English    Türkçe    فارسی   

2
2278-2327

  • من ز مکر نفس دیدم چیزها ** کاو برد از سحر خود تمییزها
  • Ben, nefsimin hilesinden neler gördüm neler. Sihriyle akıl ve temyizi bile giderir!
  • وعده‏ها بدهد ترا تازه به دست ** که هزاران بار آنها را شکست‏
  • Sana yeniden yeniye vaatlerde bulunur da binlerce kere bozar.
  • عمر اگر صد سال خود مهلت دهد ** اوت هر روزی بهانه‏ی نو نهد 2280
  • Ömrün, sana yüzlerce yıl mühlet verse nefis, her gün yeni bir bahane bulur, sana mâni olur;
  • گرم گوید وعده‏های سرد را ** جادویی مردی ببندد مرد را
  • Soğuk vaatleri sıcak bir surette söyler. O öyle bir sihirbazdır ki insanı kıskıvrak bağlar.
  • ای ضیاء الحق حسام الدین بیا ** که نروید بی‏تو از شوره گیا
  • Ey hak ziyası Hüsamettin, gel. Bu çoraklıkta sensiz ot bitmiyor.
  • از فلک آویخته شد پرده‏ای ** از پی نفرین دل آزرده‏ای‏
  • Bir velinin gönlünün kırılması yüzünden nefse uyanların önüne bir perde çekilmiştir.
  • این قضا را هم قضا داند علاج ** عقل خلقان در قضا گیج است گیج‏
  • Bu kazaya yapılacak ilâcı yine kaza bilir. Halkın aklı kazaya pek şaşkındır.
  • اژدها گشته ست آن مار سیاه ** آن که کرمی بود افتاده به راه‏ 2285
  • Yola düşmüş bir kurt gibi olan o karayılan, ejderha kesilmiştir.
  • اژدها و مار اندر دست تو ** شد عصا ای جان موسی مست تو
  • Fakat ejderha da, yılan da senin elinde asâ kesilir, ey Musa’nın canını bile sarhoş eden, ey Musa’yı bile kendisinden geçiren!
  • حکم خذها لا تخف دادت خدا ** تا به دستت اژدها گردد عصا
  • Tanrı, sana “ Onu al, korkma, ejderha elinde asâ haline gelecek” hükmünü vermiştir.
  • هین ید بیضا نما ای پادشاه ** صبح نو بگشا ز شبهای سیاه‏
  • Ey padişah, haydi, Yedi Beyzâyı göster. Kara gecelerden yepyeni bir sabah meydana getir.
  • دوزخی افروخت در وی دم فسون ** ای دم تو از دم دریا فزون‏
  • Bir cehennem yandı, alevlendi. Ona üfür ey nefesi, denizin nefesinden üstün ve artık olan!
  • بحر مکار است بنموده کفی ** دوزخ است از مکر بنموده تفی‏ 2290
  • Deniz, hilebazdır, sana bir köpük gösterir; cehennemdir, sana bir hararet izhar eder.
  • ز آن نماید مختصر در چشم تو ** تا زبون بینیش جنبد خشم تو
  • Onun için de gözüne ehemmiyetsiz görünür, bu suretle onu zebun görürsün, hışmın tepreşir.
  • همچنان که لشکر انبوه بود ** مر پیمبر را به چشم اندک نمود
  • Nitekim kalabalık askerde Peygamberin gözüne pek az göründü.
  • تا بر ایشان زد پیمبر بی‏خطر ** ور فزون دیدی از آن کردی حذر
  • De Peygamber, tehlike görmeksizin onlara hücum etti. Eğer fazla görseydi çekinirdi.
  • آن عنایت بود و اهل آن بدی ** احمدا ور نه تو بد دل می‏شدی‏
  • Ey Ahmet o bir inayetti ve sen onun ehliydin. Yoksa gönlün kötüleşir bozulurdu.
  • کم نمود او را و اصحاب و را ** آن جهاد ظاهر وباطن خدا 2295
  • Tanrı, o zâhiri ve bâtınî savaşı ona da ehemmiyetsiz gösterdi, eshabına da.
  • تا میسر کرد یسری را بر او ** تا ز عسری او بگردانید رو
  • Bu suretle de kolay şeyi ona kolaylaştırdı, güçten de artık yüz çevirmez oldu.
  • کم نمودن مر و را پیروز بود ** که حقش یار و طریق آموز بود
  • Düşmanı ona ehemmiyetsiz göstermek kutlu bir şeydi. Çünkü ona dost olan, yol yordamı öğreten Tanrı’ydı.
  • آن که حق پشتش نباشد از ظفر ** وای اگر گربش نماید شیر نر
  • Fakat zafer için yardımcısı Tanrı olmayan kişiye gelince: Ona tavşan bile erkek aslan görünür!
  • وای اگر صدرا یکی بیند ز دور ** تا به چالش اندر آید از غرور
  • Vay uzaktan yüzü bir görür de gururlanarak, savaşa girişirse!
  • ز آن نماید ذو الفقاری حربه‏ای ** ز آن نماید شیر نر چون گربه‏ای‏ 2300
  • Zülfikâr bir harbe gibi, erkek aslan da bir kedi gibi görünür de,
  • تا دلیر اندر فتد احمق به جنگ ** و اندر آردشان بدین حیلت به چنگ‏
  • Ahmak, yiğitçesine savaşa girişir, bu hileyle pençeye düşer.
  • تا به پای خویش باشند آمده ** آن فلیوان جانب آتش‏کده‏
  • Bu suretle ateşe tapanlar, ateşgedeye kendi ayaklarıyla gelmiş olurlar.
