English    Türkçe    فارسی   

2
3185-3234

  • رحمتش آمد بر حکیم و عزم کرد ** کش بر اشتر بر نشاند نیک مرد 3185
  • Dedi. O iyi kalpli bedevi, hakîme acıdı, onu deveye bindirmek istedi. Tekrar
  • باز گفتش ای حکیم خوش سخن ** شمه‏ای از حال خود هم شرح کن‏
  • “Ey güzel sözlü hakîm, birazcık halinden bahset.
  • این چنین عقل و کفایت که تراست ** تو وزیری یا شهی بر گوی راست‏
  • Böyle bir akılla, böyle bir kifayetle sen ya vezirsin, ya padişah. Doğru söyle!” dedi.
  • گفت این هر دو نیم از عامه‏ام ** بنگر اندر حال و اندر جامه‏ام‏
  • Hakîm dedi ki: “İkisi de değilim, halktan bir adamım. Halime, elbiseme baksana!”
  • گفت اشتر چند داری چند گاو ** گفت نه این و نه آن ما را مکاو
  • Bedevi “Kaç deven, kaç öküzün var?” diye sordu. Hakîm cevap verdi: “Uzun etme. Ne ona malikim, ne buna!”
  • گفت رختت چیست باری در دکان ** گفت ما را کو دکان و کو مکان‏ 3190
  • Bedevi, “Peki, bari dükkânındaki mal ne, onu söyle!” dedi. Hakîm dedi ki “Benim dükkânım nerede, yerim yurdum nerede?
  • گفت پس از نقد پرسم نقد چند ** که تویی تنها رو و محبوب پند
  • Bedevi, öyleyse paranı sorayım: sen yapayalnız gidiyorsun, hoş nasihatlerde bulunuyorsun, ne kadar paran var?
  • کیمیای مس عالم با تو است ** عقل و دانش را گهر تو بر تو است‏
  • Âlemdeki bakırları altın yapacak kimya senin elinde, akıl ve bilgi incilerin tümen, tümen dedi!” dedi.
  • گفت و الله نیست یا وجه العرب ** در همه ملکم وجوه قوت شب‏
  • Hakîm, “Ey Arabın iftiharı, vallahi para şöyle dursun, bir gecelik yiyecek alacak mangırım bile yok.
  • پا برهنه تن برهنه می‏دوم ** هر که نانی می‏دهد آن جا روم‏
  • Yalınayak, başıkabak koşup duruyorum. Kim, bir dilim ekmek verirse oraya gidiyorum.
  • مر مرا زین حکمت و فضل و هنر ** نیست حاصل جز خیال و درد سر 3195
  • Bu kadar hikmet, fazilet ve hünerden ancak hayal ve baş ağrısı elde ettim” deyince;
  • پس عرب گفتش که شو دور از برم ** تا نبارد شومی تو بر سرم‏
  • Arap dedi ki : “ Yürü, yanımdan uzaklaş, senin nuhusetin benim başıma da çökmesin.
  • دور بر آن حکمت شومت ز من ** نطق تو شرم است بر اهل زمن‏
  • O şom hikmetini benden uzaklaştır. Sözün, zamane halkına şom.
  • یا تو آن سو رو من این سو می‏دوم ** ور ترا ره پیش من واپس روم‏
  • Ya sen o yana git, ben bu yana gideyim. Yahut sen önden yürü, ben arkadan yürüyeyim.
  • یک جوالم گندم و دیگر ز ریگ ** به بود زین حیله‏های مرده‏ریگ‏
  • Bir çuvalımda buğday, öbüründe kum olması, senin hikmetinden daha iyi be hayırsız!
  • احمقی‏ام بس مبارک احمقی است ** که دلم با برگ و جانم متقی است‏ 3200
  • Benim ahmaklığım, çok mübarek bir ahmaklık. Gönlümde azığım var, canım perhizkâr!”
