-
چون ترا شه ز آستانه پیش خواند ** باز سوی آستانه باز راند
- Fakat padişah, seni eşikten huzuruna çağırmış, sonra tekrar eşiğe sürmüşse,
-
تو یقین میدان که جرمی کردهای ** جبر را از جهل پیش آوردهای
- Şüphe etmeksizin bil ki bir suç ettin. Bilgisizlikle cebre yapışır.
-
که مرا روزی و قسمت این بده ست ** پس چرا دی بودت آن دولت به دست
- Kısmetim buymuş dersen neden önce o devlet kısmetin olmuştu?
-
قسمت خود خود بریدی تو ز جهل ** قسمت خود را فزاید مرد اهل
- Bilgisizlikle kendi kısmetini kendin teptin. Hâlbuki ehil olan kişi kısmetini artırır.
-
قصهی منافقان و مسجد ضرار ساختن ایشان
- Münafıkların Mescid-i Dırâr yapmaları
-
یک مثال دیگر اندر کژروی ** شاید ار از نقل قرآن بشنوی 2825
- Aykırı gidişe Kuran’dan getireceğimiz başka bir misal de dinlesen yerindedir.
-
این چنین کژ بازیی در جفت و طاق ** با نبی میباختند اهل نفاق
- Münafıklar, buna benzer bir çift- tek oyununu da Peygamberle oynamışlardı.
-
کز برای عز دین احمدی ** مسجدی سازیم و بود آن مرتدی
- “Ahmet dinini yüceltmek için bir mescit yapalım” dediler. Hâlbuki bu mürtetlikten başka bir şey değildi.
-
این چنین کژ بازیی میباختند ** مسجدی جز مسجد او ساختند
- Bu çeşit aykırı bir oyuna girişerek Peygamber’in mescidinden başka bir mescit yaptılar.
-
فرش و سقف و قبهاش آراسته ** لیک تفریق جماعت خواسته
- Döşemesini, tavanını, kubbesini düzdüler. Fakat bununla cemaati ayırmak diliyorlardı.
-
نزد پیغمبر به لابه آمدند ** همچو اشتر پیش او زانو زدند 2830
- Yalvararak Peygamber’in yanına geldiler, deve gibi huzuruna çöktüler.
-
کای رسول حق برای محسنی ** سوی آن مسجد قدم رنجه کنی
- “Ey Allah Peygamberi, lütfedip o mescide kadar bir zahmet etsen;
-
تا مبارک گردد از اقدام تو ** تا قیامت تازه باد ایام تو
- Kademlerinle kutlasan, günlerin kıyamete kadar ter-ü taze olsun!
-
مسجد روز گل است و روز ابر ** مسجد روز ضرورت وقت فقر
- Topraklı, bulutlu günün, zaruret ve yoksulluk gününün mescidi işte.
-
تا غریبی یابد آن جا خیر و جا ** تا فراوان گردد این خدمتسرا
- Diledik ki oraya bir garip gelirse yer bulsun, bu hizmet konağında bolluğa ersin.
-
تا شعار دین شود بسیار و پر ** ز انکه با یاران شود خوش کار مر 2835
- Bu suretle de din şiarı çoğalsın, etrafa yayılsın, dostlarla olunca acı yemiş bile hoştur.
-
ساعتی آن جایگه تشریف ده ** تزکیهی ما کن ز ما تعریف ده
- Bir an orayı şereflendir, bizi tezkiye et, diğer sahabeye bildir.
-
مسجد و اصحاب مسجد را نواز ** تو مهی ما شب دمی با ما بساز
- Mescide, mescittekilere iltifat et, sen aysın, biz de gece. Bir an olsun bizimle ol da.
-
تا شود شب از جمالت همچو روز ** ای جمالت آفتاب جان فروز
- Gece cemalinle gündüze dönsün, ey cemali, geceleri aydınlatan güneş.!” dediler.
-
ای دریغا کان سخن از دل بدی ** تا مراد آن نفر حاصل شدی
- Ah ne olurdu bu sözleri gönülden söyleselerdi de muratları olsaydı.
-
لطف کاید بیدل و جان در زبان ** همچو سبزهی تون بود ای دوستان 2840
- Gönül istemeden ağza gelen lâtif sözler, külhandaki yeşilliğe benzer dostlar.
-
هم ز دورش بنگر و اندر گذر ** خوردن و بو را نشاید ای پسر
- Uzaktan bak, geç. Yavrum onlar yemeye kokmaya değmez.
-
سوی لطف بیوفایان هین مرو ** کان پل ویران بود نیکو شنو
- Vefasızlara gitme. Onlar; iyi dinle, yıkık köprüdür.
-
گر قدم را جاهلی بر وی زند ** بشکند پل و آن قدم را بشکند
- Bilgisiz biri oraya ayak basarsa köprü de yıkılır, ayağı da kırılır.
-
هر کجا لشکر شکسته میشود ** او دو سه سست مخنث میبود
- Asker, nerede bir bozgunluğa uğrarsa, iki, üç karı tabiatlı adamın yüzünden uğrar.
-
در صف آید با سلاح او مردوار ** دل بر او بنهند کاینک یار غار 2845
- O, erkek gibi silahlanıp savaş safına girer. Diğerleri de, işte tam dost diye ona güvenirler.
