-
گفت پیغمبر که سوگند شما ** راست گیرم یا که سوگند خدا
- Peygamber dedi ki : “Sizin yemininize mi inanayım, Allah’ın yeminine mi?”
-
باز سوگند دگر خوردند قوم ** مصحف اندر دست و بر لب مهر صوم
- Münafıklar, yine ellerin de Mushaf olduğu halde güya ağızlarının orucuyla yemin etmeye giriştiler.
-
که به حق این کلام پاک راست ** کان بنای مسجد از بهر خداست
- “Bu doğru ve temiz kelâm hakkı için o mescidi kurmamız Allah rızası içindir.
-
اندر آن جا هیچ مکر و حیله نیست ** اندر آن جا ذکر و صدق و یا ربی است
- Bu hususta hiçbir hilemiz, düzenimiz yok. Orada ancak Allah’yı anacak, doğru bir yürekle Allah’ya ibadet edeceğiz” dediler.
-
گفت پیغمبر که آواز خدا ** میرسد در گوش من همچون صدا 2880
- Peygamber dedi ki: “Allah’ın sesi, kulağına diğer sesler gibi gelmekte.
-
مهر در گوش شما بنهاد حق ** تا به آواز خدا نارد سبق
- Hak, kulaklarınızı mühürledi de Allah sesini duymuyorsunuz.
-
نک صریح آواز حق میآیدم ** همچو صاف از درد میپالایدم
- İşte apaçık kulağıma Allah sesi gelip duruyor. Âdeta tortuyu saftan süzmekteyim”
-
همچنان که موسی از سوی درخت ** بانگ حق بشنید کای مسعود بخت
- Nitekim ey bahtı kutlu, Hak sesi, Musa’ya da bir ağaçtan gelmişti.
-
از درخت إنی أنا الله میشنید ** با کلام انوار میآمد پدید
- “Ben Allah’ım” sesini bir ağaçtan duymuştu. O sesle beraber nurlar belirmiş, parlamıştı.
-
چون ز نور وحی در میماندند ** باز نو سوگندها میخواندند 2885
- Vahiy nuruna karşı aciz kalınca yine yemin etmeye koyuldular.
-
چون خدا سوگند را خواند سپر ** کی نهد اسپر ز کف پیکارگر
- Allah yemine siper demiştir. Savaşçı, siperi elden bırakır mı?
-
باز پیغمبر به تکذیب صریح ** قد کذبتم گفت با ایشان فصیح
- Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.
-
اندیشیدن یکی از صحابه به انکار که رسول (ص) چرا ستاری نمیکند
- Sahabeden birisinin inkâr düşüncesine düşüp ”Peygamber Sallâhü Aleyhi Ve Selem ne için ayıpları örtüyor” diye düşünmesi
-
تا یکی یاری ز یاران رسول ** در دلش انکار آمد ز آن نکول
- Peygamber, vadinden dönünce sahabeden birisinin gönlüne inkâr düşüncesi düştü.
-
که چنین پیران با شیب و وقار ** میکندشان این پیمبر شرمسار
- Peygamber böyle aksakallı, kâmil, koca kişileri utandırıyor.
-
کو کرم کو ستر پوشی کو حیا ** صد هزاران عیب پوشند انبیا 2890
- Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ? Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi?
-
باز در دل زود استغفار کرد ** تا نگردد ز اعتراض او روی زرد
- Dedi; derhal yine bu itiraz, yüzümüzü saratmasın, mahcup düşmeyeyim diye gönlünden istiğfar etti.
-
شومی یاری اصحاب نفاق ** کرد مومن را چو ایشان زشت و عاق
- Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi çirkinleştirdi, âsileştirdi.
-
باز میزارید کای علام سر ** مر مرا مگذار بر کفران مصر
- Yine “ Ey gizli şeyleri bütün inceliğiyle bilen Allah, beni küfrümde ısrar eder bir halde bırakma.
-
دل به دستم نیست همچون دید چشم ** ور نه دل را سوزمی این دم به خشم
- Bakışım nasıl elimde değilse, gönlüm de elimde değil. Yoksa bu an hışımla gönlümü yakardım” dedi.
-
اندر این اندیشه خوابش در ربود ** مسجد ایشانش پر سرگین نمود 2895
- Bu düşünceyle uykuya daldı, münafıkların mescidini fışkı ile dolu gördü.
-
سنگهاش اندر حدث جای تباه ** میدمید از سنگها دود سیاه
- Mescidin taşları pislik içinde harap olmuştu. Onlardan kara dumanlar tütüyordu.
-
دود در حلقش شد و حلقش بخست ** از نهیب دود تلخ از خواب جست
- Çıkan dumanlar, adamın boğazına girdi, boğazı yandı. O acı dumanın kokusundan uyandı.
-
در زمان در رو فتاد و میگریست ** کای خدا اینها نشان منکری است
- Hemen yüzüstü kapanıp ağlamaya başladı. Allah, bunlar, münkirlik nişanesi.
-
خلم بهتر از چنین حلم ای خدا ** که کند از نور ایمانم جدا
- Kahır ve gazap, beni iman nurundan ayıran böyle bir şefkatten daha iyi” diyordu.
-
گر بکاوی کوشش اهل مجاز ** تو به تو گنده بود همچون پیاز 2900
- Mecaz ehlinin çalışıp çabalamasını araştırsan görürsün ki soğan gibi kat, kattır.
-
هر یکی از یکدیگر بیمغزتر ** صادقان را یک ز دیگر نغزتر
- Fakat her katı, öbüründen daha içsiz, daha boş. Halbuki doğruların her işi öbüründen daha iyi, daha yerindedir.
-
صد کمر آن قوم بسته بر قبا ** بهر هدم مسجد اهل قبا
- Münafıklar, ziyneti libaslarının üstüne. Kubâ Mescidini yıkmak için yüzlerce gayret kemeri kuşanmışlardı.
-
همچو آن اصحاب فیل اندر حبش ** کعبهای کردند حق آتش زدش
- Onlar, Eshab-ı Fil’e benziyorlardı. Habeşistan’da bir Kâbe yapmışlardı da Allah, Kâbelerine ateş vurmuştu.
-
قصد کعبه ساختند از انتقام ** حالشان چون شد فرو خوان از کلام
- Bunun üzerine öç almak için Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuran’ı oku, anla!
-
مر سیه رویان دین را خود جهیز ** نیست الا حیلت و مکر و ستیز 2905
- Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden, savaştan başka bir şeyleri yoktur.
-
هر صحابی دید ز آن مسجد عیان ** واقعه تا شد یقینشان سر آن
- Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları meydana çıktı.
-
واقعات ار باز گویم یک به یک ** پس یقین گردد صفا بر اهل شک
- Bu rüyaları bir, bir söylesem şüphe edenlerce de hakikat apaçık anlaşılır.
-
لیک میترسم ز کشف رازشان ** نازنینانند و زیبد نازشان
- Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler nazenindirler, onlara naz yaraşır.
-
شرع بیتقلید میپذرفتهاند ** بیمحک آن نقد را بگرفتهاند
- Onlar şeriatı, taklide uymaksızın kabul etmişler, o peşin parayı mehenge vurmadan almamışlardır.
-
حکمت قرآن چو ضالهی مومن است ** هر کسی در ضالهی خود موقن است 2910
- Kuran’ın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes kaybını bilir, tanır.
-
قصهی آن شخص که اشتر ضالهی خود میجست و میپرسید
- Kaybolmuş devesini soran kişinin hikâyesi
-
اشتری گم کردی و جستیش چست ** چون بیابی چون ندانی کان تست
- Meselâ bir deven olsa da kaybetsen, araştırmaya koyulsan bulunca, senin deven olduğunu nasıl bilmezsin?
-
ضاله چه بود ناقهای گم کردهای ** از کفت بگریخته در پردهای
- Arapça da “Dalle” kaybolmuş, elinden kurtulup kaçmış, bir yere gizlenmiş deveye derler.
-
آمده در بار کردن کاروان ** اشتر تو ز آن میان گشته نهان
- Kervan, yükü yüklemeğe gelmiş. Seninse deven kaybolmuş, ortada yok.
-
میدوی این سو و آن سو خشک لب ** کاروان شد دور و نزدیک است شب
- Dudağın kupkuru, o yana bu yana koşup durmaktasın; kervan da uzaklaşıyor, gece de yakın.
-
رخت مانده بر زمین در راه خوف ** تو پی اشتر دوان گشته به طوف 2915
- Pılı pırtı kokulu yerde, toprak üstünde kalmış, sen deve peşinde şuraya buraya dönüp dolaşıyorsun.
-
کای مسلمانان که دیده ست اشتری ** جسته بیرون بامداد از آخوری
- “ Müslümanlar; sabahleyin ahırdan bir deve kaçtı göreniniz var mı?
-
هر که بر گوید نشان از اشترم ** مژدگانی میدهم چندین درم
- Kim söylerse, kim haber verirse şu kadar para veririm” demeye başlarsın;
-
باز میجویی نشان از هر کسی ** ریشخندت میکند زین هر خسی
- Herkesten sorup soruşturursun. Her aşağılık adam, sana bıyık altından güler.
-
کاشتری دیدیم میرفت این طرف ** اشتر سرخی به سوی آن علف
- Biri “ Bir deve gördük, şu tarafa, çayıra doğru gidiyordu” der.
-
آن یکی گوید بریده گوش بود ** و آن دگر گوید جلش منقوش بود 2920
- Öbürü “Ha, ha, kulağı da kesikti” der, bir başkası da der ki: “Üstünde nakışlı bir çuval vardı.”
-
آن یکی گوید شتر یک چشم بود ** و آن دگر گوید ز گر بیپشم بود
- Diğer biri “ Gördüm, tek gözlüydü” der, bir diğeri de der ki “Uyuzluktan tüyü filân da kalmamıştı..
-
از برای مژدگانی صد نشان ** از گزافه هر خسی کرده بیان
- Müjde almak için her bayağı adam, yüzlerce nişan söyler durur.
-
متردد شدن در میان مذهبهای مخالف و بیرون شو و مخلص یافتن
- Birbirine aykırı mezhepler arasında mütereddit bir hale geliş ve onlardan kurtuluş yolu
-
همچنان که هر کسی در معرفت ** میکند موصوف غیبی را صفت
- Bu şuna benzer: Herkes marifet hususunda gayp mevsufunu bir sıfatla över.
-
فلسفی از نوع دیگر کرده شرح ** باحثی مر گفت او را کرده جرح
- Filozof onu başka bir çeşitte anlatır. Mübahase eden, onun sözünü cerh eder.
-
و آن دگر در هر دو طعنه میزند ** و آن دگر از زرق جانی میکند 2925
- Başka biri her ikisini de kınar. Bir başkası da riya ile can çekişir.