English    Türkçe    فارسی   

2
219-268

  • رفت خادم جانب اوباش چند ** کرد بر اندرز صوفی ریش‏خند
  • Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye, onunla alay etmeye koyuldu.
  • صوفی از ره مانده بود و شد دراز ** خوابها می‏دید با چشم فراز 220
  • Sofi uzun zaman yolculukta bulunduğundan gözlerini yumup daldı, rüya görmeye başladı:
  • کان خرش در چنگ گرگی مانده بود ** پاره‏ها از پشت و رانش می‏ربود
  • Eşeği bir kurda sataşmıştı. Kurt, sırtından, oyluğundan onu paralıyordu.
  • گفت لاحول این چه مالیخولیاست ** ای عجب آن خادم مشفق کجاست‏
  • Uyanıp “Lâhavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o şefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.
  • باز می‏دید آن خرش در راه رو ** گه به چاهی می‏فتاد و گه به گو
  • Yine daldı. Bu sefer eşeğini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düşüyor gördü.
  • گونه‏گون می‏دید ناخوش واقعه ** فاتحه می‏خواند او و القارعه‏
  • Türlü, türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazen Karia suresini okuyordu.
  • گفت چاره چیست یاران جسته‏اند ** رفته‏اند و جمله درها بسته‏اند 225
  • “ Çare ne? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi.
  • باز می‏گفت ای عجب آن خادمک ** نه که با ما گشت هم نان و نمک‏
  • Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki?
  • من نکردم با وی الا لطف و لین ** او چرا با من کند بر عکس کین‏
  • Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki?
  • هر عداوت را سبب باید سند ** ور نه جنسیت وفا تلقین کند
  • Her düşmanlığa bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten oluş insanı vefakâr eder” diyordu.
  • باز می‏گفت آدم با لطف وجود ** کی بر آن ابلیس جوری کرده بود
  • Sonra tekrar “ Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, iblise bir cefada bulundu mu ki?
  • آدمی مر مار و کژدم را چه کرد ** کاو همی‏خواهد مر او را مرگ و درد 230
  • İnsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar, daima insanı sokmak öldürmek isterler.
  • گرگ را خود خاصیت بدریدن است ** این حسد در خلق آخر روشن است‏
  • Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demekte”,
  • باز می‏گفت این گمان بد خطاست ** بر برادر این چنین ظنم چراست‏
  • Sonra yine “ Böyle kötü zanna düşmek hatadır. Neye kardeşim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum?” diye söylenmekteydi.
  • باز گفتی حزم سوء الظن تست ** هر که بد ظن نیست کی ماند درست‏
  • Yine dönüp diyordu ki: “ Bu kötü zanna düşmek de bir tedbire sarılmaktır. Şüpheye düşmeyen muvaffak olur mu?”
  • صوفی اندر وسوسه و آن خر چنان ** که چنین بادا جز ای دشمنان‏
  • Sofi vesvese içindeydi. Eşeğe gelince öyle bir haldeydi ki düşmanların cezası da, dilerim böyle olsun!
  • آن خر مسکین میان خاک و سنگ ** کژ شده پالان دریده پالهنگ‏ 235
  • Zavallı eşek; taş toprak içinde, semeri tersine dönmüş, kuskunu kopmuştur.
  • خسته از ره جمله‏ی شب بی‏علف ** گاه در جان کندن و گه در تلف‏
  • Yol yürümekten ölmüş, bütün gece yemsiz, gâh can çekişmekte, gâh ölüm haline gelmekteydi.
  • خر همه شب ذکر می‏کرد ای اله ** جو رها کردم کم از یک مشت کاه‏
  • Bütün gece “Yarabbi, arpadan vazgeçtim, bir avuçcağızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu.
  • با زبان حال می‏گفت ای شیوخ ** رحمتی که سوختم زین خام شوخ‏
  • Hâl diliyle “Ey şeyhler, bir merhamet edin, bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu.
  • آن چه آن خر دید از رنج و عذاب ** مرغ خاکی بیند اندر سیل آب‏
  • O eşeğin çektiği eziyeti duyduğu azabı ancak karada uçan kuş, sele kapılırsa çeker duyar!
  • بس به پهلو گشت آن شب تا سحر ** آن خر بی‏چاره از جوع البقر 240
  • Nihayet biçare eşek, açlık illetinden o gece seher çağına kadar yan üstü yattı.
  • روز شد خادم بیامد بامداد ** زود پالان جست بر پشتش نهاد
  • Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti, sırtına vurdu.
  • خر فروشانه دو سه زخمش بزد ** کرد با خر آن چه ز آن سگ می‏سزد
  • Eşekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa eşeğe onu yaptı.
  • خر جهنده گشت از تیزی نیش ** کو زبان تا خر بگوید حال خویش‏
  • Eşek dayağın, şiddetinden sıçradı, kalktı. Dili yok ki halini söylesin!
