-
هر یکی از یکدیگر بیمغزتر ** صادقان را یک ز دیگر نغزتر
- Fakat her katı, öbüründen daha içsiz, daha boş. Halbuki doğruların her işi öbüründen daha iyi, daha yerindedir.
-
صد کمر آن قوم بسته بر قبا ** بهر هدم مسجد اهل قبا
- Münafıklar, ziyneti libaslarının üstüne. Kubâ Mescidini yıkmak için yüzlerce gayret kemeri kuşanmışlardı.
-
همچو آن اصحاب فیل اندر حبش ** کعبهای کردند حق آتش زدش
- Onlar, Eshab-ı Fil’e benziyorlardı. Habeşistan’da bir Kâbe yapmışlardı da Allah, Kâbelerine ateş vurmuştu.
-
قصد کعبه ساختند از انتقام ** حالشان چون شد فرو خوان از کلام
- Bunun üzerine öç almak için Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuran’ı oku, anla!
-
مر سیه رویان دین را خود جهیز ** نیست الا حیلت و مکر و ستیز 2905
- Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden, savaştan başka bir şeyleri yoktur.
-
هر صحابی دید ز آن مسجد عیان ** واقعه تا شد یقینشان سر آن
- Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları meydana çıktı.
-
واقعات ار باز گویم یک به یک ** پس یقین گردد صفا بر اهل شک
- Bu rüyaları bir, bir söylesem şüphe edenlerce de hakikat apaçık anlaşılır.
-
لیک میترسم ز کشف رازشان ** نازنینانند و زیبد نازشان
- Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler nazenindirler, onlara naz yaraşır.
-
شرع بیتقلید میپذرفتهاند ** بیمحک آن نقد را بگرفتهاند
- Onlar şeriatı, taklide uymaksızın kabul etmişler, o peşin parayı mehenge vurmadan almamışlardır.
-
حکمت قرآن چو ضالهی مومن است ** هر کسی در ضالهی خود موقن است 2910
- Kuran’ın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes kaybını bilir, tanır.
-
قصهی آن شخص که اشتر ضالهی خود میجست و میپرسید
- Kaybolmuş devesini soran kişinin hikâyesi
-
اشتری گم کردی و جستیش چست ** چون بیابی چون ندانی کان تست
- Meselâ bir deven olsa da kaybetsen, araştırmaya koyulsan bulunca, senin deven olduğunu nasıl bilmezsin?
-
ضاله چه بود ناقهای گم کردهای ** از کفت بگریخته در پردهای
- Arapça da “Dalle” kaybolmuş, elinden kurtulup kaçmış, bir yere gizlenmiş deveye derler.
-
آمده در بار کردن کاروان ** اشتر تو ز آن میان گشته نهان
- Kervan, yükü yüklemeğe gelmiş. Seninse deven kaybolmuş, ortada yok.
-
میدوی این سو و آن سو خشک لب ** کاروان شد دور و نزدیک است شب
- Dudağın kupkuru, o yana bu yana koşup durmaktasın; kervan da uzaklaşıyor, gece de yakın.
-
رخت مانده بر زمین در راه خوف ** تو پی اشتر دوان گشته به طوف 2915
- Pılı pırtı kokulu yerde, toprak üstünde kalmış, sen deve peşinde şuraya buraya dönüp dolaşıyorsun.
-
کای مسلمانان که دیده ست اشتری ** جسته بیرون بامداد از آخوری
- “ Müslümanlar; sabahleyin ahırdan bir deve kaçtı göreniniz var mı?
-
هر که بر گوید نشان از اشترم ** مژدگانی میدهم چندین درم
- Kim söylerse, kim haber verirse şu kadar para veririm” demeye başlarsın;
-
باز میجویی نشان از هر کسی ** ریشخندت میکند زین هر خسی
- Herkesten sorup soruşturursun. Her aşağılık adam, sana bıyık altından güler.
-
کاشتری دیدیم میرفت این طرف ** اشتر سرخی به سوی آن علف
- Biri “ Bir deve gördük, şu tarafa, çayıra doğru gidiyordu” der.
-
آن یکی گوید بریده گوش بود ** و آن دگر گوید جلش منقوش بود 2920
- Öbürü “Ha, ha, kulağı da kesikti” der, bir başkası da der ki: “Üstünde nakışlı bir çuval vardı.”
-
آن یکی گوید شتر یک چشم بود ** و آن دگر گوید ز گر بیپشم بود
- Diğer biri “ Gördüm, tek gözlüydü” der, bir diğeri de der ki “Uyuzluktan tüyü filân da kalmamıştı..
-
از برای مژدگانی صد نشان ** از گزافه هر خسی کرده بیان
- Müjde almak için her bayağı adam, yüzlerce nişan söyler durur.
-
متردد شدن در میان مذهبهای مخالف و بیرون شو و مخلص یافتن
- Birbirine aykırı mezhepler arasında mütereddit bir hale geliş ve onlardan kurtuluş yolu
-
همچنان که هر کسی در معرفت ** میکند موصوف غیبی را صفت
- Bu şuna benzer: Herkes marifet hususunda gayp mevsufunu bir sıfatla över.
-
فلسفی از نوع دیگر کرده شرح ** باحثی مر گفت او را کرده جرح
- Filozof onu başka bir çeşitte anlatır. Mübahase eden, onun sözünü cerh eder.
-
و آن دگر در هر دو طعنه میزند ** و آن دگر از زرق جانی میکند 2925
- Başka biri her ikisini de kınar. Bir başkası da riya ile can çekişir.
-
هر یک از ره این نشانها ز آن دهند ** تا گمان آید که ایشان ز آن دهاند
- Halk, bunları da o köyün adamı sansın diye her biri, bu yola ait deliller söyler.
-
این حقیقت دان نه حقاند این همه ** نی بکلی گمرهانند این رمه
- Hakikatten şunu bil ki bunların hepsi hak değildir. Fakat bu sürünün hepsi de sapık değil.
-
ز انکه بیحق باطلی ناید پدید ** قلب را ابله به بوی زر خرید
- Çünkü hak olmadıkça, bâtıl meydana çıkmaz. Ahmak, kalp altını, altın kokusunu duyar da alır.
-
گر نبودی در جهان نقدی روان ** قلبها را خرج کردن کی توان
- Âlem de sağlam ve geçer akçe olmasaydı kalpı nasıl harcayabilirdin?
-
تا نباشد راست کی باشد دروغ ** آن دروغ از راست میگیرد فروغ 2930
- Doğru olmasaydı yalan olur muydu hiç? O yalan, doğrudan nurlanır.
-
بر امید راست کژ را میخرند ** زهر در قندی رود آن گه خورند
- Doğru ümidiyle eğriyi de alırlar. Zehri şekere dökerler de öyle içerler.
-
گر نباشد گندم محبوب نوش ** چه برد گندمنمای جو فروش
- Güzel ve tatlı buğday olmasaydı, buğday gösterip arpa satan ne yapardı?
-
پس مگو کاین جمله دمها باطلند ** باطلان بر بوی حق دام دلند
- Şu halde bütün bu sözler bâtıldır. Bâtıllar hak ümidiyle gönle tuzaktır.
-
پس مگو جمله خیال است و ضلال ** بیحقیقت نیست در عالم خیال
- Ama hepsi hayalden, sapıklıktan ibarettir de deme. Çünkü âlemde hakikatsiz hayal olmaz.
-
حق شب قدر است در شبها نهان ** تا کند جان هر شبی را امتحان 2935
- Allah Kadir gecesidir. Kadir gecesi, insan her geceyi ibadetle geçirsin diye geceler içinde gizlidir ya Allah da öyle gizli.
-
نه همه شبها بود قدر ای جوان ** نه همه شبها بود خالی از آن
- Ey genç, her gece Kadir gecesi değildir ama bütün geceler de ondan hâli değil.
-
در میان دلق پوشان یک فقیر ** امتحان کن و آن که حق است آن بگیر
- Hırka giyenler arasında bir Allah fakiri vardır. Sana da haksa ona yapış!
-
مومن کیس ممیز کو که تا ** باز داند هیزکان را از فتی
- Nerede anlayışlı bir mümin ki padişahtan yoksulu ayırt etsin.
-
گر نه معیوبات باشد در جهان ** تاجران باشند جمله ابلهان
- Âlemde her şey ayıpsız olsaydı, ticaret edenlerin hepsi aptal olurdu.
-
پس بود کالا شناسی سخت سهل ** چون که عیبی نیست چه نااهل و اهل 2940
- Bu takdirde kumaş tanımak pek kolaylaşırdı. Mademki ortada ayıp yok, ehil ne oluyor, nâehil ne oluyor?
-
ور همه عیب است دانش سود نیست ** چون همه چوب است اینجا عود نیست
- Fakat eğer her şey de ayıplı olsaydı bilginin ne faydası olurdu? Mademki hepsi odun, burada ödağacı yok demektir.
-
آن که گوید جمله حقند احمقی است ** و انکه گوید جمله باطل او شقی است
- Her şey hak demek ahmaklıktır, fakat her şey bâtıl diyen de şakîdir.
-
تاجران انبیا کردند سود ** تاجران رنگ و بو کور و کبود
- Peygamberlerin tacirleri kâr ettiler; renk ve koku tacirleriyse ziyan!
-
مینماید مار اندر چشم مال ** هر دو چشم خویش را نیکو بمال
- Yılan, güzel mal gibi görünür. İki gözünü de ovuştur da iyice bak!
-
منگر اندر غبطهی این بیع و سود ** بنگر اندر خسر فرعون و ثمود 2945
- Bu alışverişe gıpta ile bakma, Firavunla Semud kavminin ziyanını gör!
-
امتحان هر چیزی تا ظاهر شود خیر و شری که در وی است
- Hayır ve şerri anlaşılsın diye her şeyi sınama
-
اندر این گردون مکرر کن نظر ** ز انکه حق فرمود ثم ارجع بصر
- Şu göğe defalarca bak. Çünkü Allah “ Ona bir kere daha dön de bak” buyurdu.
-
یک نظر قانع مشو زین سقف نور ** بارها بنگر ببین هل من فطور
- Bu nurani tavana bir kere bakmakla kani olma, defalarca bak, “ Bir çatlak görebilir misin?”
-
چون که گفتت کاندر این سقف نکو ** بارها بنگر چو مرد عیب جو
- Allah, sana “ Bu güzel göğe ayıp arayan kişi gibi defalarca bak” dedi.
-
پس زمین تیره را دانی که چند ** دیدن و تمییز باید در پسند
- Gök hususunda böyle olunca ya, bu kara yeri görmek, fark edip anlayarak beğenmek için bilir misin. Ne kadar bakmak gerek!
-
تا بپالاییم صافان را ز درد ** چند باید عقل ما را رنج برد 2950
- Tortuyu süzmek, sâfı meydana getirmek için aklımızın ne kadar zahmetler çekmesi lâzım.