-
باغبان گوید اگر مسعودیای ** کاشکی کژ بودیای تر بودیای
- Bahçıvan der ki: “Kutlu bir şey olsaydın da keşke eğri olsaydın, fakat yaş olsaydın!
-
جاذب آب حیاتی گشتهای ** اندر آب زندگی آغشتیای
- Öyle olsaydın Âbıhayatı çeker, dirilik suyu ile karışır, hayat bulurdun.
-
تخم تو بد بوده است و اصل تو ** با درخت خوش نبوده وصل تو
- Tohumun kötüymüş, aslın kötüymüş, güzel bir ağaca ulaşamamışsın.
-
شاخ تلخ ار با خوشی وصلت کند ** آن خوشی اندر نهادش بر زند
- Güzel bir ağaç dalı, kötü bir ağaca aşılansa o güzellik, kötü ağacın tabiatını da güzelleştirir.”
-
عنف کردن معاویه با ابلیس
- Muaviye’nin Şeytan’a kızıp sert muamelede bulunması
-
گفت امیر ای راه زن حجت مگو ** مر ترا ره نیست در من ره مجو 2700
- Emîr, Şeytana dedi ki: “Ey yol vurucu, delil getirme. Beni kandırmağa yol bulamazsın, yol arama.
-
ره زنی و من غریب و تاجرم ** هر لباساتی که آری کی خرم
- Sen bir dolandırıcısın ben de garip bir tacirim. Getirdiğin her elbiseyi nasıl alabilirim?
-
گرد رخت من مگرد از کافری ** تو نه ای رخت کسی را مشتری
- Kâfirlik edip pılımın, pırtımın etrafında dolaşma. Sen hiç kimsenin malına müşteri değilsin.
-
مشتری نبود کسی را راه زن ** ور نماید مشتری مکر است و فن
- Dolandırıcı müşteri olamaz. Müşteri gibi görünse bile bu, hileden, düzenden ibarettir.
-
تا چه دارد این حسود اندر کدو ** ای خدا فریاد ما را زین عدو
- Kim bilir, bu hasetçinin kabağında ne var? Tanrı, bu düşmanın elinden bizi kurtar, feryadımıza yetiş!
-
گر یکی فصلی دگر در من دمد ** در رباید از من این ره زن نمد 2705
- Bir kere daha bana üfürür, beni bir kere daha afsunlarsa bu hırsız, hırkamı kaptı gitti!
-
نالیدن معاویه به حضرت حق تعالی از ابلیس و نصرت خواستن
- BASLIK YOK
-
این حدیثش همچو دود است ای اله ** دست گیر ار نه گلیمم شد سیاه
- Onun bu sözü duman gibidir. Ey Tanrı, elimi tut, yoksa kilimim elden gider.
-
من به حجت بر نیایم با بلیس ** کاوست فتنهی هر شریف و هر خسیس
- Bir delil getirmekle İblis’e üst olamam. Çünkü o, her yüce, her aşağılık kişinin fitnecisi, imtihancısıdır.
-
آدمی که علم الاسما بک است ** در تک چون برق این سگ بیتک است
- “Allemel esma” ya bey olan Âdem bile bu köpeğin yıldırım gibi koşuşuna karşı yaya kalmıştır.
-
از بهشت انداختش بر روی خاک ** چون سمک در شست او شد از سماک
- Şeytan, onu bile cennetten yeryüzüne atmıştır. Âdem bile Simâk burcundayken balık gibi onun oltasına düşmüş,
-
نوحهی إنا ظلمنا میزدی ** نیست دستان و فسونش را حدی 2710
- “Rabbenâ, zalemnâ” diye ağlayıp feryat etmiştir. Onun hilesine, düzenine nihayet yoktur.
-
اندرون هر حدیث او شر است ** صد هزاران سحر در وی مضمر است
- Onun her sözünde bir şey vardır, her sözünde yüz binlerce sihir gizlidir.
-
مردی مردان ببندد در نفس ** در زن و در مرد افروزد هوس
- Erlerin erliklerini bir nefeste bağlar; kadının erkeğin hevesini bir nefeste arttırır.
-
ای بلیس خلق سوز فتنه جو ** بر چیام بیدار کردی راست گو
- Ey halkı yakıp yandıran fitneci İblis, niçin beni uyandırdın? Doğruyu söyle!
-
باز تقریر ابلیس تلبیس خود را
- BASLIK YOK
-
گفت هر مردی که باشد بد گمان ** نشنود او راست را با صد نشان
- Şeytan, “Kötü zan sahibi olan kişi, yüz nişan da olsa doğruyu işitmez.
-
هر درونی که خیالاندیش شد ** چون دلیل آری خیالش بیش شد 2715
- Bir gönül, hayale düştü mü delil getirsen bile hayali artar.
-
چون سخن دروی رود علت شود ** تیغ غازی دزد را آلت شود
- Söz, o gönülde illet haline gelir; gazinin kılıcı hırsıza âlet olur.
-
پس جواب او سکوت است و سکون ** هست با ابله سخن گفتن جنون
- Bu takdirde, öyle adama verilecek cevap susmaktan ibarettir. Ahmakla konuşmak deliliktir.
