English    Türkçe    فارسی   

2
206-255

  • گفت لا حول این چه افزون گفتن است ** از قدیم این کارها کار من است‏
  • Hizmetçi dedi ki :“ Lâhavle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu işler benim işim.”
  • گفت تر کن آن جوش را از نخست ** کان خر پیر است و دندانهاش سست‏
  • Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü eşek karttır, dişleri sağlam değil” dedi.
  • گفت لاحول این چه می‏گویی مها ** از من آموزند این ترتیبها
  • Hizmetçi “ Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi.
  • گفت پالانش فرو نه پیش پیش ** داروی منبل بنه بر پشت ریش‏
  • Sofi “Önce semerini indir, sırtına da ilâç koy” dedi.
  • گفت لاحول آخر ای حکمت گزار ** جنس تو مهمانم آمد صد هزار 210
  • Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konuğum geldi;
  • جمله راضی رفته‏اند از پیش ما ** هست مهمان جان ما و خویش ما
  • Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler. ”Konuk bizim canımızdır, bizdendir” dedi.
  • گفت آبش ده و لیکن شیر گرم ** گفت لاحول از توام بگرفت شرم‏
  • Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “ Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi.
  • گفت اندر جو تو کمتر کاه کن ** گفت لاحول این سخن کوتاه کن‏
  • Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.
  • گفت جایش را بروب از سنگ و پشک ** ور بود تر ریز بر وی خاک خشک‏
  • Sofi “Yerini süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.
  • گفت لاحول ای پدر لاحول کن ** با رسول اهل کمتر گو سخن‏ 215
  • Hizmetçi “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle!” dedi.
  • گفت بستان شانه پشت خر بخار ** گفت لاحول ای پدر شرمی بدار
  • Sofi “Eşeğin sırtını tımar et” dedi. Hizmetçi “ Lâhavle. Baba, artık utan.” dedi.
  • خادم این گفت و میان را بست چست ** گفت رفتم کاه و جو آرم نخست‏
  • Bunu deyip eteğini sıkıca beline doladı. “işte gittim, önce arpa, saman getireyim” dedi.
  • رفت و از آخر نکرد او هیچ یاد ** خواب خرگوشی بدان صوفی بداد
  • Gitti ama ahır aklına bile gelmedi. Yalnız sofiyi aldattı.
  • رفت خادم جانب اوباش چند ** کرد بر اندرز صوفی ریش‏خند
  • Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye, onunla alay etmeye koyuldu.
  • صوفی از ره مانده بود و شد دراز ** خوابها می‏دید با چشم فراز 220
  • Sofi uzun zaman yolculukta bulunduğundan gözlerini yumup daldı, rüya görmeye başladı:
  • کان خرش در چنگ گرگی مانده بود ** پاره‏ها از پشت و رانش می‏ربود
  • Eşeği bir kurda sataşmıştı. Kurt, sırtından, oyluğundan onu paralıyordu.
  • گفت لاحول این چه مالیخولیاست ** ای عجب آن خادم مشفق کجاست‏
  • Uyanıp “Lâhavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o şefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.
  • باز می‏دید آن خرش در راه رو ** گه به چاهی می‏فتاد و گه به گو
  • Yine daldı. Bu sefer eşeğini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düşüyor gördü.
  • گونه‏گون می‏دید ناخوش واقعه ** فاتحه می‏خواند او و القارعه‏
  • Türlü, türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazen Karia suresini okuyordu.
  • گفت چاره چیست یاران جسته‏اند ** رفته‏اند و جمله درها بسته‏اند 225
  • “ Çare ne? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi.
  • باز می‏گفت ای عجب آن خادمک ** نه که با ما گشت هم نان و نمک‏
  • Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki?
  • من نکردم با وی الا لطف و لین ** او چرا با من کند بر عکس کین‏
  • Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki?
  • هر عداوت را سبب باید سند ** ور نه جنسیت وفا تلقین کند
  • Her düşmanlığa bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten oluş insanı vefakâr eder” diyordu.
  • باز می‏گفت آدم با لطف وجود ** کی بر آن ابلیس جوری کرده بود
  • Sonra tekrar “ Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, iblise bir cefada bulundu mu ki?
  • آدمی مر مار و کژدم را چه کرد ** کاو همی‏خواهد مر او را مرگ و درد 230
  • İnsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar, daima insanı sokmak öldürmek isterler.
  • گرگ را خود خاصیت بدریدن است ** این حسد در خلق آخر روشن است‏
  • Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demekte”,
  • باز می‏گفت این گمان بد خطاست ** بر برادر این چنین ظنم چراست‏
  • Sonra yine “ Böyle kötü zanna düşmek hatadır. Neye kardeşim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum?” diye söylenmekteydi.