-
رو بگرداند چو بیند زخمها ** رفتن او بشکند پشت ترا
- Fakat savaş zahmetlerini gördü mü yüz çevirir. Onun kaçışı senin manevi kuvvetini de kırar.
-
این دراز است و فراوان میشود ** و آن چه مقصود است پنهان میشود
- Bu bahis, uzundur. Uzadıkça uzar, maksat da gizli kalır, geçelim.
-
فریفتن منافقان پیغامبر را تا به مسجد ضرارش برند
- Münafıkların Peygamber’i Mescid-i Dırâr’a götürmek için kandırmaya çalışmaları
-
بر رسول حق فسونها خواندند ** رخش دستان و حیل میراندند
- Halk Peygamber’e masallar okumakta; yalan dolan atını sürmekteydiler.
-
آن رسول مهربان رحم کیش ** جز تبسم جز بلی ناورد پیش
- O merhametli, şefkatli Peygamber gülümseyerek ancak “Peki” diyebildi.
-
شکرهای آن جماعت یاد کرد ** در اجابت قاصدان را شاد کرد 2850
- O cemaatin teşekkür edilmesi icap eden işlerini anladı, icabet edeceğini söyleyerek haber getirenleri sevindirdi.
-
مینمود آن مکر ایشان پیش او ** یک به یک ز آن سان که اندر شیر مو
- Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri süt içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu.
-
موی را نادیده میکرد آن لطیف ** شیر را شاباش میگفت آن ظریف
- Fakat o lütuf sahibi Peygamber, kılı görmemezlikten geliyor, o zarif kimse sütü övüyordu..
-
صد هزاران موی مکر و دمدمه ** چشم خوابانید آن دم ز ان همه
- Yüz binlerce hile ve hud’a kıllarına o an gözünü yummuştu.
-
راست میفرمود آن بحر کرم ** بر شما من از شما مشفقترم
- O kerem denizi doğru buyurmuştu: “Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim,
-
من نشسته بر کنار آتشی ** با فروغ و شعلهی بس ناخوشی 2855
- Ben âdeta dehşetli surette alevlenmiş, yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim.
-
همچو پروانه شما آن سو دوان ** هر دو دست من شده پروانه ران
- Siz pervane gibi o tarafa koşuyorsunuz. Ben de iki elimle pervane koymaktayım”
-
چون بر آن شد تا روان گردد رسول ** غیرت حق بانگ زد مشنو ز غول
- Münafıkların dileği üzerine Peygamber, o tarafa yürüyünce Allah gayreti haykırdı: “Gul sesini dinleme,
-
کاین خبیثان مکر و حیلت کردهاند ** جمله مقلوب است آنچ آوردهاند
- Bu habisler hile ettiler, söyledikleri sözlerin hepsi aykırıdır.
-
قصد ایشان جز سیه رویی نبود ** خیر دین کی جست ترسا و جهود
- Maksatları kara yüzlülükten başka bir şey değildir. Hıristiyanlarla Yahudiler, en hayırlı dini nasıl olur da aralar?
-
مسجدی بر جسر دوزخ ساختند ** با خدا نرد دغاها باختند 2860
- Cehennem köprüsü üstüne bir köprü kurdular, Allah’a tavlada hileye giriştiler”
-
قصدشان تفریق اصحاب رسول ** فضل حق را کی شناسد هر فضول
- Maksatları Peygamber’in sahabesinin arasını bozmaktı. Her herzevekil Hakk’ın fazıl ve ihsanını nasıl tanır?
-
تا جهودی را ز شام اینجا کشند ** که به وعظ او جهودان سر خوشند
- Şam’dan buraya bir Yahudi getirmek niyetindeydiler. Yahudiler, o Şam’lı Yahudi’nin vaazından sarhoş olmuşlardı.
-
گفت پیغمبر که آری لیک ما ** بر سر راهیم و بر عزم غزا
- Peygamber, “Gelmeğe gelirim ama şimdi yol üstündeyiz. Savaşa gidiyoruz.
-
زین سفر چون باز گردم آن گهان ** سوی آن مسجد روان گردم روان
- Savaştan dönünce o mescide giderim” buyurdu;
-
دفعشان کرد و به سوی غزو تاخت ** با دغایان از دغا نردی بباخت 2865
- Onları defetti; savaşa gitti. O kötü, o yalancı kişileri bu suretle avuttu.
-
چون بیامد از غزا باز آمدند ** چنگ اندر وعدهی ماضی زدند
- Dönünce münafıklar, tekrar gelip evvelki vaadini hatırlattılar.
-
گفت حقش ای پیمبر فاش گو ** غدر را ور جنگ باشد باش گو
- Allah, “ Peygamber, açıkça söyle. Neticesi savaş bile olsa onların hıyanetlerini açığa vur” dedi.
-
گفت ای قوم دغل خامش کنید ** تا نگویم رازهاتان تن زنید
- Peygamber de “ Ey hilebaz Kavim, susun da sırlarınızı söylemeyeyim”
-
چون نشانی چند از اسرارشان ** در بیان آورد بد شد کارشان
- Deyip sırlarından birkaçını söyleyiverdi. Derhal halleri kötüleşti.
-
قاصدان زو باز گشتند آن زمان ** حاش لله حاش لله دم زنان 2870
- Münafıkların elçileri, hemen “Hâşa, hâşa” demeğe başladılar.