-
آن که دو گفت و سه گفت و بیش ازین ** متفق باشند در واحد یقین
- İki diyenler, üç diyenler daha fazla diyenler, bir olduğunda mutlaka ittifak ederler.
-
احولی چون دفع شد یکسان شوند ** دو سه گویان هم یکی گویان شوند
- Şaşılık gidince hepsi birleşir; iki, üç diyenler de bir derler.
-
گر یکی گویی تو در میدان او ** گرد بر میگرد از چوگان او
- Onun meydanında bir topsan, ona bir diyorsan durma, çevgânının etrafında dön dolaş!
-
گوی آن گه راست و بینقصان شود ** که ز زخم دست شه رقصان شود
- Top padişahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermiş olur.
-
گوش دار ای احول اینها را به هوش ** داروی دیده بکش از راه گوش 315
- Ey şaşı; bunları can kulağıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilâç ver!
-
پس کلام پاک در دلهای کور ** مینپاید میرود تا اصل نور
- Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.
-
و آن فسون دیو در دلهای کژ ** میرود چون کفش کژ در پای کژ
- Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayağa uyarsa Şeytanın afsun ve efsanesi de doğru olmayan gönüllere uyar.
-
گر چه حکمت را به تکرار آوری ** چون تو نااهلی شود از تو بری
- Hikmeti istediğin kadar tekrarla... Ona ehil değilsen hikmet, senden ne kadar uzak!
-
ور چه بنویسی نشانش میکنی ** ور چه میلافی بیانش میکنی
- İster yaz, belle… İster bahset, söyle!
-
او ز تو رو در کشد ای پر ستیز ** بندها را بگسلد وز تو گریز 320
- O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; bağlarını koparır, kaçar.
-
ور نخوانی و ببیند سوز تو ** علم باشد مرغ دستآموز تو
- Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldığını görürse elinde, alışmış kuş haline gelir.
-
او نپاید پیش هر نااوستا ** همچو طاوسی به خانهی روستا
- Tavus kuşu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.
-
یافتن پادشاه باز را به خانهی کمپیر زن
- Padişahın, doğanı ihtiyar kadının evinde bulunması
-
دین نه آن باز است کاو از شه گریخت ** سوی آن کمپیر کاو میآرد بیخت
- Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir.
-
تا که تتماجی پزد اولاد را ** دید آن باز خوش خوش زاد را
- O kadıncağız, çocuklarına tutmaç pişirmeye savaşırken o cinsi güzel, kendisi hoş doğanı görünce,
-
پایکش بست و پرش کوتاه کرد ** ناخنش ببرید و قوتش کاه کرد 325
- Tutup ayacığını bağladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnağını kesti, yesin diye de önüne saman koydu.
-
گفت نااهلان نکردندت به ساز ** پر فزود از حد و ناخن شد دراز
- ”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamışlar, kanadın haddini aşmış, tırnağın da uzamış.
-
دست هر نااهل بیمارت کند ** سوی مادر آ که تیمارت کند
- Na ehil kişiler seni hasta ederler. Ananın yanına gel ki sana iyi baksın!” dedi.
-
مهر جاهل را چنین دان ای رفیق ** کژ رود جاهل همیشه در طریق
- Arkadaş, cahilin sevgisini de böyle bil. Cahil yolda daima çarpık, daima yampiri gider.
-
روز شه در جستجو بیگاه شد ** سوی آن کمپیر و آن خرگاه شد
- Padişahın günü, doğanı aramakla geçti, nihayet o kocakarının çadırına yöneldi.
-
دید ناگه باز را در دود و گرد ** شه بر او بگریست زار و نوحه کرد 330
- Ansızın orada doğanı, toz duman içinde gördü. Ona bakıp ağlamaya başladı.
-
گفت هر چند این جز ای کار تست ** که نباشی در وفای ما درست
- Dedi ki: “Her ne kadar, bize dosdoğru vefakârlıkta bulunmadığın için bu hâl sana lâyıktı.
-
چون کنی از خلد زی دوزخ فرار ** غافل از لا یستوی اصحاب نار
- Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadığından gaflet ederek cennetten kaçtın, cehennemde karar ettin.
-
این سزای آن که از شاه خبیر ** خیره بگریزد به خانهی گنده پیر
- Halinden haberdar olan padişahtan sersemce bu kokuşuk kocakarının evine kaçağın layığı budur”
-
باز میمالید پر بر دست شاه ** بیزبان میگفت من کردم گناه
- Doğan kanadını padişahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”;
-
پس کجا زارد کجا نالد لئیم ** گر تو نپذیری بجز نیک ای کریم 335
- Ey kerem sahibi, sen iyilerden başkasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip ağlasın?