  • باز گفتی حزم سوء الظن تست ** هر که بد ظن نیست کی ماند درست‏
  • Yine dönüp diyordu ki: “ Bu kötü zanna düşmek de bir tedbire sarılmaktır. Şüpheye düşmeyen muvaffak olur mu?”
  • صوفی اندر وسوسه و آن خر چنان ** که چنین بادا جز ای دشمنان‏
  • Sofi vesvese içindeydi. Eşeğe gelince öyle bir haldeydi ki düşmanların cezası da, dilerim böyle olsun!
  • آن خر مسکین میان خاک و سنگ ** کژ شده پالان دریده پالهنگ‏ 235
  • Zavallı eşek; taş toprak içinde, semeri tersine dönmüş, kuskunu kopmuştur.
  • خسته از ره جمله‏ی شب بی‏علف ** گاه در جان کندن و گه در تلف‏
  • Yol yürümekten ölmüş, bütün gece yemsiz, gâh can çekişmekte, gâh ölüm haline gelmekteydi.
  • خر همه شب ذکر می‏کرد ای اله ** جو رها کردم کم از یک مشت کاه‏
  • Bütün gece “Yarabbi, arpadan vazgeçtim, bir avuçcağızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu.
  • با زبان حال می‏گفت ای شیوخ ** رحمتی که سوختم زین خام شوخ‏
  • Hâl diliyle “Ey şeyhler, bir merhamet edin, bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu.
  • آن چه آن خر دید از رنج و عذاب ** مرغ خاکی بیند اندر سیل آب‏
  • O eşeğin çektiği eziyeti duyduğu azabı ancak karada uçan kuş, sele kapılırsa çeker duyar!
  • بس به پهلو گشت آن شب تا سحر ** آن خر بی‏چاره از جوع البقر 240
  • Nihayet biçare eşek, açlık illetinden o gece seher çağına kadar yan üstü yattı.
  • روز شد خادم بیامد بامداد ** زود پالان جست بر پشتش نهاد
  • Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti, sırtına vurdu.
  • خر فروشانه دو سه زخمش بزد ** کرد با خر آن چه ز آن سگ می‏سزد
  • Eşekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa eşeğe onu yaptı.
  • خر جهنده گشت از تیزی نیش ** کو زبان تا خر بگوید حال خویش‏
  • Eşek dayağın, şiddetinden sıçradı, kalktı. Dili yok ki halini söylesin!
  • گمان بردن کاروانیان که بهمیه‌ای صوفی رنجور است
  • Kervan halkının Sofinin eşeğini hasta sanmaları
  • چون که صوفی بر نشست و شد روان ** رو در افتادن گرفت او هر زمان‏
  • Sofi, merkebe binip yola düzülünce merkep, her an yüzüstü düşmeye başladı.
  • هر زمانش خلق بر می‏داشتند ** جمله رنجورش همی‏پنداشتند 245
  • Halk, merkep düştükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu.
  • آن یکی گوشش همی‏پیچید سخت ** و آن دگر در زیر گامش جست لخت‏
  • Birisi kulağını burmakta, öbürü yara var mı diye damağını yoklamakta,
  • و آن دگر در نعل او می‏جست سنگ ** و آن دگر در چشم او می‏دید زنگ‏
  • Diğeri nalında taş aramakta, bir diğeri de gözünü puslu görmekteydi.
  • باز می‏گفتند ای شیخ این ز چیست ** دی نمی‏گفتی که شکر این خر قوی است‏
  • Sofiye “ Ey Şeyh, bu ne hal? Dün, şükür olsun, bu eşek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler.
  • گفت آن خر کاو به شب لاحول خورد ** جز بدین شیوه نداند راه کرد
  • Sofi, geceleyin “Lâhavle” yiyen eşek, ancak böyle gider.
  • چون که قوت خر به شب لاحول بود ** شب مسبح بود و روز اندر سجود 250
  • Merkebin azığı geceleyin “Lâhavle” olur, Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder, dedi.
  • آدمی خوارند اغلب مردمان ** از سلام علیک‏شان کم جو امان‏
  • İnsanların çoğu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma!
  • خانه‏ی دیو است دلهای همه ** کم پذیر از دیو مردم دمدمه‏
  • Hepsinin de gönlü Şeytan evidir. İnsan şeytanının lâfına pek kulak asma!
  • از دم دیو آن که او لاحول خورد ** هم چو آن خر در سر آید در نبرد
  • Şeytan’ın ağzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kişi, savaşta o eşek gibi tepesi üstüne düşer.
  • هر که در دنیا خورد تلبیس دیو ** و ز عدوی دوست رو تعظیم و ریو
  • Dünyada Şeytan’ın şeytanlığına uyan; dost yüzlü düşmanın hürmetine, hilesine kanarsa,
  • در ره اسلام و بر پول صراط ** در سر آید همچو آن خر از خباط 255
  • O eşek gibi arıklıktan ve sersemlikten İslâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir.