-
آن دو اشتر نیست آن یک اشتر است ** تنگ آمد لفظ معنی بس پر است
- O iki deve değildir ki, bir devedir. Fakat söz dar, mana ise pek geniş!
-
لفظ در معنی همیشه نارسان ** ز آن پیمبر گفت قد کل لسان
- Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber” Allah’ı bilenin dili tutulur” dedi.
-
نطق اصطرلاب باشد در حساب ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب
- Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar bilebilir ki?
-
خاصه چرخی کاین فلک زو پرهای است ** آفتاب از آفتابش ذرهای است 3015
- Hele bu gök olursa bu öyle bir gök ki, gökyüzü, buna nispetle bir katre. Bu güneş o güneşe nispetle bir zerre!
-
بیان آن که در هر نفسی فتنهی مسجد ضرار است
- Her an bir Mescidi Dırâr var
-
چون پدید آمد که آن مسجد نبود ** خانهی حیلت بد و دام جهود
- Münafıkların yaptıkları mescidin hakikî bir mescit olmayıp hile yurdu, Yahudi tuzağı olduğu anlaşılınca,
-
پس نبی فرمود کان را بر کنید ** مطرحهی خاشاک و خاکستر کنید
- Peygamber “ Onu yıkın! Süprüntülük, küllük, gübürlük yapın” buyurdu.
-
صاحب مسجد چو مسجد قلب بود ** دانهها بر دام ریزی نیست جود
- Mescidin sahibi de mescit gibi kalptı. Tuzağa saçtığın taneler, cömertlik sayılmaz ki.
-
گوشت کاندر شست تو ماهی رباست ** آن چنان لقمه نه بخشش نه سخاست
- Oltandaki et lokması, balığı avlamak içindir. Öyle bir lokma ne ihsandır, ne cömertlik!
-
مسجد اهل قبا کان بد جماد ** آن چه کفو او نبد راهش نداد 3020
- Kubâ’lıların Mescidi, taştan, topraktan ibaretken yine kendisinin naziri olmayan Mescid- i Dırar’ın vücuduna meydan vermedi.
-
در جمادات این چنین حیفی نرفت ** زد در آن ناکفو امیر داد نفت
- Taşa toprağa bile böyle bir zulüm ve sitem yapılmadı. Adalet emîri olan Resulullah, Kubâ mescidine benzemeyen o mescide şûle vurdu, onu yakıp yıktı!
-
پس حقایق را که اصل اصلهاست ** دان که آن جا فرقها و فصلهاست
- Asılların aslı olan hakikatlerin de, bil ki, farkları, ayrılıkları vardır.
-
نه حیاتش چون حیات او بود ** نه مماتش چون ممات او بود
- Ne hayatı onun hayatına benzer, ne mematı onun mematına.
-
گور او هرگز چو گور او مدان ** خود چه گویم حال فرق آن جهان
- Hatta kabrini bile öbürünün kabri gibi sanma. O cihanın farkını ben nasıl söyleyeyim?
-
بر محک زن کار خود ای مرد کار ** تا نسازی مسجد اهل ضرار 3025
- Ey iş eri, sen işini mehenge vur da bir Mescid’i Dırâr da sen yapma.
-
بس بر آن مسجد کنان تسخر زدی ** چون نظر کردی تو خود ز یشان بدی
- Sen o mescit yapanları kınıyor, onlarla alay ediyorsun ama gözünü çevirip baksan görürsün ki sen de onlardansın!
-
حکایت هندو که با یار خود جنگ میکرد بر کاری و خبر نداشت که او هم بدان مبتلاست
- Bir iş için savaşan, fakat kendisinin de o hale müptelâ olduğundan haberi olmayan Hintli
-
چار هندو در یکی مسجد شدند ** بهر طاعت راکع و ساجد شدند
- Dört Hintli bir mescitte Allah’a ibadet için namaza durmuşlar, rükû ve sücuda koyulmuşlardı.
-
هر یکی بر نیتی تکبیر کرد ** در نماز آمد به مسکینی و درد
- Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı.
-
موذن آمد از یکی لفظی بجست ** کای موذن بانگ کردی وقت هست
- Bu sırada müezzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından bilâihtiyar bir söz çıktı; “ Müezzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var mı?”
-
گفت آن هندوی دیگر از نیاز ** هی سخن گفتی و باطل شد نماز 3030
- Öbür Hintli, namaz içinde olduğu halde “ Sus yahu, konuştun, namazın bozuldu.” dedi.
-
آن سوم گفت آن دوم را ای عمو ** چه زنی طعنه بر او خود را بگو
- Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki : “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!”
-
آن چهارم گفت حمد الله که من ** در نیفتادم به چه چون آن سه تن
- Dördüncü “Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düşmedim” dedi.
-
پس نماز هر چهاران شد تباه ** عیب گویان بیشتر گم کرده راه
- Hulasâ dördünün de namazı bozuldu. Âlemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder.
-
ای خنک جانی که عیب خویش دید ** هر که عیبی گفت آن بر خود خرید
- Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birisinin ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.
-
ز انکه نیم او ز عیبستان بده ست ** و آن دگر نیمش ز غیبستان بده ست 3035
- Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gayıptan!
-
چون که بر سر مر ترا ده ریش هست ** مرهمت بر خویش باید کار بست
- Mademki başında onlarca yara var, merhemini başına vurmalısın.
-
عیب کردن ریش را داروی اوست ** چون شکسته گشت جای ارحمواست
- Yarayı ayıplamak, ona merhem koymaktır. Sınık bir hale düştü mü “ Bir kavmin azizi zelil oldu mu acıyın ona” hadîsine mazhar olur.
-
گر همان عیبت نبود ایمن مباش ** بو که آن عیب از تو گردد نیز فاش
- Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın, günün birin de o ayıp, senden de zuhur edebilir.
-
لا تخافوا از خدا نشنیدهای ** پس چه خود را ایمن و خوش دیدهای
- Allahtan “Emin olmayın” sözünü duymadın mı? Peki, o halde neden müsterih ve emin oluyorsun?
-
سالها ابلیس نیکو نام زیست ** گشت رسوا بین که او را نام چیست 3040
- İblis, yıllarca iyi adla anılarak yaşadığı halde nihayet bak, nasıl rüsvay oldu, adı ne oldu?
-
در جهان معروف بد علیای او ** گشت معروفی بعکس ای وای او
- Yüceliği âlemde tanınmıştı; aksiyle tanındı, yazık!
-
تا نه ای ایمن تو معروفی مجو ** رو بشو از خوف پس بنمای رو
- Emin değilsen, tanınmayı isteme. Yürü, yüzünü korkuyla yıka da sonra göster.
-
تا نروید ریش تو ای خوب من ** بر دگر ساده ز نخ طعنه مزن
- Güzelim, sakalın çıkmıyorsa başka sakalsızları kınama.
-
این نگر که مبتلا شد جان او ** در چهی افتاد تا شد پند تو
- Şu işe bak: Şeytan, belâlara düştü de sana ibret oldu.
-
تو نیفتادی که باشی پند او ** زهر او نوشید تو خور قند او 3045
- Sen belâya uğrayıp ona ibret olmadın o zehri içti, sen şerbetini iç (ibret almana bak!).
-
قصد کردن غزان به کشتن یک مردی تا آن دگر بترسد
- Oğuzların, birini korkutmak için başka birini öldürmeye kalkışmaları
-
آن غزان ترک خونریز آمدند ** بهر یغما بر دهی ناگه زدند
- Kan dökücü Oğuz Türkleri, malları yağma etmek üzere bir köye girdiler.
-
دو کس از اعیان آن ده یافتند ** در هلاک آن یکی بشتافتند
- O köyün eşrafından iki kişi yakalayıp birini öldürmeye niyet ettiler.
-
دست بستندش که قربانش کنند ** گفت ای شاهان و ارکان بلند
- Öldürmek üzere elini bağladıkları zaman dedi ki: “Padişahlar, yüce erler.
-
در چه مرگم چرا میافگنید ** از چه آخر تشنهی خون منید
- Niye benim kanıma kastediyorsunuz. Neden benim kanıma susadınız?
-
چیست حکمت چه غرض در کشتنم ** چون چنین درویشم و عریان تنم 3050
- Öldürülmemde ki maksat, garaz ne? Görüyorsunuz ya, gördüğünüz gibi yoksulum, çırçıplak bir adamım”
-
گفت تا هیبت بر این یارت زند ** تا بترسد او و زر پیدا کند
- Oğuzların biri “ Arkadaşın korksun, ürksün de altınları çıkarsın diye öldürüyoruz” dedi.
-
گفت آخر او ز من مسکینتر است ** گفت قاصد کرده است او را زر است
- Adam “O benden yoksul” deyince Oğuz, “Haber verdiler onun altını var” dedi.
-
گفت چون وهم است ما هر دو یکایم ** در مقام احتمال و در شکایم
- Adam dedi ki: “Mademki bizim ikimizden bir şey umuyorsunuz,
-
خود و را بکشید اول ای شهان ** تا بترسم من دهم زر را نشان
- Evvelâ onu öldürün de ben korkayım, altınların yerini göstereyim!”
-
پس کرمهای الهی بین که ما ** آمدیم آخر زمان در انتها 3055
- Şimdi sen de Allah’ın keremine bak ki biz âhir zamanda geldik.
-
آخرین قرنها پیش از قرون ** در حدیث است آخرون السابقون
- Zamanlardan sonuncusu, ilk devirlerden daha üstündür. Hadiste “ Ahirûnes Sâbikun” denmektedir.
-
تا هلاک قوم نوح و قوم هود ** عارض رحمت به جان ما نمود
- Merhamet sahibi Allah, Nûh ve Hûd kavimlerinin helâkini bize gösterdi;
-
کشت ایشان را که ما ترسیم از او ** ور خود این بر عکس کردی وای تو
- Biz korkalım, ibret alalım diye onları kahretti. Ya aksi olsaydı vay haline!
-
بیان حال خود پرستان و ناشکران در نعمت وجود انبیا و اولیا علیهم السلام
- Kendisine tapanların (peygamber ve velilerin Aleyhimüsselâm) varlıkları nimetken buna şükretmeyenlerin hali
-
هر ک از ایشان گفت از عیب و گناه ** وز دل چون سنگ وز جان سیاه
- Peygamberlerden hangisi, suça, ayıba dair bir şey söylediyse taş gibi katı gönül’e, kapkara cana,
-
و ز سبک داری فرمانهای او ** و ز فراغت از غم فردای او 3060
- Allah fermanlarına ehemmiyet vermemeye, yarın ki ahret gününü düşünmeyip rahatça keyfine bakmaya,
-
و ز هوس و ز عشق این دنیای دون ** چون زنان مر نفس را بودن زبون
- Bu aşağılık dünyaya heves etmeye, bu aşağılık dünyaya âşık, karılar gibi nefse zebun olmaya,