-
در سفر گر روم بینی یا ختن ** از دل تو کی رود حب الوطن 2620
- Seferde Rum diyarı ehlinden birisini yahut Huten’li birisini görmekle vatan sevgisi kalbinden çıkar mı?
-
ما هم از مستان این می بودهایم ** عاشقان درگه وی بودهایم
- Biz de bu şarabın sarhoşlarındandık, biz de kapısının âşıklarındandık.
-
ناف ما بر مهر او ببریدهاند ** عشق او در جان ما کاریدهاند
- Göbeğimizi onun sevgisiyle kestik, sevgisini canımıza ektiler.
-
روز نیکو دیدهایم از روزگار ** آب رحمت خوردهایم اندر بهار
- Zamanede güzel günler gördük, baharda rahmet suları içtik.
-
نه که ما را دست فضلش کاشته ست ** از عدم ما را نه او برداشته ست
- Bizim varlığımızı da “Onun fazıl” ve ihsan eli ekmemiş midir? Bizi de yoktan yaratan o değil mi?
-
ای بسا کز وی نوازش دیدهایم ** در گلستان رضا گردیدهایم 2625
- Ondan nice lütuflar görmüşüz, rıza gülistanında nice dolaşmışız.
-
بر سر ما دست رحمت مینهاد ** چشمههای لطف از ما میگشاد
- Başımıza rahmet elini koyar, bize de lütuf çeşmelerini izhar ederdi.
-
وقت طفلیام که بودم شیر جو ** گاهوارم را که جنبانید او
- Ben daha çocukken, süt emiyorken beşiğimi kim salladı? O!
-
از که خوردم شیر غیر شیر او ** کی مرا پرورد جز تدبیر او
- Onun sütünden başka kimden süt emdim, onun tedbirinden başka beni kim yetiştirdi?
-
خوی کان با شیر رفت اندر وجود ** کی توان آن را ز مردم واگشود
- Vücuda sütle giren huyu, çıkarmaya kimin iktidarı vardır?
-
گر عتابی کرد دریای کرم ** بسته کی گردند درهای کرم 2630
- Kerem denizi bir itapta, bulunsa bile, kerem kapılarını kapalı bırakır mı?
-
اصل نقدش داد و لطف و بخشش است ** قهر بر وی چون غباری از غش است
- Onun, asıl peşin ihsan ettiği para, lütuf ve vergisidir. Kahırsa, o paranın üstüne konmuş arızi bir tozdan ibarettir.
-
از برای لطف عالم را بساخت ** ذرهها را آفتاب او نواخت
- Âlemi lütfetmek için yarattı. Zerrelere, onun güneşi riayetlerde bulundu.
-
فرقت از قهرش اگر آبستن است ** بهر قدر وصل او دانستن است
- Ayrılık bile, onun kahrından doğmakla berber vuslatın kadrini bilmek içindir.
-
تا دهد جان را فراقش گوشمال ** جان بداند قدر ایام وصال
- Bu suretle diler ki ayrıldığı, canın kulağını bursun, onu tedibetsin de can, vuslat günlerini bilsin.
-
گفت پیغمبر که حق فرموده است ** قصد من از خلق احسان بوده است 2635
- Peygamber “Tanrı, âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti.
-
آفریدم تا ز من سودی کنند ** تا ز شهدم دستآلودی کنند
- Yarattım ki benden bir fayda görsünler, balıma parmaklarını bansınlar.
-
نی برای آن که تا سودی کنم ** و ز برهنه من قبایی بر کنم
- Ben bir fayda göreyim, çıplak adamdan bir libas elde edeyim diye yaratmadım, dedi” buyurmuştur.
-
چند روزی که ز پیشم رانده است ** چشم من در روی خوبش مانده است
- Birkaç gün oldu ki beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun güzel yüzünde.
-
کز چنان رویی چنین قهر ای عجب ** هر کسی مشغول گشته در سبب
- Böyle bir yüzden bu çeşit kahra uğramak şaşılacak şey. Herkes sebeple meşgul olup durmakta.
-
من سبب را ننگرم کان حادث است ** ز انکه حادث حادثی را باعث است 2640
- Hâlbuki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra meydana gelen bir şeydir. Sonradan meydana gelen bir şeyin varlığına sebep olur.
-
لطف سابق را نظاره میکنم ** هر چه آن حادث دو پاره میکنم
- Ben ezeli lütfa bakar, sonradan meydana geleni yırtar, iki parça ederim.
-
ترک سجده از حسد گیرم که بود ** آن حسد از عشق خیزد نز جحود
- Tutalım, Âdem’e secde etmemem hasettendi. Ama o haset de aşktan meydana geldi; inattan, inkârdan değil.
-
هر حسد از دوستی خیزد یقین ** که شود با دوست غیری همنشین
- Her haset, şüphesiz dostluktan meydana gelir. Sevgiliyle başkaları bir arada oturunca haset baş gösterir.
-
هست شرط دوستی غیرت پزی ** همچو شرط عطسه گفتن دیر زی
- Aksırana “Çok yaşa “ demek dostluktan olduğu gibi, kıskançlık da dostluğun şartıdır.
-
چون که بر نطعش جز این بازی نبود ** گفت بازی کن چه دانم در فزود 2645
- Onun oyununda bundan başka bir oyun yoktu ki? Oyna dedi, ben ne bilirim ki ona katayım?
