-
گر نبودی حاجت عالم زمین ** نافریدی هیچ رب العالمین 3275
- Eğer âlemin yeryüzüne ihtiyacı olmasaydı âlemlerin Rabbi, yeri yaratmazdı.
-
وین زمین مضطرب محتاج کوه ** گر نبودی نافریدی پر شکوه
- Bu titreyip duran yeryüzü, dağlara muhtaç olmasaydı Allah, o heybetli dağları halk etmezdi.
-
ور نبودی حاجت افلاک هم ** هفت گردون نافریدی از عدم
- Göklere de ihtiyaç olmasaydı yedi kat göğü yoktan meydana getirmezdi.
-
آفتاب و ماه و این استارگان ** جز به حاجت کی پدید آمد عیان
- Güneş, ay ve şu yıldızlar, ancak ihtiyaç yüzünden zuhura geldi.
-
پس کمند هستها حاجت بود ** قدر حاجت مرد را آلت دهد
- Şu halde varlıkların kemendi, (yoklukları çekip varlık âlemine getiren) ihtiyaçtır. Allah’ın ihsanı, ihtiyaç miktarınca zahir olur.
-
پس بیفزا حاجت ای محتاج زود ** تا بجوشد در کرم دریای جود 3280
- Yürü, çabuk ihtiyacını arttırır da Allah’ın kereminden cömertlik denizi coşsun.
-
این گدایان بر ره و هر مبتلا ** حاجت خود مینماید خلق را
- Şu yol üstünde dilenen, şu dilenciliğe düşmüş olan yoksullar, halka ihtiyaçlarını arz ederler.
-
کوری و شلی و بیماری و درد ** تا از این حاجت بجنبد رحم مرد
- Kör, sakat, hasta, illetli olduklarını gösterir, bu suretle halkın merhametini coşturmak isterler.
-
هیچ گوید نان دهید ای مردمان ** که مرا مال است و انبار است و خوان
- “Ey halk, ekmek verin. Benim de ambarım var, benim de malım, benim de sofram var” derler mi hiç?
-
چشم ننهادهست حق در کور موش ** ز انکه حاجت نیست چشمش بهر نوش
- Köstebeğin yemek içmek için göze ihtiyacı yoktur. Onun için Allah onu gözsüz yarattı.
-
میتواند زیست بیچشم و بصر ** فارغ است از چشم او در خاک تر 3285
- Köstebek, gözsüz de pekâlâ yaşayabilir. Ter-ü taze toprakta göze ne ihtiyacı var?
-
جز به دزدی او برون ناید ز خاک ** تا کند خالق از آن دزدیش پاک
- Zaten ancak hırsızlık etmek için topraktan çıkar, başka bir iş için değil, Allah, onu bu hırsızlıktan arıtsa,
-
بعد از آن پر یابد و مرغی شود ** چون ملایک جانب گردون رود
- O da kanatlanır, kuş olur; melekler gibi göklere uçup gider.
-
هر زمان در گلشن شکر خدا ** او بر آرد همچو بلبل صد نوا
- Allah’ın gül bahçesinde her an bülbül gibi yüzlerce nağme çıkarır.
-
کای رهاننده مرا از وصف زشت ** ای کننده دوزخی را تو بهشت
- “Ey beni çirkin sıfatlardan kurtaran, ey cehennemi cennet haline getiren,
-
در یکی پیهی نهی تو روشنی ** استخوانی را دهی سمع ای غنی 3290
- Bir yağ parçasına aydınlık bahşetmekte, bir kemiğe işitme kabiliyeti vermektesin ey gani Allah.
-
چه تعلق آن معانی را به جسم ** چه تعلق فهم اشیا را به اسم
- Fakat o mananın cisimle ne alâkası var? Eşyanın adlarıyla, anlayışın ne münasebeti var?
-
لفظ چون وکرست و معنی طایر است ** جسم جوی و روح آب سایر است
- Söz yuva gibidir, mana kuş gibi. Cisim ırmak gibidir, ruh akıp giden su gibi.
