-
ما رمیت إذ رمیت راست دان ** هر چه کارد جان بود از جان جان 2530
- “Ma remeye iz remeyte” iyi bil. Canın nesi varsa canlar canındandır.
-
دست گیرنده وی است و بردبار ** دمبهدم آن دم از او امید دار
- Elini tutan, yükünü yüklenen odur. Her an, her nefes, o anı, o nefesi ondan um!
-
نیست غم گر دیر بیاو ماندهای ** دیرگیر و سختگیرش خواندهای
- Onun feyzine geç mazhar olduysan gam yeme. Bilirsin ki ihmal etmez, imhal eder.
-
دیر گیرد سخت گیرد رحمتش ** یک دمت غایب ندارد حضرتش
- Tanrı rahmeti geç erişir ama adamakıllı erişir, seni bir an bile huzurundan ayırmaz, her an seninledir.
-
گر تو خواهی شرح این وصل و ولا ** از سر اندیشه میخوان و الضحی
- Bu vuslatın, bu muhabbetin şerhini duymak istersen adamakıllı düşünerek “Vedduha” suresini okuyuver!
-
ور تو گویی هم بدیها از وی است ** لیک آن نقصان فضل او کی است 2535
- Eğer sen kötülükler de ondandır dersen öyledir ama bundan onun kemaline noksan mı gelir ki?
-
آن بدی دادن کمال اوست هم ** من مثالی گویمت ای محتشم
- Bu kötülük ihsanı da onun kemalindendir. Dinle ulu kişi, sana bir misal getireyim:
-
کرد نقاشی دو گونه نقشها ** نقشهای صاف و نقشی بیصفا
- Meselâ ressam iki türlü resim yapar: Güzellerin resimleriyle, çirkin resimleri.
-
نقش یوسف کرد و حور خوش سرشت ** نقش عفریتان و ابلیسان زشت
- Yusuf’un, yaratılışı güzel hurinin resmini de yapar, ifritlerin, çirkin iblislerin resmini de.
-
هر دو گونه نقش استادی اوست ** زشتی او نیست آن رادی اوست
- İki türlü resim de onun üstatlığının eseridir. Bu, ressamın çirkinliğine delil olamaz, bilâkis üstatlığına delildir.
-
زشت را در غایت زشتی کند ** جمله زشتیها به گردش بر تند 2540
- Çirkini gayet çirkin olarak yapar, o derecede ki bütün çirkinlikler, onun etrafında döner, örülür.
-
تا کمال دانشش پیدا شود ** منکر استادیش رسوا شود
- Bu suretle de bilgisindeki kemal meydana gelir, üstatlığını inkâr eden rüsvay olur.
-
ور نداند زشت کردن ناقص است ** زین سبب خلاق گبر و مخلص است
- Eğer çirkinin resmini yapmayı bilmezse ressam, nâkıstır. İşte bu yüzden Tanrı hem kâfirin yaratıcısıdır, hem müminin.
-
پس از این رو کفر و ایمان شاهدند ** بر خداوندیش و هر دو ساجدند
- Bu yüzden küfür de Tanrılığına şahittir, iman da. İkisi de ona secde eder.
-
لیک مومن دان که طوعا ساجد است ** ز انکه جویای رضا و قاصد است
- Fakat bil ki müminin secdesi dileyerektir. Çünkü mümin, Tanrı rızasını arar, maksadı onun rızasını almaktır.
-
هست کرها گبر هم یزدان پرست ** لیک قصد او مرادی دیگر است 2545
- Kâfir de istemeyerek Tanrı’ya tapar ama onun maksadı başkadır.
-
قلعهای سلطان عمارت میکند ** لیک دعوی امارت میکند
- Padişahın kalesini yapar ama beylik dâvasındadır.
-
گشته یاغی تا که ملک او بود ** عاقبت خود قلعه سلطانی شود
- Kale, onun malı olsun diye isyan eder, fakat nihayet kale, padişahın eline geçer.
-
مومن آن قلعه برای پادشاه ** میکند معمور نه از بهر جاه
- Müminse o kaleyi padişah için tamir eder, makam sahibi, mevki sahibi olmak için değil.
-
زشت گوید ای شه زشت آفرین ** قادری بر خوب و بر زشت مهین
- Çirkin, “Ey çirkini de yaratan padişah, sen güzeli de yaratmaya kaadirsin, çirkini de” der.
-
خوب گوید ای شه حسن و بها ** پاک گردانیدیم از عیبها 2550
- Güzel de “Ey güzellik padişahı, beni bütün ayıplardan arıttın” der.
-
وصیت کردن پیغامبر صلی الله علیه و آله مر آن بیمار را و دعا آموزانیدنش
- Peygamber Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in nasihat etmesi ve hastaya dua öğretmesi
-
گفت پیغمبر مر آن بیمار را ** این بگو کای سهل کن دشوار را
- Peygamber, o hastaya dedi ki: “Sen, şunu söyle; Tanrı, sen bize güçlükleri kolaylaştır.
-
آتنا فی دار دنیانا حسن ** آتنا فی دار عقبانا حسن
- Dünya yurdunda bize iyilik ver, ahiret yurdunda da.
-
راه را بر ما چو بستان کن لطیف ** منزل ما خود تو باشی ای شریف
- Yolumuzu gül bahçesi gibi lâtif bir hale getir, ey Yüce Tanrı, konağımız zaten sensin.”