  • گمان بردن کاروانیان که بهمیه‌ای صوفی رنجور است
  • Kervan halkının Sofinin eşeğini hasta sanmaları
  • چون که صوفی بر نشست و شد روان ** رو در افتادن گرفت او هر زمان‏
  • Sofi, merkebe binip yola düzülünce merkep, her an yüzüstü düşmeye başladı.
  • هر زمانش خلق بر می‏داشتند ** جمله رنجورش همی‏پنداشتند 245
  • Halk, merkep düştükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu.
  • آن یکی گوشش همی‏پیچید سخت ** و آن دگر در زیر گامش جست لخت‏
  • Birisi kulağını burmakta, öbürü yara var mı diye damağını yoklamakta,
  • و آن دگر در نعل او می‏جست سنگ ** و آن دگر در چشم او می‏دید زنگ‏
  • Diğeri nalında taş aramakta, bir diğeri de gözünü puslu görmekteydi.
  • باز می‏گفتند ای شیخ این ز چیست ** دی نمی‏گفتی که شکر این خر قوی است‏
  • Sofiye “ Ey Şeyh, bu ne hal? Dün, şükür olsun, bu eşek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler.
  • گفت آن خر کاو به شب لاحول خورد ** جز بدین شیوه نداند راه کرد
  • Sofi, geceleyin “Lâhavle” yiyen eşek, ancak böyle gider.
  • چون که قوت خر به شب لاحول بود ** شب مسبح بود و روز اندر سجود 250
  • Merkebin azığı geceleyin “Lâhavle” olur, Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder, dedi.
  • آدمی خوارند اغلب مردمان ** از سلام علیک‏شان کم جو امان‏
  • İnsanların çoğu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma!
  • خانه‏ی دیو است دلهای همه ** کم پذیر از دیو مردم دمدمه‏
  • Hepsinin de gönlü Şeytan evidir. İnsan şeytanının lâfına pek kulak asma!
  • از دم دیو آن که او لاحول خورد ** هم چو آن خر در سر آید در نبرد
  • Şeytan’ın ağzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kişi, savaşta o eşek gibi tepesi üstüne düşer.
  • هر که در دنیا خورد تلبیس دیو ** و ز عدوی دوست رو تعظیم و ریو
  • Dünyada Şeytan’ın şeytanlığına uyan; dost yüzlü düşmanın hürmetine, hilesine kanarsa,
  • در ره اسلام و بر پول صراط ** در سر آید همچو آن خر از خباط 255
  • O eşek gibi arıklıktan ve sersemlikten İslâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir.
  • عشوه‏های یار بد منیوش هین ** دام بین ایمن مرو تو بر زمین‏
  • Kötü dostun işvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör, emniyetle yürüme.
  • صد هزار ابلیس لاحول آر بین ** آدما ابلیس را در مار بین‏
  • Yüz binlerce “ Lâhavle” okuyan Şeytan’a bak; ey Âdem, iblisi gör, bak nasıl yılanda gizlenmiş!
  • دم دهد گوید ترا ای جان و دوست ** تا چو قصابی کشد از دوست پوست‏
  • Dostun postunu yüzmek için kasap gibi sana “Ey can, ey sevgili” diye hitap eder.
  • دم دهد تا پوستت بیرون کشد ** وای او کز دشمنان آفیون چشد
  • Bu suretle postunu yüzmek ister. Düşmanların afyonunu tadan kişinin vay haline!
  • سر نهد بر پای تو قصاب‏وار ** دم دهد تا خونت ریزد زار زار 260
  • Ağlatıp inleterek kanını dökmek için kasap gibi ayağın baş kor, sana hitaplarda bulunur.
  • همچو شیری صید خود را خویش کن ** ترک عشوه‏ی اجنبی و خویش کن‏
  • Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklanmasını da terk et, akrabanın yaltaklanmasını da!
  • همچو خادم دان مراعات خسان ** بی‏کسی بهتر ز عشوه‏ی ناکسان‏
  • Aşağılık kişilerin hürmetini, hatır saymasını, o hizmetçinin hürmeti ve hatır sayması gibi bil. Kimsesizlik, adam olmayan kişilerin işvesinden iyidir.
  • در زمین مردمان خانه مکن ** کار خود کن کار بیگانه مکن‏
  • İnsanların arazisine ev kurma, kendi işini, gör yabancı kişinin işini değil!
  • کیست بیگانه تن خاکی تو ** کز برای اوست غمناکی تو
  • Yabancı kişi kimdir? Senin toprak bedenin, senin gama, eleme düşmen de onun yüzündendir.
  • تا تو تن را چرب و شیرین می‏دهی ** جوهر خود را نبینی فربهی‏ 265
  • Tene yağlı, ballı şeyleri verdikçe cevherini, hakikatini semirmiş göremezsin.
  • گر میان مشک تن را جا شود ** روز مردن گند او پیدا شود
  • Teni miskler içine yerleştirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar.
  • مشک را بر تن مزن بر دل بمال ** مشک چه بود نام پاک ذو الجلال‏
  • Miski tene sürme, gönle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allah’ın adı.
  • آن منافق مشک بر تن می‏نهد ** روح را در قعر گلخن می‏نهد
  • O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.