle olsun!
-
آن خر مسکین میان خاک و سنگ ** کژ شده پالان دریده پالهنگ 235
- Zavallı eşek; taş toprak içinde, semeri tersine dönmüş, kuskunu kopmuştur.
-
خسته از ره جملهی شب بیعلف ** گاه در جان کندن و گه در تلف
- Yol yürümekten ölmüş, bütün gece yemsiz, gâh can çekişmekte, gâh ölüm haline gelmekteydi.
-
خر همه شب ذکر میکرد ای اله ** جو رها کردم کم از یک مشت کاه
- Bütün gece “Yarabbi, arpadan vazgeçtim, bir avuçcağızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu.
-
با زبان حال میگفت ای شیوخ ** رحمتی که سوختم زین خام شوخ
- Hâl diliyle “Ey şeyhler, bir merhamet edin, bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu.
-
آن چه آن خر دید از رنج و عذاب ** مرغ خاکی بیند اندر سیل آب
- O eşeğin çektiği eziyeti duyduğu azabı ancak karada uçan kuş, sele kapılırsa çeker duyar!
-
بس به پهلو گشت آن شب تا سحر ** آن خر بیچاره از جوع البقر 240
- Nihayet biçare eşek, açlık illetinden o gece seher çağına kadar yan üstü yattı.
-
روز شد خادم بیامد بامداد ** زود پالان جست بر پشتش نهاد
- Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti, sırtına vurdu.
-
خر فروشانه دو سه زخمش بزد ** کرد با خر آن چه ز آن سگ میسزد
- Eşekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa eşeğe onu yaptı.
-
خر جهنده گشت از تیزی نیش ** کو زبان تا خر بگوید حال خویش
- Eşek dayağın, şiddetinden sıçradı, kalktı. Dili yok ki halini söylesin!
-
گمان بردن کاروانیان که بهمیهای صوفی رنجور است
- Kervan halkının Sofinin eşeğini hasta sanmaları
-
چون که صوفی بر نشست و شد روان ** رو در افتادن گرفت او هر زمان
- Sofi, merkebe binip yola düzülünce merkep, her an yüzüstü düşmeye başladı.
-
هر زمانش خلق بر میداشتند ** جمله رنجورش همیپنداشتند 245
- Halk, merkep düştükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu.
-
آن یکی گوشش همیپیچید سخت ** و آن دگر در زیر گامش جست لخت
- Birisi kulağını burmakta, öbürü yara var mı diye damağını yoklamakta,
-
و آن دگر در نعل او میجست سنگ ** و آن دگر در چشم او میدید زنگ
- Diğeri nalında taş aramakta, bir diğeri de gözünü puslu görmekteydi.
-
باز میگفتند ای شیخ این ز چیست ** دی نمیگفتی که شکر این خر قوی است
- Sofiye “ Ey Şeyh, bu ne hal? Dün, şükür olsun, bu eşek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler.
-
گفت آن خر کاو به شب لاحول خورد ** جز بدین شیوه نداند راه کرد
- Sofi, geceleyin “Lâhavle” yiyen eşek, ancak böyle gider.
-
چون که قوت خر به شب لاحول بود ** شب مسبح بود و روز اندر سجود 250
- Merkebin azığı geceleyin “Lâhavle” olur, Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder, dedi.
-
آدمی خوارند اغلب مردمان ** از سلام علیکشان کم جو امان
- İnsanların çoğu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma!
-
خانهی دیو است دلهای همه ** کم پذیر از دیو مردم دمدمه
- Hepsinin de gönlü Şeytan evidir. İnsan şeytanının lâfına pek kulak asma!
-
از دم دیو آن که او لاحول خورد ** هم چو آن خر در سر آید در نبرد
- Şeytan’ın ağzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kişi, savaşta o eşek gibi tepesi üstüne düşer.
-
هر که در دنیا خورد تلبیس دیو ** و ز عدوی دوست رو تعظیم و ریو
- Dünyada Şeytan’ın şeytanlığına uyan; dost yüzlü düşmanın hürmetine, hilesine kanarsa,
-
در ره اسلام و بر پول صراط ** در سر آید همچو آن خر از خباط 255
- O eşek gibi arıklıktan ve sersemlikten İslâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir.