-
خانهی دیو است دلهای همه ** کم پذیر از دیو مردم دمدمه
- Hepsinin de gönlü Şeytan evidir. İnsan şeytanının lâfına pek kulak asma!
-
از دم دیو آن که او لاحول خورد ** هم چو آن خر در سر آید در نبرد
- Şeytan’ın ağzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kişi, savaşta o eşek gibi tepesi üstüne düşer.
-
هر که در دنیا خورد تلبیس دیو ** و ز عدوی دوست رو تعظیم و ریو
- Dünyada Şeytan’ın şeytanlığına uyan; dost yüzlü düşmanın hürmetine, hilesine kanarsa,
-
در ره اسلام و بر پول صراط ** در سر آید همچو آن خر از خباط 255
- O eşek gibi arıklıktan ve sersemlikten İslâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir.
-
عشوههای یار بد منیوش هین ** دام بین ایمن مرو تو بر زمین
- Kötü dostun işvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör, emniyetle yürüme.
-
صد هزار ابلیس لاحول آر بین ** آدما ابلیس را در مار بین
- Yüz binlerce “ Lâhavle” okuyan Şeytan’a bak; ey Âdem, iblisi gör, bak nasıl yılanda gizlenmiş!
-
دم دهد گوید ترا ای جان و دوست ** تا چو قصابی کشد از دوست پوست
- Dostun postunu yüzmek için kasap gibi sana “Ey can, ey sevgili” diye hitap eder.
-
دم دهد تا پوستت بیرون کشد ** وای او کز دشمنان آفیون چشد
- Bu suretle postunu yüzmek ister. Düşmanların afyonunu tadan kişinin vay haline!
-
سر نهد بر پای تو قصابوار ** دم دهد تا خونت ریزد زار زار 260
- Ağlatıp inleterek kanını dökmek için kasap gibi ayağın baş kor, sana hitaplarda bulunur.
-
همچو شیری صید خود را خویش کن ** ترک عشوهی اجنبی و خویش کن
- Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklanmasını da terk et, akrabanın yaltaklanmasını da!
-
همچو خادم دان مراعات خسان ** بیکسی بهتر ز عشوهی ناکسان
- Aşağılık kişilerin hürmetini, hatır saymasını, o hizmetçinin hürmeti ve hatır sayması gibi bil. Kimsesizlik, adam olmayan kişilerin işvesinden iyidir.
-
در زمین مردمان خانه مکن ** کار خود کن کار بیگانه مکن
- İnsanların arazisine ev kurma, kendi işini, gör yabancı kişinin işini değil!
-
کیست بیگانه تن خاکی تو ** کز برای اوست غمناکی تو
- Yabancı kişi kimdir? Senin toprak bedenin, senin gama, eleme düşmen de onun yüzündendir.
-
تا تو تن را چرب و شیرین میدهی ** جوهر خود را نبینی فربهی 265
- Tene yağlı, ballı şeyleri verdikçe cevherini, hakikatini semirmiş göremezsin.
-
گر میان مشک تن را جا شود ** روز مردن گند او پیدا شود
- Teni miskler içine yerleştirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar.
-
مشک را بر تن مزن بر دل بمال ** مشک چه بود نام پاک ذو الجلال
- Miski tene sürme, gönle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Allah’ın adı.
-
آن منافق مشک بر تن مینهد ** روح را در قعر گلخن مینهد
- O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.
-
بر زبان نام حق و در جان او ** گندها از فکر بیایمان او
- Dilin de Allah adı, canındaysa imansız düşüncesi yüzünden pis kokular!
-
ذکر با او همچو سبزه گلخن است ** بر سر مبرز گلست و سوسن است 270
- Onun zikretmesi külhanda biten yeşilliğe, aptes bozulan yerde yetişen gül ve süsene benzer.
-
آن نبات آن جا یقین عاریت است ** جای آن گل مجلس است و عشرت است
- O yeşillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan işret edilen yerdir.
-
طیبات آید به سوی طیبین ** للخبیثین الخبیثات است هین
- Temiz şeyler temizlere aittir; pisler de pis şeylere... Kendine gel!
