-
گفت هیهی این دعا دیگر مکن ** بر مکن تو خویش را از بیخ و بن
- Peygamber, “Ne yaptın? Sakın bir daha bu duada bulunma. Kendi kökünü kendin kazıp sökme.
-
تو چه طاقت داری ای مور نژند ** که نهد بر تو چنان کوه بلند
- Ey zayıf karınca, senin ne takatin var ki böyle bir yüce dağı yüklenmeye kalkışıyorsun!” dedi.
-
گفت توبه کردم ای سلطان که من ** از سر جلدی نه لافم هیچ فن
- Adam dedi ki: “Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir lâf etmem.”
-
این جهان تیه است و تو موسی و ما ** از گنه در تیه مانده مبتلا
- Bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilâlara uğramış kişileriz.
-
سالها ره میرویم و در اخیر ** همچنان در منزل اول اسیر 2485
- Yıllarcadır yol görüyoruz, fakat sonunda yine ilk konakta esiriz.
-
گر دل موسی ز ما راضی بدی ** تیه را راه و کران پیدا شدی
- Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.
-
ور به کل بیزار بودی او ز ما ** کی رسیدی خوانمان هیچ از سما
- Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı hiç yemeğimiz gökten gelir miydi?
-
کی ز سنگی چشمهها جوشان شدی ** در بیابانمان امان جان شدی
- Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı, çölde canımızı kurtarabilir miydik?
-
بل به جای خوان خود آتش آمدی ** اندر این منزل لهب بر ما زدی
- Hattâ bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık.
-
چون دو دل شد موسی اندر کار ما ** گاه خصم ماست گاهی یار ما 2490
- Musa, bizden hem hoşnut, hem değil, gâh dostumuz, gâh düşmanımız.
-
خشمش آتش میزند در رخت ما ** حلم او رد میکند تیر بلا
- Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte, hilmi belâya siper olmakta.
-
کی بود که حلم گردد خشم نیز ** نیست این نادر ز لطفت ای عزیز
- Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Tanrı, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki.
-
مدح حاضر وحشت است از بهر این ** نام موسی میبرم قاصد چنین
- Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı methetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum.
-
ور نه موسی کی روا دارد که من ** پیش تو یاد آورم از هیچ تن
- Yoksa değil Musa, kim olursa olsun. Senin karşında başka birinden bahsetmem yaraşır mı?
-
عهد ما بشکست صد بار و هزار ** عهد تو چون کوه ثابت برقرار 2495
- Bizim ahitlerimiz yüzlerce, binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dağ gibi, yerinden bile oynamıyor.
-
عهد ما کاه و به هر بادی زبون ** عهد تو کوه و ز صد که هم فزون
- Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çeşit rüzgâra karşı zebundur. Senin ahdinse dağ gibi, hatta yüzlerce dağdan da kuvvetli.
-
حق آن قوت که بر تلوین ما ** رحمتی کن ای امیر لونها
- O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girişimize bir acı!
-
خویش را دیدیم و رسوایی خویش ** امتحان ما مکن ای شاه بیش
- Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da. Padişahım, bizi fazla imtihana çekme.
-
تا فضیحتهای دیگر را نهان ** کرده باشی ای کریم مستعان
- De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Tanrı, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak.
-
بیحدی تو در جمال و در کمال ** در کژی ما بیحدیم و در ضلال 2500
- Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz eğrilikte sapıklıkta sonsuz!
-
بیحدی خویش بگمار ای کریم ** بر کژی بیحد مشتی لئیم
- Şu bir avuç aşağılık kişililerin kötülükteki sonsuzluğunu sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.
-
هین که از تقطیع ما یک تار ماند ** مصر بودیم و یکی دیوار ماند
- Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir şehirdik, tek bir duvarımız yerinde.
-
البقیه البقیه ای خدیو ** تا نگردد شاد کلی جان دیو
- Ey sahibimiz, şu kalanı koru, şu kalanı koru da Şeytan, tamamıyla sevinmesin.
-
بهر ما نه بهر آن لطف نخست ** که تو کردی گمرهان را باز جست
- Bizim hatırımız için değil, suçluları yine arayıp kayırdığın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi.
-
چون نمودی قدرتت بنمای رحم ** ای نهاده رحمها در لحم و شحم 2505
- Mademki kudretini gösterdin, merhametini de göster, ey et ve yağ parçalarına merhametler ihsan eden Tanrı.
-
این دعا گر خشم افزاید ترا ** تو دعا تعلیم فرما مهترا
- Eğer bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Tanrı, sen bize bir dua öğret.
-
آن چنان کادم بیفتاد از بهشت ** رجعتش دادی که رست از دیو زشت
- Nitekim Âdem cennetten çıkınca ona tövbe etmeyi nasip ettin de kötü Şeytan'dan kurtuldu.
-
دیو که بود کاو ز آدم بگذرد ** بر چنین نطعی از او بازی برد
- Şeytan da kimdir ki Âdemden üstün olsun, böyle bir düzenle oyunu kazansın, onu alt etsin.