-
تو ز من با حق چه نالی ای سلیم ** تو بنال از شر آن نفس لئیم
- Ey ahmak, benim şerrimden Tanrı’ya ne ağlayıp sızlanıyorsun? Sen, o aşağılık nefsinin şerrinden ağla, sızlan!
-
تو خوری حلوا تو را دنبل شود ** تب بگیرد طبع تو مختل شود
- Sen helva yersin, çıban olur; sıtmaya tutulursun, sıhhatin bozulur.
-
بیگنه لعنت کنی ابلیس را ** چون نبینی از خود آن تلبیس را 2720
- Sonra da İblis’e suçu yokken lânet edersin. Niçin o şeytanlığı kendinde görmezsin?
-
نیست از ابلیس از تست ای غوی ** که چو روبه سوی دنبه میدوی
- Bu, ey azgın, İblis’ten değil, sendendir. Tilki gibi kuyruk peşinde koşup durmaktasın.
-
چون که در سبزه ببینی دنبه را ** دام باشد این ندانی تو چرا
- Yeşillikte bir kuyruk gördün mü o tuzaktır, bunu niye bilmiyorsun?
-
ز آن ندانی کت ز دانش دور کرد ** میل دنبه چشم و عقلت کور کرد
- Bilmiyorsun, çünkü kuyruğa meylin seni bilgiden uzaklaştırdı, gözünü, aklını kör etti.
-
حبک الأشیاء یعمیک یصم ** نفسک السودا جنت لا تختصم
- Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder; düşmanlığa kalkışma, bu cinayeti, kara nefsin işledi.
-
تو گنه بر من منه کژ مژ مبین ** من ز بد بیزارم و از حرص و کین 2725
- Bana suç bulma, aykırı görme. Ben, kötülükten de bizarım, hırstan da, kinden de!
-
من بدی کردم پشیمانم هنوز ** انتظارم تا شبم آید به روز
- Bir kere kötülük ettim, hâlâ pişmanım; gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum.
-
متهم گشتم میان خلق من ** فعل خود بر من نهد هر مرد و زن
- Halk arasında müttehim oldum, herkes, kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor.
-
گرگ بیچاره اگر چه گرسنه است ** متهم باشد که او در طنطنه است
- Zavallı kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir.
-
از ضعیفی چون نتاند راه رفت ** خلق گوید تخمه است از لوت زفت
- Zayıflıktan yol yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtilâ olmuştur derler” dedi.
-
باز الحاح کردن معاویه ابلیس را
- Muaviye’nin tekrar İblis’e ısrarı
-
گفت غیر راستی نرهاندت ** داد سوی راستی میخواندت 2730
- Muaviye dedi ki: “Seni doğruluktan başka bir şey kurtaramaz. Adalet, seni doğruluğa davet etmekte.
-
راست گو تا وارهی از چنگ من ** مکر ننشاند غبار جنگ من
- Doğru söyle de elimden kurtul. Hile, savaşımın tozunu yatıştıramaz.”
-
گفت چون دانی دروغ و راست را ** ای خیالاندیش پر اندیشهها
- Şeytan, “Ey hayal kuran, düşüncelere dalan, doğruyu, yalanı nasıl anladın?” dedi.
-
گفت پیغمبر نشانی داده است ** قلب و نیکو را محک بنهاده است
- Muaviye, “Peygamber, nişanesini bildirmiş, kalpla sağlamı anlamak için mehenk vermiş;
-
گفته است الکذب ریب فی القلوب ** گفت الصدق طمانین طروب
- “Yalan kalplerde şüphe uyandırır, doğru kalplere emniyet ve neşe verir “demiştir.
-
دل نیارامد ز گفتار دروغ ** آب و روغن هیچ نفروزد فروغ 2735
- Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez.
-
در حدیث راست آرام دل است ** راستیها دانهی دام دل است
- Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru sözler, gönül tuzağının taneleridir.
-
دل مگر رنجور باشد بد دهان ** که نداند چاشنی این و آن
- Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit doğruyla yalanın tadını almaz.
-
چون شود از رنج و علت دل سلیم ** طعم کذب و راست را باشد علیم
- Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa, yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.
-
حرص آدم چون سوی گندم فزود ** از دل آدم سلیمی را ربود
- Âdem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü.
-
پس دروغ و عشوهات را گوش کرد ** غره گشت و زهر قاتل نوش کرد 2740
- Senin yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti.
-
کژدم از گندم ندانست آن نفس ** میپرد تمییز از مست هوس
- O anda akrebi buğdaydayken ayırt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.
-
خلق مست آرزویند و هوا ** ز آن پذیرایند دستان ترا
- Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler.
-
هر که خود را از هوا خود باز کرد ** چشم خود را آشنای راز کرد
- Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara âşina etmiştir.
-
شکایت قاضی از آفت قضا و جواب گفتن نایب او را
- Kadı’nın kadılıktan şikâyeti, naibinin ona verdiği cevap
-
قاضیی بنشاندند او میگریست ** گفت نایب قاضیا گریه ز چیست
- Birisini kadı yaptılar. Ağlayıp inlemeye koyuldu. Naip “Kadıya bu ağlama nedir diye?
-
این نه وقت گریه و فریاد تست ** وقت شادی و مبارک باد تست 2745
- Ağlamak, feryat etmek zamanı değil, sevinecek, kutlanacak zamanın “ dedi.