-
آن یکی بازی که بد من باختم ** خویشتن را در بلا انداختم
- Bir tek oyunum vardı, oynadım, kendimi kaldırıp belâya attım.
-
در بلا هم میچشم لذات او ** مات اویم مات اویم مات او
- Belâda da onun lezzetlerini tatmak istedim, ona mat oldum, ona mat oldum, ona mat oldum!
-
چون رهاند خویشتن را ای سره ** هیچ کس در شش جهت از شش دره
- Ey ulu kişi, bu altı cihetli âlemde kim, kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki?
-
جزو شش از کل شش چون وارهد ** خاصه که بیچون مر او را کژ نهد
- Altının cüz’ü, nasıl olurda küllünden kurtulur? Hele keyfiyetsiz Tanrı onu eğri yaratmışsa!
-
هر که در شش او درون آتش است ** اوش برهاند که خلاق شش است 2650
- Bu altı cihet içinde ateşe dalmış kişiyi ancak altı ciheti yaratan Tanrı kurtarabilir.
-
خود اگر کفر است و گر ایمان او ** دست باف حضرت است و آن او
- Küfür olsun, iman olsun, onun eliyle dokunmadır, onundur.”
-
باز تقریر کردن معاویه با ابلیس مکر او را
- Muaviye’nin tekrar İblis’e İblis’in hilelerini anlatması
-
گفت امیر او را که اینها راست است ** لیک بخش تو ازینها کاست است
- Emîr ona dedi ki: “Bunlar doğru. Fakat bunlardan senin payın eksik.
-
صد هزاران را چو من تو ره زدی ** حفره کردی در خزینه آمدی
- Sen, benim gibi yüz binlerce kişinin yolunu urdum delik deldin, hazineye girdin!
-
آتشی از تو نسوزم چاره نیست ** کیست کز دست تو جامهش پاره نیست
- Hem ateş ve neft olasın, hem yakmayasın, buna imkân var mı? Kimdir ki senin elinden elbisesi yırtılmamış olsun!
-
طبعت ای آتش چو سوزانیدنی است ** تا نسوزانی تو چیزی چاره نیست 2655
- Ey, ateş senin tabiatın yakmaktır, bir şeyi yakmaman mümkün değil.
-
لعنت این باشد که سوزانت کند ** اوستاد جمله دزدانت کند
- Tanrı seni yakıcı bir hale getirmiş, bütün hırsızların üstadı etmiştir. İşte lânet budur.
-
با خدا گفتی شنیدی رو برو ** من چه باشم پیش مکرت ای عدو
- Tanrı ile yüz yüze konuştum. Ey düşman, senin hilene karşı ben kim oluyorum?
-
معرفتهای تو چون بانگ صفیر ** بانگ مرغانی است لیکن مرغ گیر
- Senin marifetlerin, ıslık sesi gibidir, kuşların seslerine benzer, fakat kuş avlar.
-
صد هزاران مرغ را آن ره زده ست ** مرغ غره کاشنایی آمده ست
- O, yüz binlerce kuşun yolunu urmuştur. Kuş, aşina bir kuş geldi sanıp aldanmıştır.
-
در هوا چون بشنود بانگ صفیر ** از هوا آید شود اینجا اسیر 2660
- Havada uçarken ıslık sesini duyunca havadan iner, burada esir olur.
-
قوم نوح از مکر تو در نوحهاند ** دل کباب و سینه شرحه شرحهاند
- Nuh’un kavmi senin hilenden feryada düşmüşler, gönülleri yanmış, göğüsleri paramparça olmuştur.
-
عاد را تو باد دادی در جهان ** در فگندی در عذاب و اندهان
- Cihanda Âd kavmine rüzgârı sen yolladın, onları azaplara, mihnetlere sen düşürdün.
-
از تو بود آن سنگسار قوم لوط ** در سیاه آبه ز تو خوردند غوط
- Lût kavminin başına taş yağmasına sen sebep oldun. O kara suyun içinde, senin yüzünden boğuldular.
-
مغز نمرود از تو آمد ریخته ** ای هزاران فتنهها انگیخته
- Nemrut’un beyni, senin yüzünden döküldü binlerce fitneler meydana getiren Şeytan!
-
عقل فرعون ذکی فیلسوف ** کور گشت از تو نیابید او وقوف 2665
- Filozof, zeki Firavunun aklı körleşti, senin yüzünden bir şey anlamaz oldu.
-
بو لهب هم از تو نااهلی شده ** بو الحکم هم از تو بو جهلی شده
- Ebulehep de senin yüzünden naehil, oldu. Ebülhakem de senin yüzünden Ebucehil kesildi.
-
ای بر این شطرنج بهر یاد را ** مات کرده صد هزار استاد را
- Ey bu satrançta nam için yüz binlerce ustayı mat eden!
-
ای ز فرزین بندهای مشکلت ** سوخته دلها سیه گشته دلت
- Ey müşkül oyunlarıyla gönülleri yakan ve gönlüne merhamet gelmeyen!
-
بحر مکری تو خلایق قطرهای ** تو چو کوهی وین سلیمان ذرهای
- Sen hile denizisin, halk bir katradan ibaret. Sen dağ gibisin, selim kalpli insanlara ancak bir zerre!