-
کین مدار آنها که از کین گمرهند ** گورشان پهلوی کین داران نهند
- Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.
-
اصل کینه دوزخ است و کین تو ** جزو آن کل است و خصم دین تو
- Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düşmanı.
-
چون تو جزو دوزخی پس هوش دار ** جزو سوی کل خود گیرد قرار 275
- Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını başına al cüzü, küllünün yanında karar eder.
-
تلخ با تلخان یقین ملحق شود ** کی دم باطل قرین حق شود
- Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulaşır?
-
ای برادر تو همان اندیشهای ** ما بقی تو استخوان و ریشهای
- Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin.
-
گر گل است اندیشهی تو گلشنی ** ور بود خاری تو هیمهی گلخنی
- Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
-
گر گلابی، بر سر و جیبت زنند ** ور تو چون بولی برونت افکنند
- Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.
-
طبلهها در پیش عطاران ببین ** جنس را با جنس خود کرده قرین 280
- Koku satanların tablalarına bak. Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar.
-
جنسها با جنسها آمیخته ** زین تجانس زینتی انگیخته
- Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
-
گر در آمیزند عود و شکرش ** بر گزیند یک یک از یکدیگرش
- Fakat mercimek, şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar.
-
طبلهها بشکست و جانها ریختند ** نیک و بد در همدگر آمیختند
- Tablalar kırıldı, canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.
-
حق فرستاد انبیا را با ورق ** تا گزید این دانهها را بر طبق
- Allah, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
-
پیش از ایشان ما همه یکسان بدیم ** کس ندانستی که ما نیک و بدیم 285
- Peygamberler, gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi.
-
قلب و نیکو در جهان بودی روان ** چون همه شب بود و ما چون شب روان
- Âlemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamıyla geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.
-
تا بر آمد آفتاب انبیا ** گفت ای غش دور شو صافی بیا
- Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.
-
چشم داند فرق کردن رنگ را ** چشم داند لعل را و سنگ را
- Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.
-
چشم داند گوهر و خاشاک را ** چشم را ز آن میخلد خاشاکها
- İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
-
دشمن روزند این قلابکان ** عاشق روزند آن زرهای کان 290
- Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır. Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır.
-
ز آن که روز است آینهی تعریف او ** تا ببیند اشرفی تشریف او
- Çünkü gündüz, kuyumcu ve sarraf, altını fark etsin diye altına aynadır.
-
حق قیامت را لقب ز آن روز کرد ** روز بنماید جمال سرخ و زرد
- Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiğinden Allah, kıyamete Gün lâkabını taktı.
-
پس حقیقت روز سر اولیاست ** روز پیش ماهشان چون سایههاست
- Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.
-
عکس راز مرد حق دانید روز ** عکس ستاریش شام چشم دوز
- Gündüzü, Allah erinin sırrının aksi bilin; gözü örten akşamı da onun ayıp örtücülüğünün aksi.
-
ز آن سبب فرمود یزدان و الضحی ** و الضحی نور ضمیر مصطفی 295
- Allah onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur.
-
قول دیگر کین ضحی را خواست دوست ** هم برای آنکه این هم عکس اوست
- Allah, kuşluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kuşluk çağı, onun aksi olduğundandır.
-
ور نه بر فانی قسم گفتن خطاست ** خود فنا چه لایق گفت خداست
- Yoksa fâni olan şeye yemin etmek hatadır. Böyle olduğu halde fâni şeyin Allah’ın sözüne girmesi lâyık olur mu?
-
لا أحب الآفلین گفت آن خلیل ** کی فنا خواهد از این رب جلیل
- Halil “ Ben fâni olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu Allah nasıl olur da fâni şeyi diler, sever?
-
باز و اللیل است ستاری او ** و آن تن خاکی زنگاری او
- “Velleyl” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülüğü, toprağa mensup olan cismidir.
-
آفتابش چون بر آمد ز آن فلک ** با شب تن گفت هین ما ودعک 300
- Bu kuşluk çağının güneşi o, gökten doğdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi.
-
وصل پیدا گشت از عین بلا ** ز آن حلاوت شد عبارت ما قلی
- Belanın ta kendisinden vuslat meydana geldi; “ Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti.