دزد را از بانگ تو بگذاشتم ** من تو خر را آدمی پنداشتم
Sen bağırınca koyuverdim. Sen bir eşekmişsin meğerse. Bense seni adam sandım.
این چه ژاژست و چه هرزه ای فلان ** من حقیقت یافتم چه بود نشان
Bu ne herze, bu ne hezeyan? Ben kendisini tutmuştum, ayak izini ne yapayım?” dedi.
گفت من از حق نشانت میدهم ** این نشان است از حقیقت آگهم
Sen bir hilebazsın, yahut aptalın birisin. Hatta belki de hırsızın ta kendisisin ve bu işi de mahsus yaptın.
گفت طراری تو یا خود ابلهی ** بلکه تو دزدی و زین حال آگهی
Öbürü “ Ben ayak izini gösteriyorum. İşin haki katından âgahım” dedi.
خصم خود را میکشیدم من کشان ** تو رهانیدی و را کاینک نشان2810
Adam dedi ki: “Sen ya düzenbazsın, ya ahmak, belki de hırsızın ta kendisisin de işi biliyorsun.
تو جهت گو من برونم از جهات ** در وصال آیات کو یا بینات
Ben hasmımı çeke, çeke yakalamak üzereydim. İşte ayak izi diye sen koyuverttin. Sen cihetten bahsediyorsun, bense cihetlerden çıkmış, kurtulmuşum. Vuslatta delil ve âlamet olur mu?”
صنع بیند مرد محجوب از صفات ** در صفات آن است کاو گم کرد ذات
Sıfatlarla perdelenmiş olan kişi, ancak sıfat görür. Zatı kaybeden kişidir ki sıfatlarda kalır.
واصلان چون غرق ذاتند ای پسر ** کی کنند اندر صفات او نظر
Oğul, Allah’a ulaşanlar, zata gark olmuşlardır. Artık onlar sıfatlara nazar ederler mi?
چون که اندر قعر جو باشد سرت ** کی به رنگ آب افتد منظرت
Başın ırmağın dibinde oldukça renge bakabilir misin?
ور به رنگ آب باز آیی ز قعر ** پس پلاسی بستدی دادی تو شعر2815
Suyun rengine bakmak için dipten çıktın mı? Güzel bir halıyı bırakmış, köhne bir kilimi almış olursun.
طاعت عامه گناه خاصگان ** وصلت عامه حجاب خاص دان
Avamın ibadeti, havasın günahıdır. Avamın vuslatı bil ki havasın hicabıdır.
مر وزیری را کند شه محتسب ** شه عدوی او بود نبود محب
Padişah bir veziri muhtesip yapsa, onun dostu değildir, düşmanıdır.
هم گناهی کرده باشد آن وزیر ** بیسبب نبود تغیر ناگزیر
Mamafih o vezir belki suç işlemiştir. Böyle birden bire muameleyi değiştirmek elbette sebepsiz olamaz.
آن که ز اول محتسب بد خود و را ** بخت و روزی آن بده ست از ابتدا
Çünkü önce muhtesip olan kişiye baht ve devlet nasip olmuş demektir.
لیک آن کاول وزیر شه بده ست ** محتسب کردن سبب فعل بد است2820
Fakat önceden padişaha vezir olanı, sonra muhtesip yapmak kötü bir iş yaptığından olabilir.
چون ترا شه ز آستانه پیش خواند ** باز سوی آستانه باز راند
Fakat padişah, seni eşikten huzuruna çağırmış, sonra tekrar eşiğe sürmüşse,
تو یقین میدان که جرمی کردهای ** جبر را از جهل پیش آوردهای
Şüphe etmeksizin bil ki bir suç ettin. Bilgisizlikle cebre yapışır.
که مرا روزی و قسمت این بده ست ** پس چرا دی بودت آن دولت به دست
Kısmetim buymuş dersen neden önce o devlet kısmetin olmuştu?
قسمت خود خود بریدی تو ز جهل ** قسمت خود را فزاید مرد اهل
Bilgisizlikle kendi kısmetini kendin teptin. Hâlbuki ehil olan kişi kısmetini artırır.
قصهی منافقان و مسجد ضرار ساختن ایشان
Münafıkların Mescid-i Dırâr yapmaları
یک مثال دیگر اندر کژروی ** شاید ار از نقل قرآن بشنوی2825
Aykırı gidişe Kuran’dan getireceğimiz başka bir misal de dinlesen yerindedir.
این چنین کژ بازیی در جفت و طاق ** با نبی میباختند اهل نفاق
Münafıklar, buna benzer bir çift- tek oyununu da Peygamberle oynamışlardı.
کز برای عز دین احمدی ** مسجدی سازیم و بود آن مرتدی
“Ahmet dinini yüceltmek için bir mescit yapalım” dediler. Hâlbuki bu mürtetlikten başka bir şey değildi.
این چنین کژ بازیی میباختند ** مسجدی جز مسجد او ساختند
Bu çeşit aykırı bir oyuna girişerek Peygamber’in mescidinden başka bir mescit yaptılar.
فرش و سقف و قبهاش آراسته ** لیک تفریق جماعت خواسته
Döşemesini, tavanını, kubbesini düzdüler. Fakat bununla cemaati ayırmak diliyorlardı.
نزد پیغمبر به لابه آمدند ** همچو اشتر پیش او زانو زدند2830
Yalvararak Peygamber’in yanına geldiler, deve gibi huzuruna çöktüler.
کای رسول حق برای محسنی ** سوی آن مسجد قدم رنجه کنی
“Ey Allah Peygamberi, lütfedip o mescide kadar bir zahmet etsen;
تا مبارک گردد از اقدام تو ** تا قیامت تازه باد ایام تو
Kademlerinle kutlasan, günlerin kıyamete kadar ter-ü taze olsun!
مسجد روز گل است و روز ابر ** مسجد روز ضرورت وقت فقر
Topraklı, bulutlu günün, zaruret ve yoksulluk gününün mescidi işte.
تا غریبی یابد آن جا خیر و جا ** تا فراوان گردد این خدمتسرا
Diledik ki oraya bir garip gelirse yer bulsun, bu hizmet konağında bolluğa ersin.
تا شعار دین شود بسیار و پر ** ز انکه با یاران شود خوش کار مر2835
Bu suretle de din şiarı çoğalsın, etrafa yayılsın, dostlarla olunca acı yemiş bile hoştur.
ساعتی آن جایگه تشریف ده ** تزکیهی ما کن ز ما تعریف ده
Bir an orayı şereflendir, bizi tezkiye et, diğer sahabeye bildir.
مسجد و اصحاب مسجد را نواز ** تو مهی ما شب دمی با ما بساز
Mescide, mescittekilere iltifat et, sen aysın, biz de gece. Bir an olsun bizimle ol da.
تا شود شب از جمالت همچو روز ** ای جمالت آفتاب جان فروز
Gece cemalinle gündüze dönsün, ey cemali, geceleri aydınlatan güneş.!” dediler.
ای دریغا کان سخن از دل بدی ** تا مراد آن نفر حاصل شدی
Ah ne olurdu bu sözleri gönülden söyleselerdi de muratları olsaydı.
لطف کاید بیدل و جان در زبان ** همچو سبزهی تون بود ای دوستان2840
Gönül istemeden ağza gelen lâtif sözler, külhandaki yeşilliğe benzer dostlar.
هم ز دورش بنگر و اندر گذر ** خوردن و بو را نشاید ای پسر
Uzaktan bak, geç. Yavrum onlar yemeye kokmaya değmez.
سوی لطف بیوفایان هین مرو ** کان پل ویران بود نیکو شنو
Vefasızlara gitme. Onlar; iyi dinle, yıkık köprüdür.
گر قدم را جاهلی بر وی زند ** بشکند پل و آن قدم را بشکند
Bilgisiz biri oraya ayak basarsa köprü de yıkılır, ayağı da kırılır.
هر کجا لشکر شکسته میشود ** او دو سه سست مخنث میبود
Asker, nerede bir bozgunluğa uğrarsa, iki, üç karı tabiatlı adamın yüzünden uğrar.
در صف آید با سلاح او مردوار ** دل بر او بنهند کاینک یار غار2845
O, erkek gibi silahlanıp savaş safına girer. Diğerleri de, işte tam dost diye ona güvenirler.
رو بگرداند چو بیند زخمها ** رفتن او بشکند پشت ترا
Fakat savaş zahmetlerini gördü mü yüz çevirir. Onun kaçışı senin manevi kuvvetini de kırar.
این دراز است و فراوان میشود ** و آن چه مقصود است پنهان میشود
Bu bahis, uzundur. Uzadıkça uzar, maksat da gizli kalır, geçelim.
فریفتن منافقان پیغامبر را تا به مسجد ضرارش برند
Münafıkların Peygamber’i Mescid-i Dırâr’a götürmek için kandırmaya çalışmaları
بر رسول حق فسونها خواندند ** رخش دستان و حیل میراندند
Halk Peygamber’e masallar okumakta; yalan dolan atını sürmekteydiler.
آن رسول مهربان رحم کیش ** جز تبسم جز بلی ناورد پیش
O merhametli, şefkatli Peygamber gülümseyerek ancak “Peki” diyebildi.
شکرهای آن جماعت یاد کرد ** در اجابت قاصدان را شاد کرد2850
O cemaatin teşekkür edilmesi icap eden işlerini anladı, icabet edeceğini söyleyerek haber getirenleri sevindirdi.
مینمود آن مکر ایشان پیش او ** یک به یک ز آن سان که اندر شیر مو
Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri süt içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu.
موی را نادیده میکرد آن لطیف ** شیر را شاباش میگفت آن ظریف
Fakat o lütuf sahibi Peygamber, kılı görmemezlikten geliyor, o zarif kimse sütü övüyordu..
صد هزاران موی مکر و دمدمه ** چشم خوابانید آن دم ز ان همه
Yüz binlerce hile ve hud’a kıllarına o an gözünü yummuştu.
راست میفرمود آن بحر کرم ** بر شما من از شما مشفقترم
O kerem denizi doğru buyurmuştu: “Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim,
من نشسته بر کنار آتشی ** با فروغ و شعلهی بس ناخوشی2855
Ben âdeta dehşetli surette alevlenmiş, yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim.