- 
		    فرقت از قهرش اگر آبستن است ** بهر قدر وصل او دانستن است
- Ayrılık bile, onun kahrından doğmakla berber vuslatın kadrini bilmek içindir.
- 
		    تا دهد جان را فراقش گوشمال ** جان بداند قدر ایام وصال
- Bu suretle diler ki ayrıldığı, canın kulağını bursun, onu tedibetsin de can, vuslat günlerini bilsin.
- 
		   گفت پیغمبر که حق فرموده است ** قصد من از خلق احسان بوده است   2635
- Peygamber “Tanrı, âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti.
- 
		    آفریدم تا ز من سودی کنند ** تا ز شهدم دستآلودی کنند
- Yarattım ki benden bir fayda görsünler, balıma parmaklarını bansınlar.
- 
		    نی برای آن که تا سودی کنم ** و ز برهنه من قبایی بر کنم
- Ben bir fayda göreyim, çıplak adamdan bir libas elde edeyim diye yaratmadım, dedi” buyurmuştur.
- 
		    چند روزی که ز پیشم رانده است ** چشم من در روی خوبش مانده است
- Birkaç gün oldu ki beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun güzel yüzünde.
- 
		    کز چنان رویی چنین قهر ای عجب ** هر کسی مشغول گشته در سبب
- Böyle bir yüzden bu çeşit kahra uğramak şaşılacak şey. Herkes sebeple meşgul olup durmakta.
- 
		   من سبب را ننگرم کان حادث است ** ز انکه حادث حادثی را باعث است   2640
- Hâlbuki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra meydana gelen bir şeydir. Sonradan meydana gelen bir şeyin varlığına sebep olur.
- 
		    لطف سابق را نظاره میکنم ** هر چه آن حادث دو پاره میکنم
- Ben ezeli lütfa bakar, sonradan meydana geleni yırtar, iki parça ederim.
- 
		    ترک سجده از حسد گیرم که بود ** آن حسد از عشق خیزد نز جحود
- Tutalım, Âdem’e secde etmemem hasettendi. Ama o haset de aşktan meydana geldi; inattan, inkârdan değil.
- 
		    هر حسد از دوستی خیزد یقین ** که شود با دوست غیری همنشین
- Her haset, şüphesiz dostluktan meydana gelir. Sevgiliyle başkaları bir arada oturunca haset baş gösterir.
- 
		    هست شرط دوستی غیرت پزی ** همچو شرط عطسه گفتن دیر زی
- Aksırana “Çok yaşa “ demek dostluktan olduğu gibi, kıskançlık da dostluğun şartıdır.
- 
		   چون که بر نطعش جز این بازی نبود ** گفت بازی کن چه دانم در فزود   2645
- Onun oyununda bundan başka bir oyun yoktu ki? Oyna dedi, ben ne bilirim ki ona katayım?
- 
		    آن یکی بازی که بد من باختم ** خویشتن را در بلا انداختم
- Bir tek oyunum vardı, oynadım, kendimi kaldırıp belâya attım.
- 
		    در بلا هم میچشم لذات او ** مات اویم مات اویم مات او
- Belâda da onun lezzetlerini tatmak istedim, ona mat oldum, ona mat oldum, ona mat oldum!
- 
		    چون رهاند خویشتن را ای سره ** هیچ کس در شش جهت از شش دره
- Ey ulu kişi, bu altı cihetli âlemde kim, kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki?
- 
		    جزو شش از کل شش چون وارهد ** خاصه که بیچون مر او را کژ نهد
- Altının cüz’ü, nasıl olurda küllünden kurtulur? Hele keyfiyetsiz Tanrı onu eğri yaratmışsa!
- 
		   هر که در شش او درون آتش است ** اوش برهاند که خلاق شش است   2650
- Bu altı cihet içinde ateşe dalmış kişiyi ancak altı ciheti yaratan Tanrı kurtarabilir.
- 
		    خود اگر کفر است و گر ایمان او ** دست باف حضرت است و آن او
- Küfür olsun, iman olsun, onun eliyle dokunmadır, onundur.”
- 
		  باز تقریر کردن معاویه با ابلیس مکر او را
- Muaviye’nin tekrar İblis’e İblis’in hilelerini anlatması
- 
		    گفت امیر او را که اینها راست است ** لیک بخش تو ازینها کاست است
- Emîr ona dedi ki: “Bunlar doğru. Fakat bunlardan senin payın eksik.
- 
		    صد هزاران را چو من تو ره زدی ** حفره کردی در خزینه آمدی
- Sen, benim gibi yüz binlerce kişinin yolunu urdum delik deldin, hazineye girdin!
- 
		    آتشی از تو نسوزم چاره نیست ** کیست کز دست تو جامهش پاره نیست
- Hem ateş ve neft olasın, hem yakmayasın, buna imkân var mı? Kimdir ki senin elinden elbisesi yırtılmamış olsun!
- 
		   طبعت ای آتش چو سوزانیدنی است ** تا نسوزانی تو چیزی چاره نیست   2655
- Ey, ateş senin tabiatın yakmaktır, bir şeyi yakmaman mümkün değil.
- 
		    لعنت این باشد که سوزانت کند ** اوستاد جمله دزدانت کند
- Tanrı seni yakıcı bir hale getirmiş, bütün hırsızların üstadı etmiştir. İşte lânet budur.
- 
		    با خدا گفتی شنیدی رو برو ** من چه باشم پیش مکرت ای عدو
- Tanrı ile yüz yüze konuştum. Ey düşman, senin hilene karşı ben kim oluyorum?
- 
		    معرفتهای تو چون بانگ صفیر ** بانگ مرغانی است لیکن مرغ گیر
- Senin marifetlerin, ıslık sesi gibidir, kuşların seslerine benzer, fakat kuş avlar.
- 
		    صد هزاران مرغ را آن ره زده ست ** مرغ غره کاشنایی آمده ست
- O, yüz binlerce kuşun yolunu urmuştur. Kuş, aşina bir kuş geldi sanıp aldanmıştır.
- 
		   در هوا چون بشنود بانگ صفیر ** از هوا آید شود اینجا اسیر   2660
- Havada uçarken ıslık sesini duyunca havadan iner, burada esir olur.
- 
		    قوم نوح از مکر تو در نوحهاند ** دل کباب و سینه شرحه شرحهاند
- Nuh’un kavmi senin hilenden feryada düşmüşler, gönülleri yanmış, göğüsleri paramparça olmuştur.
- 
		    عاد را تو باد دادی در جهان ** در فگندی در عذاب و اندهان
- Cihanda Âd kavmine rüzgârı sen yolladın, onları azaplara, mihnetlere sen düşürdün.
- 
		    از تو بود آن سنگسار قوم لوط ** در سیاه آبه ز تو خوردند غوط
- Lût kavminin başına taş yağmasına sen sebep oldun. O kara suyun içinde, senin yüzünden boğuldular.
- 
		    مغز نمرود از تو آمد ریخته ** ای هزاران فتنهها انگیخته
- Nemrut’un beyni, senin yüzünden döküldü binlerce fitneler meydana getiren Şeytan!
- 
		   عقل فرعون ذکی فیلسوف ** کور گشت از تو نیابید او وقوف   2665
- Filozof, zeki Firavunun aklı körleşti, senin yüzünden bir şey anlamaz oldu.
- 
		    بو لهب هم از تو نااهلی شده ** بو الحکم هم از تو بو جهلی شده
- Ebulehep de senin yüzünden naehil, oldu. Ebülhakem de senin yüzünden Ebucehil kesildi.
- 
		    ای بر این شطرنج بهر یاد را ** مات کرده صد هزار استاد را
- Ey bu satrançta nam için yüz binlerce ustayı mat eden!
- 
		    ای ز فرزین بندهای مشکلت ** سوخته دلها سیه گشته دلت
- Ey müşkül oyunlarıyla gönülleri yakan ve gönlüne merhamet gelmeyen!
- 
		    بحر مکری تو خلایق قطرهای ** تو چو کوهی وین سلیمان ذرهای
- Sen hile denizisin, halk bir katradan ibaret. Sen dağ gibisin, selim kalpli insanlara ancak bir zerre!
- 
		   کی رهد از مکر تو ای مختصم ** غرق طوفانیم الا من عصم   2670
- Ey düşmanlık edip duran Şeytan, senin hilenden kim kurtulabilir? Hepimiz tufana gark olmuşuz. Ancak Tanrı’nın koruduğu müstesna.
- 
		    بس ستارهی سعد از تو محترق ** بس سپاه و جمع از تو مفترق
- Nice saadetli yıldız, senin yüzünden ihtiraka düşmüştür. Nice askerler, nice topluluklar, senin yüzünden darmadağın olmuştur!”
- 
		  باز جواب گفتن ابلیس معاویه را
- İblis’in Muaviye’ye cevap vermesi
- 
		    گفت ابلیسش گشای این عقد را ** من محکم قلب را و نقد را
- İblis Muaviye’ye dedi ki: “Bu bağı çöz. Ben, kalpla halis için mehenğim.
- 
		    امتحان شیر و کلبم کرد حق ** امتحان نقد و قلبم کرد حق
- Hak, beni aslanla köpeği imtihan etmek için yarattı, halisle kalpı ayırt etmek için halk etti.
- 
		    قلب را من کی سیه رو کردهام ** صیرفیام قیمت او کردهام
- Ben, kalpın yüzünü ne vakit karartmışım. Kuyumcuyum ben, ona daima değerini verdim.
- 
		   نیکوان را ره نمایی میکنم ** شاخههای خشک را بر میکنم   2675
- İyilere yol gösteririm, kuru dalları keserim.
- 
		    این علفها مینهم از بهر چیست ** تا پدید آید که حیوان جنس کیست
- Bu otları niye ortaya koyarım? Hayvan hangi cinstendir, meydana çıksın diye.
- 
		    گرگ از آهو چو زاید کودکی ** هست در گرگیش و آهویی شکی
- Kurt, ceylândan bir yavru doğursa onun kurt yahut ceylân oluşunda şüphe edilir.
- 
		    تو گیاه و استخوان پیشش بریز ** تا کدامین سو کند او گام تیز
- Önüne otla kemik koy. Bakalım hangisine tezce adım atacak, hangisine meyledecek?
- 
		    گر به سوی استخوان آید سگ است ** ور گیا خواهد یقین آهو رگ است
- Eğer kemiğe gelirse köpektir, ota meylederse şüphe yok, ceylân cinsindendir.
- 
		   قهر و لطفی جفت شد با همدگر ** زاد از این هر دو جهانی خیر و شر   2680
- Kahırla lütuf, birbirine eş oldu. Bu ikisinden bir hayır ve şer âlemi doğdu.
- 
		    تو گیاه و استخوان را عرضه کن ** قوت نفس و قوت جان را عرضه کن
- Sen otla kemiği göster, nefis ve can gıdasını arz et.
- 
		    گر غذای نفس جوید ابتر است ** ور غذای روح خواهد سرور است
- Nefis gıdasını isterse aşağılıktır, ruh gıdasını isterse serverdir.