-
در حقیقت نفع آدم شد همه ** لعنت حاسد شده آن دمدمه
- Bunların hepsi de hakikatte Âdem’in faydasını temin etti. Şeytan’ın hilesi, düzeni, o hasetçiye lânet edilmesine sebep oldu.
-
بازیی دید و دو صد بازی ندید ** پس ستون خانهی خود را برید 2510
- Şeytan, bir oyunu gördü de iki yüz oyunu göremedi. O yüzden kendi evinin direğini kendisi kesti.
-
آتشی زد شب به کشت دیگران ** باد آتش را به کشت او بران
- Gece vakti başkalarının ekinini ateşlemek istedi, fakat yel, ateşi kendi ekinine sürdü.
-
چشم بندی بود لعنت دیو را ** تا زیان خصم دید آن ریو را
- Lânet, Şeytana bir gözbağı oldu, bu yüzden hileyi düşmanı olan Âdem’e ziyan sandı.
-
لعنت این باشد که کژبینش کند ** حاسد و خود بین و پر کینش کند
- Lânet dediğin de işte insanı böyle ters görüşlü yapar. Hasetçi, kendini görür, beğenir, kindar bir hale gelir.
-
تا نداند که هر آن که کرد بد ** عاقبت باز آید و بر وی زند
- Nihayet kötülüğün, sonunda dönüp kötülükte bulunana geleceğini, ona ziyan vereceğini anlamaz.
-
جمله فرزین بندها بیند بعکس ** مات بر وی گردد و نقصان و وکس 2515
- Kendisini mat edecek şeylerin hepsini aksine görür. Hâlbuki mat olan kendisidir, kendisi ziyan eder!
-
ز انکه گر او هیچ بیند خویش را ** مهلک و ناسور بیند ریش را
- Çünkü kendisi bir hiçten ibaret olduğunu görse, yarasının öldürücü ve şiddetli olduğunu bilse,
-
درد خیزد زین چنین دیدن درون ** درد او را از حجاب آرد برون
- Böyle görüş, böyle biliş, adamın gönlünü dertlendirir. Dert de onu hicaptan çıkarırdı.
-
تا نگیرد مادران را درد زه ** طفل در زادن نیابد هیچ ره
- Anaları doğum ağrısı tutmasa çocuk doğmaya hiçbir yol bulamaz.
-
این امانت در دل و دل حامله ست ** این نصیحتها مثال قابله ست
- Bu emanet gönüldedir, gönülde gebe. Bu nasihatlerse ebeye benzer.
-
قابله گوید که زن را درد نیست ** درد باید درد کودک را رهی است 2520
- Ebe “Kadının ağrısı yok, ağrı lâzım, ağrı çocuğa yoldur” der.
-
آن که او بیدرد باشد ره زن است ** ز انکه بیدردی انا الحق گفتن است
- Dertsiz kişi yol vurucudur, dertsizlik “Enel Hak- ben Hakk’ım” demektir.
-
آن انا بیوقت گفتن لعنت است ** آن انا در وقت گفتن رحمت است
- Bu “Ene” sözünü vakitsiz söylemek; lânete düşmektir, “Ene” yi vaktinde söylemek rahmettir.
-
آن انا منصور رحمت شد یقین ** آن انا فرعون لعنت شد ببین
- Mansur’un “Ene” deyişi, şüphe yok ki rahmetten ibarettir; fakat Firavunun “ Ene” deyişine bir bak, lânetin ta kendisi!
-
لاجرم هر مرغ بیهنگام را ** سر بریدن واجب است اعلام را
- Hulasa vakitsiz öten her horozun ibret için başını kesmek gerekir.
-
سر بریدن چیست کشتن نفس را ** در جهاد و ترک گفتن نفس را 2525
- Baş kesmek nedir? Dünyada nefsi öldürmek, nefsin dileklerini terk etmek.
-
آن چنان که نیش کژدم بر کنی ** تا که یابد او ز کشتن ایمنی
- Bu da öldürülmekten kurtulsun diye akrebin iğnesini çıkarmak gibidir.
-
بر کنی دندان پر زهری ز مار ** تا رهد مار از بلای سنگسار
- Taşla tepelenme belâsından kurtulsun diye yılanın zehirli dişini sökersin ya!
-
هیچ نکشد نفس را جز ظل پیر ** دامن آن نفس کش را سخت گیر
- Nefsi, pirin gölgesinden başka hiçbir şey öldürmez. O nefis öldürenin eteğine sımsıkı sarıl.
-
چون بگیری سخت آن توفیق هوست ** در تو هر قوت که آید جذب اوست
- Eteğini sıkıca tuttun mu, bu, Tanrı tevfikidir. Sende beliren her kuvvet, onun seni çekişinden, dileyişinden meydana gelir.
-
ما رمیت إذ رمیت راست دان ** هر چه کارد جان بود از جان جان 2530
- “Ma remeye iz remeyte” iyi bil. Canın nesi varsa canlar canındandır.