-
لطف شه جان را جنایت جو کند ** ز آنکه شه هر زشت را نیکو کند
- Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfu cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi.
-
رو مکن زشتی که نیکیهای ما ** زشت آمد پیش آن زیبای ما
- Yürü, çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.
-
خدمت خود را سزا پنداشتی ** تو لوای جرم از آن افراشتی
- Hâlbuki sen ettiğin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin.
-
چون ترا ذکر و دعا دستور شد ** ز آن دعاکردن دلت مغرور شد
- Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düştü.
-
هم سخن دیدی تو خود را با خدا ** ای بسا کاو زین گمان افتد جدا 340
- Kendini Allah ile konuşur gördün. Hâlbuki niceler vardır ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer.
-
گر چه با تو شه نشیند بر زمین ** خویشتن بشناس و نیکوتر نشین
- Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi, daha edepli otur!
-
باز گفت ای شه پشیمان میشوم ** توبه کردم نو مسلمان میشوم
- Doğan dedi ki: “Padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden Müslüman oldum.
-
آن که تو مستش کنی و شیر گیر ** گر ز مستی کج رود عذرش پذیر
- Sarhoş ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettiğin kişi sarhoşluk yüzünden yolunu sapıtırsa özrünü kabul et.
-
گر چه ناخن رفت چون باشی مرا ** بر کنم من پرچم خورشید را
- Tırnağımı kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, güneşin bile perçemini koparırım.
-
ور چه پرم رفت چون بنوازیم ** چرخ بازی گم کند در بازیم 345
- Kanadım gittiyse de beni okşarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karşı mat olur.
-
گر کمر بخشیم که را بر کنم ** گر دهی کلکی علمها بشکنم
- Bana kuvvet kemerini bağışlarsan dağı yerinden koparırım, bana kudret kalemini verirsen bayrakları yıkar, orduları kırarım.
-
آخر از پشه نه کم باشد تنم ** ملک نمرودی به پر بر هم زنم
- Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de aşağı değil ya... Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur, tarumar ederim.
-
در ضعیفی تو مرا بابیل گیر ** هر یکی خصم مرا چون پیل گیر
- Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir.
-
قدر فندق افکنم بندق حریق ** بندقم در فعل صد چون منجنیق
- Bir fındık kadar, fakat yakıcı kurşun atarım; kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder.
-
موسی آمد در وغا با یک عصاش ** زد بر آن فرعون و بر شمشیرهاش 350
- Musa, savaşa bir tek sopasıyla gitti ama o sopayla Firavunu da, kılıçlarını da kırdı geçirdi.
-
هر رسولی یک تنه کان در زده ست ** بر همه آفاق تنها بر زده ست
- Her peygamber, o kapıyı yalnızca döğmüş, bütün dünyaya tek başına saldırmıştır.
-
نوح چون شمشیر در خواهید ازو ** موج طوفان گشت از او شمشیر خو
- Nuh, ondan kılıç isteyince Tufan dalgası, Allah kudretiyle kılıç kesilmiştir.
-
احمدا خود کیست اسپاه زمین ** ماه بین بر چرخ و بشکافش جبین
- Ey Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak, ayın bile alnını yar!
-
تا بداند سعد و نحس بیخبر ** دور تست این دور نه دور قمر
- Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduğuna inanan bihaberler, bu devrin senin devrin olduğunu, kamerin devri olmadığını anlasınlar.
-
دور تست ایرا که موسای کلیم ** آرزو میبرد زین دورت مقیم 355
- Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı.
-
چون که موسی رونق دور تو دید ** کاندر او صبح تجلی میدمید
- Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de;
-
گفت یا رب آن چه دور رحمت است ** بر گذشت از رحمت آن جا رویت است
- “ Yarabbi, o ne rahmet devri... O devir, rahmetten de ileri... O devirde rüyet var.
-
غوطه ده موسای خود را در بحار ** از میان دورهی احمد بر آر
- Musa’nı denizlere daldır da Ahmet’in devrinde izhar et’’ dedi.
-
گفت یا موسی بدان بنمودمت ** راه آن خلوت بدان بگشودمت
- Allah dedi ki : “ Sana o devri onun için gösterdim, o halvetin yolunu onun için açtım”
-
که تو ز آن دوری درین دور ای کلیم ** پا بکش زیرا دراز است این گلیم 360
- Ey Kelîm, sen o devirden uzaksın; ayağını çek, çünkü bu iklim uzundur.