-
مومنان در حشر گویند ای ملک ** نی که دوزخ بود راه مشترک
- Müminler mahşerde derler ki; “Ey melekler, cehennem müşterek bir yol değil miydi?
-
مومن و کافر بر او یابد گذار ** ما ندیدیم اندر این ره دود و نار 2555
- Mümin de oraya uğrayacaktı, kâfir de. Fakat biz bu yolda ne duman gördük, ne ateş.
-
نک بهشت و بارگاه ایمنی ** پس کجا بود آن گذرگاه دنی
- İşte burası cennet, emniyet yurdu. Peki o aşağılık uğrak nerede?”
-
پس ملک گوید که آن روضهی خضر ** که فلان جا دیدهاید اندر گذر
- Melekler derler ki: “Hani geçerken filân yerde gördüğümüz o yemyeşil bahçe vardı ya.
-
دوزخ آن بود و سیاستگاه سخت ** بر شما شد باغ و بستان و درخت
- Cehennem, o şiddetli azap yurdu, işte orasıydı. Fakat size bağlık, bahçelik, yeşillik bir yer oldu.
-
چون شما این نفس دوزخ خوی را ** آتشی گبر فتنه جوی را
- Siz, bu cehennem huylu, kötü suratlı, ateş meşrepli nefsi.
-
جهدها کردید و او شد پر صفا ** نار را کشتید از بهر خدا 2560
- Çalışıp, çabalayıp tertemiz bir hale getirdiniz; Tanrı için ateşi söndürdünüz:
-
آتش شهوت که شعله میزدی ** سبزهی تقوی شد و نور هدی
- Şulelenip duran şehvet ateşini takva yeşilliği, hidayet nuru haline soktunuz;
-
آتش خشم از شما هم حلم شد ** ظلمت جهل از شما هم علم شد
- Hırs ateşiniz hilim, bilgisizlik karanlığı ilim oldu;
-
آتش حرص از شما ایثار شد ** و آن حسد چون خار بد گلزار شد
- Hırs ateşini attınız; o ateş diken gibiydi, gül bahçesine döndü..
-
چون شما این جمله آتشهای خویش ** بهر حق کشتید جمله پیش پیش
- Mademki siz kendinizdeki bütün ateşleri bizim için söndürdünüz, bu suretle de zehir, bal haline geldi.
-
نفس ناری را چو باغی ساختید ** اندر او تخم وفا انداختید 2565
- Mademki ateşe mensup olan nefsi bir bahçe yapıp oraya vefa tohumları ektiniz,
-
بلبلان ذکر و تسبیح اندر او ** خوش سرایان در چمن بر طرف جو
- Oradaki zikir ve tespih bülbülleri, yeşillikte, ırmak kıyısında güzel bir tarzda ötüşmeye koyuldular.
-
داعی حق را اجابت کردهاید ** در جحیم نفس آب آوردهاید
- Tanrı’ya, çağırana icabet ettiniz, nefis cehennemine su serptiniz.
-
دوزخ ما نیز در حق شما ** سبزه گشت و گلشن و برگ و نوا
- Bizim cehennemimiz de size yeşillik, gül bahçesi, ağaçlık haline geldi.”
-
چیست احسان را مکافات ای پسر ** لطف و احسان و ثواب معتبر
- Oğul, ihsanın karşılığı nedir? Lütuf, ihsan ve en değerli sevap.
-
نی شما گفتید ما قربانیایم ** پیش اوصاف بقا ما فانیایم 2570
- Siz, biz kurbanız, varlık, iyilik vasıflarına karşı fâniyiz:
-
ما اگر قلاش و گر دیوانهایم ** مست آن ساقی و آن پیمانهایم
- Kalleşsek de, divaneysek de o sâkinin, o kadehin sarhoşlarıyız;
-
بر خط و فرمان او سر مینهیم ** جان شیرین را گروگان میدهیم
- Onun hükmüne, onun fermanına baş koymakta, tatlı canımızı ona peşkeş sunmaktayız.
-
تا خیال دوست در اسرار ماست ** چاکری و جان سپاری کار ماست
- Sevgilinin hayali, gönüllerimizde oldukça; işimiz, kulluk ve can vermedir, demediniz mi?
-
هر کجا شمع بلا افروختند ** صد هزاران جان عاشق سوختند
- Nerede bir belâ çırağı uyandırdılarsa orada yüz binlerce âşığın canını yaktılar.
-
عاشقانی کز درون خانهاند ** شمع روی یار را پروانهاند 2575
- Evin içinde ki âşıklar, sevgilinin cemali çırağına pervanedirler.
-
ای دل آن جا رو که با تو روشناند ** وز بلاها مر ترا چون جوشناند
- Gönül, seninle nurlanan yere, belâlardan sana siperlerden olanların meclisine,
-
ز آن میان جان ترا جا میکنند ** تا ترا پر باده چون جامی کنند
- Sana canlarında yer verenlerin, seni şaraplarla dopdolu bir kadeh haline getirenlerin yanına git!
-
در میان جان ایشان خانه گیر ** در فلک خانه کن ای بدر منیر
- Onların canlarında yurt kur; ey aydın dolunay, gökyüzünde mekân tut!
-
چون عطارد دفتر دل واکنند ** تا که بر تو سرها پیدا کنند
- Onlar, sana sırları belirtmek için Utarit gibi gönül defterini açarlar.