-
گفت امت مشورت با کی کنیم ** انبیا گفتند با عقل امیم
- Ümmet “Kiminle meşveret edelim?” dediler de, peygamberler “ Mukteda olan akılla” diye cevap verdiler.
-
گفت گر کودک در آید یا زنی ** کاو ندارد عقل و رای روشنی 2270
- Hatta soran adam “İyi ama ya hiçbir tedbiri, isabetli aklı olmayan bir çocuk yahut kadın gelirse, onunla da meşverette bulunalım mı?” deyince,
-
گفت با او مشورت کن و انچه گفت ** تو خلاف آن کن و در راه افت
- Peygamber, “ Onunla da meşverette bulun, fakat ne derse onun zıddını yap, ona aykırı yola git” dedi.
-
نفس خود را زن شناس از زن بتر ** ز انکه زن جزوی است نفست کل شر
- Nefsini kadın bil, hatta kadından da beter. Çünkü kadın cüzüdür, nefsinse şerrin küllü!
-
مشورت با نفس خود گر میکنی ** هر چه گوید کن خلاف آن دنی
- Nefsinle meşveret edersen o aşağılığın dediğine uyma, aksini yap;
-
گر نماز و روزه میفرمایدت ** نفس مکار است مکری زایدت
- Hatta sana namaz kıl, oruç tut diye emretse bile, nefis hilecidir, o emriyle bile sana bir hile kuracaktır.
-
مشورت با نفس خویش اندر فعال ** هر چه گوید عکس آن باشد کمال 2275
- Yapacağın işte nefsinle meşveret etmek ve ne derse aksini yapmak kemaldir.
-
بر نیایی با وی و استیز او ** رو بر یاری بگیر آمیز او
- Onunla başa çıkamaz, onun inadına karşı koyamazsın. Yürü, bir dost kazan, onunla uzlaş!
-
عقل قوت گیرد از عقل دگر ** نی شکر کامل شود از نیشکر
- Akıl, başka bir akıldan kuvvet bulur. Şeker kamışı, şeker kamışından kemal kazanır.
-
من ز مکر نفس دیدم چیزها ** کاو برد از سحر خود تمییزها
- Ben, nefsimin hilesinden neler gördüm neler. Sihriyle akıl ve temyizi bile giderir!
-
وعدهها بدهد ترا تازه به دست ** که هزاران بار آنها را شکست
- Sana yeniden yeniye vaatlerde bulunur da binlerce kere bozar.
-
عمر اگر صد سال خود مهلت دهد ** اوت هر روزی بهانهی نو نهد 2280
- Ömrün, sana yüzlerce yıl mühlet verse nefis, her gün yeni bir bahane bulur, sana mâni olur;
-
گرم گوید وعدههای سرد را ** جادویی مردی ببندد مرد را
- Soğuk vaatleri sıcak bir surette söyler. O öyle bir sihirbazdır ki insanı kıskıvrak bağlar.
-
ای ضیاء الحق حسام الدین بیا ** که نروید بیتو از شوره گیا
- Ey hak ziyası Hüsamettin, gel. Bu çoraklıkta sensiz ot bitmiyor.
-
از فلک آویخته شد پردهای ** از پی نفرین دل آزردهای
- Bir velinin gönlünün kırılması yüzünden nefse uyanların önüne bir perde çekilmiştir.
-
این قضا را هم قضا داند علاج ** عقل خلقان در قضا گیج است گیج
- Bu kazaya yapılacak ilâcı yine kaza bilir. Halkın aklı kazaya pek şaşkındır.
-
اژدها گشته ست آن مار سیاه ** آن که کرمی بود افتاده به راه 2285
- Yola düşmüş bir kurt gibi olan o karayılan, ejderha kesilmiştir.
-
اژدها و مار اندر دست تو ** شد عصا ای جان موسی مست تو
- Fakat ejderha da, yılan da senin elinde asâ kesilir, ey Musa’nın canını bile sarhoş eden, ey Musa’yı bile kendisinden geçiren!
-
حکم خذها لا تخف دادت خدا ** تا به دستت اژدها گردد عصا
- Tanrı, sana “ Onu al, korkma, ejderha elinde asâ haline gelecek” hükmünü vermiştir.
-
هین ید بیضا نما ای پادشاه ** صبح نو بگشا ز شبهای سیاه
- Ey padişah, haydi, Yedi Beyzâyı göster. Kara gecelerden yepyeni bir sabah meydana getir.
-
دوزخی افروخت در وی دم فسون ** ای دم تو از دم دریا فزون
- Bir cehennem yandı, alevlendi. Ona üfür ey nefesi, denizin nefesinden üstün ve artık olan!
-
بحر مکار است بنموده کفی ** دوزخ است از مکر بنموده تفی 2290
- Deniz, hilebazdır, sana bir köpük gösterir; cehennemdir, sana bir hararet izhar eder.
-
ز آن نماید مختصر در چشم تو ** تا زبون بینیش جنبد خشم تو
- Onun için de gözüne ehemmiyetsiz görünür, bu suretle onu zebun görürsün, hışmın tepreşir.
-
همچنان که لشکر انبوه بود ** مر پیمبر را به چشم اندک نمود
- Nitekim kalabalık askerde Peygamberin gözüne pek az göründü.
-
تا بر ایشان زد پیمبر بیخطر ** ور فزون دیدی از آن کردی حذر
- De Peygamber, tehlike görmeksizin onlara hücum etti. Eğer fazla görseydi çekinirdi.