  • گر تو خواهی کت شقاوت کم شود ** جهد کن تا از تو حکمت کم شود
  • Sen de şekavetin azalmasını istiyorsan çalış, sendeki hikmet azalsın.
  • حکمتی کز طبع زاید وز خیال ** حکمتی بی‏فیض نور ذو الجلال‏
  • Tabiattan doğan, hayalden meydana gelen hikmet, Allah nurunun feyzinden nasipsiz bir hikmettir.
  • حکمت دنیا فزاید ظن و شک ** حکمت دینی برد فوق فلک‏
  • Dünya hikmeti, zannı, şüpheyi artırır, din hikmetiyse insanı feleğin üstüne çıkarır.
  • زوبعان زیرک آخر زمان ** بر فزوده خویش بر پیشینیان‏
  • Âhir zamanın âdi ukalâsı, kendilerini evvelce gelenlerden üstün görürler.
  • حیله آموزان جگرها سوخته ** فعل‏ها و مکرها آموخته‏ 3205
  • Hileler öğrenip ciğerler yakmışlar, hileler, düzenler bellemişlerdir.
  • صبر و ایثار و سخای نفس و جود ** باد داده کان بود اکسیر سود
  • Asıl sermaye iksiri olan sabrı, ihsanı, cömertliğiyle vermişlerdir.
  • فکر آن باشد که بگشاید رهی ** راه آن باشد که پیش آید شهی‏
  • Fikir ona derler ki bir yol açsın, yol ona derler ki önüne bir padişah çıkagelsin.
  • شاه آن باشد که از خود شه بود ** نه به مخزنها و لشکر شه شود
  • Padişah ona derler ki kendiliğinden padişah olsun; hazinelerle, askerlerle değil.
  • تا بماند شاهی او سرمدی ** همچو عز ملک دین احمدی‏
  • Zira kendiliğinden padişah olursa padişahlığı, Ahmet’in pâk dininin yüceliği gibi ebedîdir.
  • کرامات ابراهیم ادهم بر لب دریا
  • Allah rahmet etsin, İbrahim Ethem’in deniz kıyısında gösterdiği keramet
  • هم ز ابراهیم ادهم آمده ست ** کاو ز راهی بر لب دریا نشست‏ 3210
  • İbrahim Ethem’den rivayet edilmiştir: Bir yerde deniz kıyısında oturmuş,
  • دلق خود می‏دوخت آن سلطان جان ** یک امیری آمد آن جا ناگهان‏
  • O can sultanı, hırkasını dikmeğe koyulmuştu. Ansızın oraya bir emir geldi.
  • آن امیر از بندگان شیخ بود ** شیخ را بشناخت سجده کرد زود
  • O emir, Şeyh’in kullarındandı. Şeyh’i tanıyıp hemen secde etti.
  • خیره شد در شیخ و اندر دلق او ** شکل دیگر گشته خلق و خلق او
  • Şeyh’in hırka dikmekte olduğunu görüp şaşırdı. Şekli de değişmişti, huyu da!
  • کاو رها کرد آن چنان ملک شگرف ** بر گزید آن فقر بس باریک حرف‏
  • Emîr, kendi kendisine “ Öyle bir ulu sultanlığı terk etti de şu yoksulluğu ihtiyar etti. Bu ne acayip iş!
  • ترک کرد او ملک هفت اقلیم را ** می‏زند بر دلق سوزن چون گدا 3215
  • Yedi iklim padişahlığını kaybetsin de yoksullar gibi kendi hırkasını diksin” diyordu.
  • شخ واقف گشت از اندیشه‏اش ** شیخ چون شیر است و دلها بیشه‏اش‏
  • Şeyh, onun düşüncesini anladı. Şeyh aslana benzer, gönülleri ormana.
  • چون رجا و خوف در دلها روان ** نیست مخفی بر وی اسرار جهان‏
  • Şeyh, ümit ve korku gibi gönüllere girer, yürür. Cihan esrarı ona gizli değildir.
