-
گفت از پیری است آن ضعف دماغ ** گفت بر چشمم ز ظلمت هست داغ
- Doktor dedi ki . “ O akıl zayıflığı ihtiyarlıktandır.” İhtiyar, “ Gözüm de kararıyor” dedi. Doktor “Koca ihtiyar, ihtiyarlıktan” dedi.
-
گفت از پیری است ای شیخ قدیم ** گفت پشتم درد میآید عظیم 3090
- Doktor, ”Koca ihtiyar, ihtiyarlıktan” dedi. Adam, “ Arkam dehşetli ağrıyor” deyince,
-
گفت از پیری است ای شیخ نزار ** گفت هر چه میخورم نبود گوار
- Doktor dedi ki: “A zayıf ihtiyar, ihtiyarlıktan!” Adam, “ Ne yiyorsam hazmedemiyorum” dedi.
-
گفت ضعف معده هم از پیری است ** گفت وقت دم مرا دم گیری است
- Doktor “ Mide zayıflığı da ihtiyarlıktan” dedi. Adam, “ Nefes alırken sıkıntı çekiyorum, nefes darlığım var” dedi.
-
گفت آری انقطاع دم بود ** چون رسد پیری دو صد علت شود
- Doktor dedi ki: “Evet, nefes darlığı da ihtiyarlıktan. İhtiyarlayınca insanda iki yüz türlü illet peyda olur.”
-
گفت ای احمق بر این بر دوختی ** از طبیبی تو همین آموختی
- İhtiyar kızıp, “ Be ahmak, lâfın hep bu mu, sen doktorluktan yalnız bunu mu belledin?
-
ای مدمغ عقلت این دانش نداد ** که خدا هر رنج را درمان نهاد 3095
- Be herif, Allah her derde bir derman verdi, bunu bilemiyor musun?
-
تو خر احمق ز اندک مایگی ** بر زمین ماندی ز کوتهپایگی
- Sen ahmak bir eşeksin, bilgin de kıt, aklın da. Ayağın kısa olduğundan yeryüzünde kalakalmışsın” dedi.
-
پس طبیبش گفت ای عمر تو شصت ** این غضب وین خشم هم از پیری است
- Doktor cevap verdi: “Ey yaşı altmış, işi bitmiş adam, bu kızgınlık, bu hiddet de ihtiyarlıktan!”
-
چون همه اوصاف و اجزا شد نحیف ** خویشتنداری و صبرت شد ضعیف
- Vücudun bütün cüzileri, zayıflar, yıpranır, sabır da azalır.
-
بر نتابد دو سخن زو هی کند ** تاب یک جرعه ندارد قی کند
- İki çift söze bile tahammül edemez, haykırır. Bir yudum suyu bile hazmedemez, kusuverir!
-
جز مگر پیری که از حق است مست ** در درون او حیات طیبه است 3100
- Ancak Allah sarhoşu olan ihtiyar müstesna. O tertemiz bir yaşayışa sahiptir.
-
از برون پیر است و در باطن صبی ** خود چه چیز است آن ولی و آن نبی
- Zahiren ihtiyardır ama hakikatte çocuk. Zaten o veli ve nebi nedir ki?
-
گر نه پیدایند پیش نیک و بد ** چیست با ایشان خسان را این حسد
- Eğer iyinin, kötünün yanında zahir olmasalar bu aşağılık kişilerin onlara şu hasedi neden?
-
ور نمیدانندشان علم الیقین ** چیست این بغض و حیل سازی و کین
- Onlar yakîn ilmini bilmiyorlarsa onlara karşı bu buğuz, bu hilekârlık, bu kin ne?
-
ور نمیدانند بعث و رستخیز ** چون زنندی خویش بر شمشیر تیز
- Onlara düşman olanlar ölümden sonra dirilmeyi ve kıyamet gününü bilselerdi kendilerini keskin kılıcın üstüne nasıl atarlardı.
-
بر تو میخندد مبین او را چنان ** صد قیامت در درون استش نهان 3105
- O pir sana gülümser, fakat sen onu öyle görme; onun için yüzlerce kıyamet var.
-
دوزخ و جنت همه اجزای اوست ** هر چه اندیشی تو او بالای اوست
- Cennet, cehennem... Hepsi onun cüzileri. Ne düşünürsen, O, o düşünceden de üstün.
-
هر چه اندیشی پذیرای فناست ** آن که در اندیشه ناید آن خداست
- Ne düşünüyorsan yokluk kabul eder, fakat düşünceye sığmayan yok mu? İşte Allah odur.
-
بر در این خانه گستاخی ز چیست ** گر همیدانند کاندر خانه کیست
- İçinde kim olduğunu biliyorsa, evin kapısındaki küstahlık neden?
-
ابلهان تعظیم مسجد میکنند ** در جفای اهل دل جد میکنند
- Ahmaklar Mescidi ulular da, gönül ehlinin gönlünü yıkmaya çalışır.
-
آن مجاز است این حقیقت ای خران ** نیست مسجد جز درون سروران 3110
- Hâlbuki o mecazidir be eşekler, bu hakikat. Uluların gönülden başka Mescidi yoktur.
-
مسجدی کان اندرون اولیاست ** سجدهگاه جمله است آن جا خداست
- Herkesin secdegâhı olan velilerin gönül mescitlerinde Allah vardır.
-
تا دل مرد خدا نامد به درد ** هیچ قومی را خدا رسوا نکرد
- Allah erinin gönlü derde düşmedikçe Allah, hiçbir milleti rüsvay etmemiştir.