-
آن عنایت بود و اهل آن بدی ** احمدا ور نه تو بد دل میشدی
- Ey Ahmet o bir inayetti ve sen onun ehliydin. Yoksa gönlün kötüleşir bozulurdu.
-
کم نمود او را و اصحاب و را ** آن جهاد ظاهر وباطن خدا 2295
- Tanrı, o zâhiri ve bâtınî savaşı ona da ehemmiyetsiz gösterdi, eshabına da.
-
تا میسر کرد یسری را بر او ** تا ز عسری او بگردانید رو
- Bu suretle de kolay şeyi ona kolaylaştırdı, güçten de artık yüz çevirmez oldu.
-
کم نمودن مر و را پیروز بود ** که حقش یار و طریق آموز بود
- Düşmanı ona ehemmiyetsiz göstermek kutlu bir şeydi. Çünkü ona dost olan, yol yordamı öğreten Tanrı’ydı.
-
آن که حق پشتش نباشد از ظفر ** وای اگر گربش نماید شیر نر
- Fakat zafer için yardımcısı Tanrı olmayan kişiye gelince: Ona tavşan bile erkek aslan görünür!
-
وای اگر صدرا یکی بیند ز دور ** تا به چالش اندر آید از غرور
- Vay uzaktan yüzü bir görür de gururlanarak, savaşa girişirse!
-
ز آن نماید ذو الفقاری حربهای ** ز آن نماید شیر نر چون گربهای 2300
- Zülfikâr bir harbe gibi, erkek aslan da bir kedi gibi görünür de,
-
تا دلیر اندر فتد احمق به جنگ ** و اندر آردشان بدین حیلت به چنگ
- Ahmak, yiğitçesine savaşa girişir, bu hileyle pençeye düşer.
-
تا به پای خویش باشند آمده ** آن فلیوان جانب آتشکده
- Bu suretle ateşe tapanlar, ateşgedeye kendi ayaklarıyla gelmiş olurlar.
-
کاه برگی مینماید تا تو زود ** پف کنی کاو را برانی از وجود
- O iş sana bir saman çöpü gibi görünür. Hemencecik onu üfler, yerinden uçururum sanırsın.
-
هین که آن که کوهها بر کنده است ** زو جهان گریان و او در خنده است
- Hâlbuki kendine gel, o saman çöpü, dağları bile yerinden söker. Onun yüzünden âlem ağlamaktadır, o ise gülmekte!
-
مینماید تا به کعب این آب جو ** صد چو عاج ابن عنق شد غرق او 2305
- Bu ırmak suyunun dibindeki topuk da görünür ama Uc-ibn-i Unuk gibi yüzlercesi onda boğulup gitmiştir!
-
مینماید موج خونش تل مشک ** مینماید قعر دریا خاک خشک
- Kan dalgası, misk tepesi, deniz gibi, kuru toprak görünür.
-
خشک دید آن بحر را فرعون کور ** تا در او راند از سر مردی و زور
- Kör Firavun da o denizi kuru gördü de erlik gösterip içine at sürdü.
-
چون در آید در تگ دریا بود ** دیدهی فرعون کی بینا بود
- Fakat içine dalınca denizin dibini boyladı. Firavun’un gözü nasıl olur da görür?
-
دیده بینا از لقای حق شود ** حق کجا هم راز هر احمق شود
- Göz Tanrı yüzüyle görür. Hak, nerede her ahmağın sırdaşı olacak?
-
قند بیند خود شود زهر قتول ** راه بیند خود بود آن بانگ غول 2310
- Şeker görür ama o gık demeden öldüren zehir kesilir. Yol sanır, fakat yol gösteren esas, esasen gul sesinden ibarettir!
-
ای فلک در فتنهی آخر زمان ** تیز میگردی بده آخر زمان
- Ey felek, âhır zaman fitnelerine pek sıkı sarıldın, nihayet bir an mühlet ver!
-
خنجر تیزی تو اندر قصد ما ** نیش زهر آلودهای در فصد ما
- Sen, bizim kastımıza çekilmiş keskin bir hançersin; bizi hacamat etmek için zehirli bir hacamat aletisin.
-
ای فلک از رحم حق آموز رحم ** بر دل موران مزن چون مار زخم
- Ey felek, Tanrı’nın merhametinden merhamet öğren. Yılan gibi, karıncaların gönlünü yaralama!
-
حق آن که چرخهی چرخ ترا ** کرد گردان بر فراز این سرا
- Bu yapının üstünde senin çarkını döndüren hakkı için.
-
که دگرگون گردی و رحمت کنی ** پیش از آن که بیخ ما را بر کنی 2315
- Kökümüzü söküp çıkarmadan biraz da başka türlü dön, merhamete gel.
-
حق آن که دایگی کردی نخست ** تا نهال ما ز آب و خاک رست
- Emriyle önce dadılığımızı yaptığın, fidanımızı sudan, topraktan bitirdiğin Tanrı hakkı için;
-
حق آن شه که ترا صاف آفرید ** کرد چندان مشعله در تو پدید
- Seni sâf yaratan, sen de bu kadar meşaleler meydana getiren padişah hakkı için.
-
آن چنان معمور و باقی داشتت ** تا که دهری از ازل پنداشتت
- O seni o kadar mamur ve baki bir hale soktu ki, Dehrî, nihayet senin evveline evvel yok sandı.