  • دل نگه دارید ای بی‏حاصلان ** در حضور حضرت صاحب دلان‏
  • Ey sermayesizler, gönül sahiplerinin huzurunda gönüllerinizi koruyun!
  • پیش اهل تن ادب بر ظاهر است ** که خدا ز ایشان نهان را ساتر است‏
  • Ten ehlinin yanında edep, zahiri muameleden ibarettir. Çünkü Allah, onlardan gizli şeyleri örtmüştür.
  • پیش اهل دل ادب بر باطن است ** ز انکه دلشان بر سرایر فاطن است‏ 3220
  • Fakat gönül ehillerinin yanında edep, bâtıni bir muameledir. Bâtına aittir. Zira onların gönülleri, gizli şeyleri anlar.
  • تو بعکسی پیش کوران بهر جاه ** با حضور آیی نشینی پایگاه‏
  • Sen ne aykırı iş yapıyorsun. Körlerin yanına bir makam kapmak hevesiyle gidiyor, huzur ile edebe riayet ederek ta kapı yanında oturuyor.
  • پیش بینایان کنی ترک ادب ** نار شهوت را از آن گشتی حطب‏
  • Gözlülerin yanındaysa edebi terk ediyorsun. Onun için şehvet ateşine odun oldun ya!
  • چون نداری فطنت و نور هدی ** بهر کوران روی را می‏زن جلا
  • Mademki anlayışın yok, hidayet nurundan mahrumsun, körler için yüzünü cilâla, süsle dur.
  • پیش بینایان حدث در روی مال ** ناز می‏کن با چنین گندیده حال‏
  • Gözlülerin huzurunda da yüzüne pislik sür; sonra da bu kokmuş halinle nazlan!
  • شیخ سوزن زود در دریا فگند ** خواست سوزن را به آواز بلند 3225
  • Şeyh, derhal iğnesini denize attı ve yüce sesle iğneyi istedi.
  • صد هزاران ماهی اللهیی ** سوزن زر در لب هر ماهیی‏
  • Yüz binlerce Allah balığı, her birinin ağzında birer altın iğne olduğu halde,
  • سر بر آوردند از دریای حق ** که بگیر ای شیخ سوزنهای حق‏
  • Ey şeyh Allah’ın iğnelerini al, diye Allah denizinden baş çıkardı.
  • رو بدو کرد و بگفتش ای امیر ** ملک دل به یا چنان ملک حقیر
  • İbrahim Ethem, yüzünü o emîre dönüp dedi ki; Ey emîr, gönül saltanatı mı iyi, öyle bayağı bir saltanat mı?
  • این نشان ظاهر است این هیچ نیست ** تا بباطن در روی بینی تو بیست‏
  • Bu zahiri bir işaretten ibaret, bir hiç bile değil. Bâtın âlemine varırsan bunun yirmi mislini görürsün.
  • سوی شهر از باغ شاخی آورند ** باغ و بستان را کجا آن جا برند 3230
  • Şehre bahçeden bir dal getirirler. Fakat bağı bostanı oraya nasıl götürsünler?
  • خاصه باغی کاین فلک یک برگ اوست ** بلکه این مغز است وین عالم چو پوست‏
  • Hele bu gökyüzü, ancak bir yaprağı olan bir bağ olursa, hatta o âlem bir içtir, hakikattir de şu cihan, onun kabuğuna benzer.
  • بر نمی‏داری سوی آن باغ گام ** بوی افزون جوی و کن دفع زکام‏
  • Sen, o bağa doğru adım atamıyorsun. Fazla koku kokla da nezleni gider!
  • تا که آن بو جاذب جانت شود ** تا که آن بو نور چشمانت شود
  • Bu suretle o koku, canını çeksin de gözlerinin nuru olsun.
  • گفت یوسف ابن یعقوب نبی ** بهر بو ألقوا علی وجه أبی‏
  • Yakup Peygamberin oğlu Yusuf, bu koku hakkında “ Gömleğimi alın, götürüp babamın yüzüne koyun” dedi.