-
اصل کینه دوزخ است و کین تو ** جزو آن کل است و خصم دین تو
- Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düşmanı.
-
چون تو جزو دوزخی پس هوش دار ** جزو سوی کل خود گیرد قرار 275
- Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını başına al cüzü, küllünün yanında karar eder.
-
تلخ با تلخان یقین ملحق شود ** کی دم باطل قرین حق شود
- Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulaşır?
-
ای برادر تو همان اندیشهای ** ما بقی تو استخوان و ریشهای
- Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin.
-
گر گل است اندیشهی تو گلشنی ** ور بود خاری تو هیمهی گلخنی
- Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
-
گر گلابی، بر سر و جیبت زنند ** ور تو چون بولی برونت افکنند
- Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.
-
طبلهها در پیش عطاران ببین ** جنس را با جنس خود کرده قرین 280
- Koku satanların tablalarına bak. Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar.
-
جنسها با جنسها آمیخته ** زین تجانس زینتی انگیخته
- Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
-
گر در آمیزند عود و شکرش ** بر گزیند یک یک از یکدیگرش
- Fakat mercimek, şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar.
-
طبلهها بشکست و جانها ریختند ** نیک و بد در همدگر آمیختند
- Tablalar kırıldı, canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.
-
حق فرستاد انبیا را با ورق ** تا گزید این دانهها را بر طبق
- Allah, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.
-
پیش از ایشان ما همه یکسان بدیم ** کس ندانستی که ما نیک و بدیم 285
- Peygamberler, gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi.
-
قلب و نیکو در جهان بودی روان ** چون همه شب بود و ما چون شب روان
- Âlemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamıyla geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.
-
تا بر آمد آفتاب انبیا ** گفت ای غش دور شو صافی بیا
- Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.
-
چشم داند فرق کردن رنگ را ** چشم داند لعل را و سنگ را
- Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.
-
چشم داند گوهر و خاشاک را ** چشم را ز آن میخلد خاشاکها
- İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.
-
دشمن روزند این قلابکان ** عاشق روزند آن زرهای کان 290
- Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır. Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır.
-
ز آن که روز است آینهی تعریف او ** تا ببیند اشرفی تشریف او
- Çünkü gündüz, kuyumcu ve sarraf, altını fark etsin diye altına aynadır.
-
حق قیامت را لقب ز آن روز کرد ** روز بنماید جمال سرخ و زرد
- Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiğinden Allah, kıyamete Gün lâkabını taktı.
-
پس حقیقت روز سر اولیاست ** روز پیش ماهشان چون سایههاست
- Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.
-
عکس راز مرد حق دانید روز ** عکس ستاریش شام چشم دوز
- Gündüzü, Allah erinin sırrının aksi bilin; gözü örten akşamı da onun ayıp örtücülüğünün aksi.
-
ز آن سبب فرمود یزدان و الضحی ** و الضحی نور ضمیر مصطفی 295
- Allah onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur.
-
قول دیگر کین ضحی را خواست دوست ** هم برای آنکه این هم عکس اوست
- Allah, kuşluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kuşluk çağı, onun aksi olduğundandır.
-
ور نه بر فانی قسم گفتن خطاست ** خود فنا چه لایق گفت خداست
- Yoksa fâni olan şeye yemin etmek hatadır. Böyle olduğu halde fâni şeyin Allah’ın sözüne girmesi lâyık olur mu?
-
لا أحب الآفلین گفت آن خلیل ** کی فنا خواهد از این رب جلیل
- Halil “ Ben fâni olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu Allah nasıl olur da fâni şeyi diler, sever?
-
باز و اللیل است ستاری او ** و آن تن خاکی زنگاری او
- “Velleyl” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülüğü, toprağa mensup olan cismidir.
-
آفتابش چون بر آمد ز آن فلک ** با شب تن گفت هین ما ودعک 300
- Bu kuşluk çağının güneşi o, gökten doğdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi.
-
وصل پیدا گشت از عین بلا ** ز آن حلاوت شد عبارت ما قلی
- Belanın ta kendisinden vuslat meydana geldi; “ Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti.
-
هر عبارت خود نشان حالتی است ** حال چون دست و عبارت آلتی است
- Esasen her söz bir halete alâmettir. Hâl ele benzer, söz de alete.
-
آلت زرگر به دست کفشگر ** همچو دانهی کشت کرده ریگ در
- Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmiş tohuma döner.
-
و آلت اسکاف پیش برزگر ** پیش سگ کاه استخوان در پیش خر
- Çiftçinin yanında kunduracının aleti, köpeğin, önünde saman, eşeğin önünde kemik gibidir.
-
بود انا الحق در لب منصور نور ** بود انا الله در لب فرعون زور 305
- “Enel Hakk” sözü, Mansur’un ağzında nurdu. “Enallah” sözü, Firavunun ağzında yalan!
-
شد عصا اندر کف موسی گوا ** شد عصا اندر کف ساحر هبا
- Sopa, Musa’nın elinde doğruluğuna şahit oldu, sihirbazın elindeyse bir şeye yaramadı.
-
زین سبب عیسی بدان همراه خود ** در نیاموزید آن اسم صمد
- İsa, bu yüzden yoldaşına Tek Allah’ın o yüce adını belletmedi.
-
کاو نداند نقص بر آلت نهد ** سنگ بر گل زن تو آتش کی جهد
- Çünkü bilmez de alete noksan bulur. Taşı, toprağa vur. Hiç ateş çıkar mı?
-
دست و آلت همچو سنگ و آهن است ** جفت باید جفت شرط زادن است
- Elle alet taşla demire benzer. Çift olması gerek ki ateş çıksın.
-
آن که بیجفت است و بیآلت یکی است ** در عدد شک است و آن یک بیشکی است 310
- Çifti olmayan, aleti bulunmayan Tek Allah’tır. Sayıda şüphe olabilir, Fakat Allah da şüphe yoktur.
-
آن که دو گفت و سه گفت و بیش ازین ** متفق باشند در واحد یقین
- İki diyenler, üç diyenler daha fazla diyenler, bir olduğunda mutlaka ittifak ederler.
-
احولی چون دفع شد یکسان شوند ** دو سه گویان هم یکی گویان شوند
- Şaşılık gidince hepsi birleşir; iki, üç diyenler de bir derler.
-
گر یکی گویی تو در میدان او ** گرد بر میگرد از چوگان او
- Onun meydanında bir topsan, ona bir diyorsan durma, çevgânının etrafında dön dolaş!
-
گوی آن گه راست و بینقصان شود ** که ز زخم دست شه رقصان شود
- Top padişahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermiş olur.
-
گوش دار ای احول اینها را به هوش ** داروی دیده بکش از راه گوش 315
- Ey şaşı; bunları can kulağıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilâç ver!
-
پس کلام پاک در دلهای کور ** مینپاید میرود تا اصل نور
- Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.
-
و آن فسون دیو در دلهای کژ ** میرود چون کفش کژ در پای کژ
- Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayağa uyarsa Şeytanın afsun ve efsanesi de doğru olmayan gönüllere uyar.
-
گر چه حکمت را به تکرار آوری ** چون تو نااهلی شود از تو بری
- Hikmeti istediğin kadar tekrarla... Ona ehil değilsen hikmet, senden ne kadar uzak!
-
ور چه بنویسی نشانش میکنی ** ور چه میلافی بیانش میکنی
- İster yaz, belle… İster bahset, söyle!
-
او ز تو رو در کشد ای پر ستیز ** بندها را بگسلد وز تو گریز 320
- O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; bağlarını koparır, kaçar.
-
ور نخوانی و ببیند سوز تو ** علم باشد مرغ دستآموز تو
- Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldığını görürse elinde, alışmış kuş haline gelir.
-
او نپاید پیش هر نااوستا ** همچو طاوسی به خانهی روستا
- Tavus kuşu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.
-
یافتن پادشاه باز را به خانهی کمپیر زن
- Padişahın, doğanı ihtiyar kadının evinde bulunması
-
دین نه آن باز است کاو از شه گریخت ** سوی آن کمپیر کاو میآرد بیخت
- Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir.