-
اشتری گم کردهای ای معتمد ** هر کسی ز اشتر نشانت میدهد
- Ey itimada lâyık adam, sen bir deve kaybetmişsin, herkes sana devenden bir nişan vermekte.
-
تو نمیدانی که آن اشتر کجاست ** لیک دانی کاین نشانیها خطاست
- Sen devenin nerede olduğunu bile bilmiyorsun ama o söylenen nişanların yanlış olduğunu biliyorsun.
-
و انکه اشتر گم نکرد او از مری ** همچو آن گم کرده جوید اشتری 2975
- Devesini kaybetmeyen de taklitle devesini kaybeden kişi gibi bir deve arar.
-
که بلی من هم شتر گم کردهام ** هر که یابد اجرتش آوردهام
- “ Ben de devemi kaybettim. Kim bulursa müjdesini vereceğim” der.
-
تا در اشتر با تو انبازی کند ** بهر طمع اشتر این بازی کند
- Deve aramakta seninle yoldaşlık eder, deveye tamah ettiğinden böyle bir oyuna girişir.
-
هر چه را گویی خطا بود آن نشان ** او به تقلید تو میگوید همان
- Sen, kime “ Bu söylediklerin yanlış” dersen o da sana uyup aynı sözü söyler.
-
او نشان کژ بنشناسد ز راست ** لیک گفتت آن مقلد را عصاست
- O, yanlış nişaneyle doğrusunu ayırt edemez ama senin sözün, o mukallidin aşasıdır, ona dayanır.
-
چون نشان راست گویند و شبیه ** پس یقین گردد ترا لا ریب فیه 2980
- Doğru ve benzer bir nişane verirlerse inanırsın, şüphen kalmaz.
-
آن شفای جان رنجورت شود ** رنگ روی و صحت و زورت شود
- O nişane, hasta canına şifa olur, benzinin rengi yerine gelir, iyileşir, kuvvetlenirsin.
-
چشم تو روشن شود پایت دوان ** جسم تو جان گردد و جانت روان
- Gözün ışıklanır, ayağın tutar, yürür, cismin can olur, canın tamamıyla ruh kesilir.
-
پس بگویی راست گفتی ای امین ** این نشانیها بلاغ آمد مبین
- “ Doğru söyledin ey emniyetli kişi, bu nişaneler, tamamıyla deveme ait.
-
فیه آیات ثقات بینات ** این براتی باشد و قدر نجات
- Bu nişaneler, apaçık ve inanılır deliller, bu nişaneler, devemi gördüğüne delâlet etmekte, âdeta Berat ve Kadir, âdeta kurtuluşun ta kendisi”
-
این نشان چون داد گویی پیش رو ** وقت آهنگ است پیش آهنگ شو 2985
- Der, bu nişaneleri vereni “Haydi, önden yürü. Yürüme vakti, sen öne düş de,
-
پی روی تو کنم ای راست گو ** بوی بردی ز اشترم بنما که کو
- Ben senin ardınca geleyim. Doğru sözlü kişi, devemin kokusunu aldın, şimdi de nerede, göster” diye onu öne salarsın.
-
پیش آن کس که نه صاحب اشتری ست ** کاو در این جست شتر بهر مری ست
- Fakat deve sahibi olmayıp bu araştırmada taklide uyan kişinin,
-
زین نشان راست نفزودش یقین ** جز ز عکس ناقه جوی راستین
- Bu doğru nişanelerle yakını artmaz, ancak hakikaten devesi kaybolanın inanışı ona da akseder.
-
بوی برد از جد و گرمیهای او ** که گزافه نیست این هیهای او
- Onun ciddiyetinden, tahassüründen bir koku alır, anlar ki onun bu yelip yortması saçma değil, elbette bir aslı var!
-
اندر این اشتر نبودش حق ولی ** اشتری گم کرده است او هم بلی 2990
- Bu deve arayışı doğru değil ama o da bir deve kaybetmiştir.
-
طمع ناقهی غیر رو پوشش شده ** آنچ ازو گم شد فراموشش شده
- Başkasının devesine tamah edişi onun yüzünü örter de kendi kaybını unutturur.
-
هر کجا او میدود این میدود ** از طمع هم درد صاحب میشود
- Devesi kaybolan nerelerde koşarsa bu da koşar, tamahından dertliye dost ve yoldaş olur.
-
کاذبی یا صادقی چون شد روان ** آن دروغش راستی شد ناگهان
- Yalancı da doğrucuyla yoldaş olunca yalanı, ansızın doğru olur.
-
اندر آن صحرا که آن اشتر شتافت ** اشتر خود نیز آن دیگر بیافت
- Devenin koştuğu o ovada yalancı da kendi devesini buluverir.
-
چون بدیدش یاد آورد آن خویش ** بیطمع شد ز اشتر آن یار و خویش 2995
- Onu görünce devesini hatırlar; dostunun, arkadaşının devesinden tamahını keser.
-
آن مقلد شد محقق چون بدید ** اشتر خود را که آن جا میچرید
- Devesini orada otlar görür de mukallitten muhakkik olur.
-
او طلب کار شتر آن لحظه گشت ** مینجستش تا ندید او را به دشت
- Deveyi orada aramadığı halde bulunca o an hakikaten deveye talip kesilir. Bu nişaneler, apaçık ve inanılır deliller.
-
بعد از آن تنها روی آغاز کرد ** چشم سوی ناقهی خود باز کرد
- Ondan sonra yalnızca yürümeye başlar, gözünü kendi devesine açar.
-
گفت آن صادق مرا بگذاشتی ** تا به اکنون پاس من میداشتی
- Asıl deve arayan “Beni bıraktın mı, hâlbuki şimdiye kadar arkadaşlık ettik” deyince,
-
گفت تا اکنون فسوسی بودهام ** وز طمع در چاپلوسی بودهام 3000
- “ Şimdiye kadar abes bir şeyle meşguldüm, tamahtan sana yaltaklanıp duruyordum.
-
این زمان هم درد تو گشتم که من ** در طلب از تو جدا گشتم به تن
- Bu arayışta senden zahiren, cismen ayrıldım ama asıl şimdi seninle derttaş oldum.
-
از تو میدزدیدمی وصف شتر ** جان من دید آن خود شد چشم پر
- Şimdiye kadar devenin evsafını senden çalmıştım. Hâlbuki şimdi canım, benimkini gördü, artık gözüm doydu.
-
تا نیابیدم نبودم طالبش ** مس کنون مغلوب شد زر غالبش
- Onu görmedikçe aramadım, istemedim. Fakat şimdi bakır mağlûp oldu, altın üst geldi.
-
سیئاتم شد همه طاعات شکر ** هزل شد فانی و جد اثبات شکر
- Bütün suçlarım, şükür olsun, ibadet oldu, alay fena buldu, doğruluk kaldı.
-
سیئاتم چون وسیلت شد به حق ** پس مزن بر سیئاتم هیچ دق 3005
- Suçlarım, Hakk’a vesile oldu. Gayri suçlarımı kınama, onlara dokunma.
-
مر ترا صدق تو طالب کرده بود ** مر مرا جد و طلب صدقی گشود
- Seni, doğruluğun arayıcı etmişti. Bana da ciddiyetim ve araştırmam doğruluk kapısını açtı.
-
صدق تو آورد در جستن ترا ** جستنم آورد در صدقی مرا
- Seni, doğruluğun aramaya sevk etti, beni de aramam doğruluğa çekti.
-
تخم دولت در زمین میکاشتم ** سخره و بیگار میپنداشتم
- Alay olsun diye, iş olsun diye yere devlet tohumu ekiyordum.
-
آن نبد بیگار کسبی بود چست ** هر یکی دانه که کشتم صد برست
- Hâlbuki onun aslı varmış, hakikî kazancımmış, ektiğim her taneye bedel yüzlerce tane çıktı” diye cevap verir.
-
دزد سوی خانهای شد زیر دست ** چون در آمد دید کان خانهی خود است 3010
- Hırsız, bir eve girmeğe kalkışır, girince görür ki girdiği kendi eviymiş!
-
گرم باش ای سرد تا گرمی رسد ** با درشتی ساز تا نرمی رسد
- Ey soğuk, hararetlen ki ısınasın, sertliğe alış ki yumuşayasın.
-
آن دو اشتر نیست آن یک اشتر است ** تنگ آمد لفظ معنی بس پر است
- O iki deve değildir ki, bir devedir. Fakat söz dar, mana ise pek geniş!
-
لفظ در معنی همیشه نارسان ** ز آن پیمبر گفت قد کل لسان
- Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber” Allah’ı bilenin dili tutulur” dedi.
-
نطق اصطرلاب باشد در حساب ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب
- Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar bilebilir ki?
-
خاصه چرخی کاین فلک زو پرهای است ** آفتاب از آفتابش ذرهای است 3015
- Hele bu gök olursa bu öyle bir gök ki, gökyüzü, buna nispetle bir katre. Bu güneş o güneşe nispetle bir zerre!
-
بیان آن که در هر نفسی فتنهی مسجد ضرار است
- Her an bir Mescidi Dırâr var
-
چون پدید آمد که آن مسجد نبود ** خانهی حیلت بد و دام جهود
- Münafıkların yaptıkları mescidin hakikî bir mescit olmayıp hile yurdu, Yahudi tuzağı olduğu anlaşılınca,
-
پس نبی فرمود کان را بر کنید ** مطرحهی خاشاک و خاکستر کنید
- Peygamber “ Onu yıkın! Süprüntülük, küllük, gübürlük yapın” buyurdu.
-
صاحب مسجد چو مسجد قلب بود ** دانهها بر دام ریزی نیست جود
- Mescidin sahibi de mescit gibi kalptı. Tuzağa saçtığın taneler, cömertlik sayılmaz ki.
-
گوشت کاندر شست تو ماهی رباست ** آن چنان لقمه نه بخشش نه سخاست
- Oltandaki et lokması, balığı avlamak içindir. Öyle bir lokma ne ihsandır, ne cömertlik!
-
مسجد اهل قبا کان بد جماد ** آن چه کفو او نبد راهش نداد 3020
- Kubâ’lıların Mescidi, taştan, topraktan ibaretken yine kendisinin naziri olmayan Mescid- i Dırar’ın vücuduna meydan vermedi.
-
در جمادات این چنین حیفی نرفت ** زد در آن ناکفو امیر داد نفت
- Taşa toprağa bile böyle bir zulüm ve sitem yapılmadı. Adalet emîri olan Resulullah, Kubâ mescidine benzemeyen o mescide şûle vurdu, onu yakıp yıktı!
-
پس حقایق را که اصل اصلهاست ** دان که آن جا فرقها و فصلهاست
- Asılların aslı olan hakikatlerin de, bil ki, farkları, ayrılıkları vardır.