-
قصد جنگ انبیا میداشتند ** جسم دیدند آدمی پنداشتند
- Peygamberlerle savaşa girişenler, onları cisim görüp kendileri gibi insan sanmışlardır.
-
در تو هست اخلاق آن پیشینیان ** چون نمیترسی که تو باشی همان
- Sende o ilk gelenlerin ahlâkı var. Nasıl oluyor da sen de onlar gibi helâk olmaktan korkmuyorsun?
-
آن نشانیها همه چون در تو هست ** چون تو زیشانی کجا خواهی برست 3115
- Onlardaki nişanelerin hepsi sende de var. Mademki onlardansın, nerde kurtulacaksın?
-
قصهی جوحی و آن کودک که پیش جنازهی پدر خویش نوحه میکرد
- Cuha ile babasının cenazesi önünde feryat eden çocuk
-
کودکی در پیش تابوت پدر ** زار مینالید و بر میکوفت سر
- Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağlamakta, başına vurmaktaydı.
-
کای پدر آخر کجایت میبرند ** تا ترا در زیر خاکی بسپرند
- “Baba, seni nereye götürüyorlar? Nihayet seni toprağın altına yatıracaklar.
-
میبرندت خانهی تنگ و زحیر ** نی در او قالی و نه در وی حصیر
- Öyle bir dar, öyle bir elemli eve götürüyorlar ki orada ne halı var, ne hasır.
-
نی چراغی در شب و نه روز نان ** نی در او بوی طعام و نه نشان
- Ne geceleyin bir ışık var, ne gündüzün bir dilim ekmek, ne yemek kokusu var, ne yiyecekten eser..
-
نی درش معمور و نی در بام راه ** نی یکی همسایه کاو باشد پناه 3120
- Ne mamur bir kapı var, ne damında bir yol, ne de sığınılacak bir komşu!
-
چشم تو که بوسه گاه خلق بود ** چون رود در خانهی کور و کبود
- Halkın öptüğü cismin o elemli yurda nasıl gidecek?
-
خانهی بیزینهار و جای تنگ ** که در او نه روی میماند نه رنگ
- Amansız bir ev, dar bir yer, orada ne bet kalır, ne beniz” demekte.
-
زین نسق اوصاف خانه میشمرد ** وز دو دیده اشک خونین میفشرد
- Bu suretle o evin vasıflarını sayıp gözlerinden kanlı yaşlar saçmaktaydı.
-
گفت جوحی را پدر ای ارجمند ** و الله این را خانهی ما میبرند
- Cuha, babasına dedi ki: “Babacığım, vallahi bu adamı bizim eve götürüyorlar.”
-
گفت جوحی را پدر ابله مشو ** گفت ای بابا نشانیها شنو 3125
- Babası, Cuha’ya “Ahmak olma” dedi. Cuha, Baba, şu nişaneleri dinle.
-
این نشانیها که گفت او یک به یک ** خانهی ما راست بیتردید و شک
- Birer, birer saydığı bu nişanelerin hepsi, şeksiz şüphesiz bizim evin nişaneleri.
-
نی حصیر و نه چراغ و نه طعام ** نه درش معمور و نه صحن و نه بام
- Ne hasır var, ne ışık var, ne yemek. Ne kapısı mamur, ne içi, ne damı!”
-
زین نمط دارند بر خود صد نشان ** لیک کی بینند آن را طاغیان
- Halkta da bu suretle kendilerine ait yüzlerce alâmet olduğu halde azgınlar, bu nişaneleri görmezler.
-
خانهی آن دل که ماند بیضیا ** از شعاع آفتاب کبریا
- Kibriya güneşinin şuanından mahrum ve ışıksız olan gönül evi,
-
تنگ و تاریک است چون جان جهود ** بینوا از ذوق سلطان ودود 3130
- Yahudilerin canı gibi dar ve karanlıktır; muhabbet ihsan eden Allah’ın zevkinden mahrumdur.
-
نی در آن دل تافت نور آفتاب ** نی گشاد عرصه و نه فتح باب
- Ne güneşin o gönüle ışığı parlar, ne o gönlün sahası genişler, ne kapısı açılır.
-
گور خوشتر از چنین دل مر ترا ** آخر از گور دل خود برتر آ
- Sana böyle bir gönülden mezar yeğdir. Gönül mezarından çık artık!
-
زندهای و زنده زاد ای شوخ و شنگ ** دم نمیگیرد ترا زین گور تنگ
- Ey şuh ve neşeli can, dirisin, diri oğlusun. Bu dar gönül mezarında nefesin daralmıyor mu?
-
یوسف وقتی و خورشید سما ** زین چه و زندان بر آ و رو نما
- Sen vaktin Yusuf’usun, gökyüzünün güneşi. Bu çölden, bu zindandan çık yüzünü göster!
-
یونست در بطن ماهی پخته شد ** مخلصش را نیست از تسبیح بد 3135
- Yunus, balık karnında pişti. Yunus Peygamber, bu belâdan ancak tespihle kurtuldu.
-
گر نبودی او مسیح بطن نون ** حبس و زندانش بدی تا یبعثون
- Balık karnında tespih etmeseydi kıyamete kadar o hapiste, o zindan da kalırdı.
-
او به تسبیح از تن ماهی بجست ** چیست تسبیح آیت روز أ لست
- Yunus, balıktan Allah’ı tespih ederek halâs oldu. Tespih nedir? Elest gününün nişanesi.
-
گر فراموشت شد آن تسبیح جان ** بشنو این تسبیحهای ماهیان
- Eğer can tespihini unutursan şu balıkların tespihini dinle.