  • کاه برگی می‏نماید تا تو زود ** پف کنی کاو را برانی از وجود
  • O iş sana bir saman çöpü gibi görünür. Hemencecik onu üfler, yerinden uçururum sanırsın.
  • هین که آن که کوهها بر کنده است ** زو جهان گریان و او در خنده است‏
  • Hâlbuki kendine gel, o saman çöpü, dağları bile yerinden söker. Onun yüzünden âlem ağlamaktadır, o ise gülmekte!
  • می‏نماید تا به کعب این آب جو ** صد چو عاج ابن عنق شد غرق او 2305
  • Bu ırmak suyunun dibindeki topuk da görünür ama Uc-ibn-i Unuk gibi yüzlercesi onda boğulup gitmiştir!
  • می‏نماید موج خونش تل مشک ** می‏نماید قعر دریا خاک خشک‏
  • Kan dalgası, misk tepesi, deniz gibi, kuru toprak görünür.
  • خشک دید آن بحر را فرعون کور ** تا در او راند از سر مردی و زور
  • Kör Firavun da o denizi kuru gördü de erlik gösterip içine at sürdü.
  • چون در آید در تگ دریا بود ** دیده‏ی فرعون کی بینا بود
  • Fakat içine dalınca denizin dibini boyladı. Firavun’un gözü nasıl olur da görür?
  • دیده بینا از لقای حق شود ** حق کجا هم راز هر احمق شود
  • Göz Tanrı yüzüyle görür. Hak, nerede her ahmağın sırdaşı olacak?
  • قند بیند خود شود زهر قتول ** راه بیند خود بود آن بانگ غول‏ 2310
  • Şeker görür ama o gık demeden öldüren zehir kesilir. Yol sanır, fakat yol gösteren esas, esasen gul sesinden ibarettir!
  • ای فلک در فتنه‏ی آخر زمان ** تیز می‏گردی بده آخر زمان‏
  • Ey felek, âhır zaman fitnelerine pek sıkı sarıldın, nihayet bir an mühlet ver!
  • خنجر تیزی تو اندر قصد ما ** نیش زهر آلوده‏ای در فصد ما
  • Sen, bizim kastımıza çekilmiş keskin bir hançersin; bizi hacamat etmek için zehirli bir hacamat aletisin.
  • ای فلک از رحم حق آموز رحم ** بر دل موران مزن چون مار زخم‏
  • Ey felek, Tanrı’nın merhametinden merhamet öğren. Yılan gibi, karıncaların gönlünü yaralama!
  • حق آن که چرخه‏ی چرخ ترا ** کرد گردان بر فراز این سرا
  • Bu yapının üstünde senin çarkını döndüren hakkı için.
  • که دگرگون گردی و رحمت کنی ** پیش از آن که بیخ ما را بر کنی‏ 2315
  • Kökümüzü söküp çıkarmadan biraz da başka türlü dön, merhamete gel.
  • حق آن که دایگی کردی نخست ** تا نهال ما ز آب و خاک رست‏
  • Emriyle önce dadılığımızı yaptığın, fidanımızı sudan, topraktan bitirdiğin Tanrı hakkı için;
  • حق آن شه که ترا صاف آفرید ** کرد چندان مشعله در تو پدید
  • Seni sâf yaratan, sen de bu kadar meşaleler meydana getiren padişah hakkı için.
  • آن چنان معمور و باقی داشتت ** تا که دهری از ازل پنداشتت‏
  • O seni o kadar mamur ve baki bir hale soktu ki, Dehrî, nihayet senin evveline evvel yok sandı.
  • شکر دانستیم آغاز ترا ** انبیا گفتند آن راز ترا
  • Şükür olsun ki senin evvelini bildik. Peygamberler sırrını söyledi.
  • آدمی داند که خانه حادث است ** عنکبوتی نه که در وی عابث است‏ 2320
  • İnsan olan bilir ki o, sonradan yapılmalıdır. Fakat evde ağ kuran örümcek ne bilsin!
  • پشه کی داند که این باغ از کی است ** کاو بهاران زاد و مرگش در دی است‏
  • Sivrisinek ne bilir, bu bağ kimin? Baharın doğar, kışın ölür.
  • کرم کاندر چوب زاید سست حال ** کی بداند چوب را وقت نهال‏
  • Tahta içinde sınık bir halde doğan kurt, tahtanın fidanlık halini bilir mi?
  • ور بداند کرم از ماهیتش ** عقل باشد کرم باشد صورتش‏
  • Bilse bilse o vakit mahiyeti itibariyle akıl sahibi olur, isterse sureti kurt olsun.
  • عقل خود را می‏نماید رنگها ** چون پری دور است از آن فرسنگ‏ها
  • Akıl, kendini renk, renk, çeşit, çeşit gösterir, ama peri gibi o suretlerden fersahlarca uzaktır.
  • از ملک بالاست چه جای پری ** تو مگس پری به پستی می‏پری‏ 2325
  • Hatta peri de nedir ki? Melekten bile üstündür. Fakat sen sinek kanatlısın da onun için aşağılarda uçuyorsun.
  • گر چه عقلت سوی بالا می‏پرد ** مرغ تقلیدت به پستی می‏چرد
  • Gerçi aklın, seni yüceliklere çekmekte; ama taklit kurşun aşağılıklarda yayılmakta.
  • علم تقلیدی وبال جان ماست ** عاریه ست و ما نشسته کان ماست‏
  • Taklitten doğan bilgi canımızın vebalidir, iğretidir. Bizse o bizim malımızdır diye oturup kalmışız.