-
او روان است و تو گویی واقف است ** او دوان است و تو گویی عاکف است
- O ırmak akıp gitmektedir, fakat sen ona duruyor dersin, o koşup gelmektedir, sen onu bir yere kımıldamıyor sanırsın.
-
گر نبینی سیر آب از خاکها ** چیست بر وی نو به نو خاشاکها
- Eğer su, yerden yere gitmiyorsa, eğer su akıp durmuyorsa üstündeki yeniden, yeniye görünen çerçöp nedir ki?
-
هست خاشاک تو صورتهای فکر ** نو به نو در میرسد اشکال بکر 3295
- Senin çerçöpün de fikrî suretlerindir. Aklına her an yeniden yeniye el dokunmamış düşünceler gelmektedir.
-
روی آب جوی فکر اندر روش ** نیست بیخاشاک محبوب و وحش
- Düşünce ırmağın yüzü de güzel ve sevimsiz çerçöpten hali değil.
-
قشرها بر روی این آب روان ** از ثمار باغ غیبی شد دوان
- Bu kadar suyun üstünde görünen kabuklar, gayp bağı meyvelerinin kabuklarıdır.
-
قشرها را مغز اندر باغ جو ** ز انکه آب از باغ میآید به جو
- Bu kabukların içini suda ara. Çünkü su ırmağa bağdan kaynamakta, bağdan gelmektedir.
-
گر نبینی رفتن آب حیات ** بنگر اندر جوی و این سیر نبات
- Âbıhayatın akışını görmüyorsan ırmağın üstündeki dalların, yaprakların, çerçöpün akışına bak.
-
آب چون انبهتر آید در گذر ** زو کند قشر صور زوتر گذر 3300
- Su, yeğin akarsa üstündeki kabuklar ve çerçöp de daha çabuk sürüklenip gider.
-
چون به غایت تیز شد این جو روان ** غم نپاید در ضمیر عارفان
- Bu feyiz şiddetle zuhur etti mi gayri ariflerin gönüllerine gam gelmez, o gönüllerde elem eğleşmez olur.
-
چون به غایت ممتلی بود و شتاب ** پس نگنجید اندر او الا که آب
- Nitekim ırmak da, dopdolu olur, pek hızlı akarsa üstünde çerçöp eğlenmez!
-
طعنه زدن بیگانه ای در شیخ و جواب گفتن مرید شیخ او را
- Halden bigâne birisinin bir şeyhi kınaması ve müridin şeyhe cevap vermesi
-
آن یکی یک شیخ را تهمت نهاد ** کاو بد است و نیست بر راه رشاد
- Birisi, şeyhin birini “Kötü adam, doğru yolda değil.
-
شارب خمر است و سالوس و خبیث ** مر مریدان را کجا باشد مغیث
- Şarap içiyor, mürai ve pis herif. Böyle adam nereden müritlerin imdadına yetişecek?” diye kınadı.
-
آن یکی گفتش ادب را هوش دار ** خرد نبود این چنین ظن بر کبار 3305
- Başka biri de ona dedi ki “Edebe riayet et. Büyükler hakkında böyle zanda bulunmak yaraşmaz.
-
دور از او و دور از آن اوصاف او ** که ز سیلی تیره گردد صاف او
- Onun sâf seli, bulanıversin, bu ondan ve onun sıfatlarından ne kadar uzak!
-
این چنین بهتان منه بر اهل حق ** این خیال تست بر گردان ورق
- Hak ehline böyle bühtanlarda bulunma. Bu, senin hayalinden ibaret, çevir yaprağı!
-
این نباشد ور بود ای مرغ خاک ** بحر قلزم را ز مرداری چه باک
- Böyle bir şey olmaz ya, şayet olsa bile ey toprakta uçan kuş, bahrimuhite pislikten ne zarar!
-
نیست دون القلتین و حوض خرد ** کی تواند قطرهایش از کار برد
- O, iki testiden az, yahut küçük bir havuz değil ki, bir katracık pislik onu nasıl bulandırır, nasıl kirletir.?
-
آتش ابراهیم را نبود زیان ** هر که نمرودی است گو میترس از آن 3310
- Ateş, İbrahim’e bir ziyan veremedi. Kim Nemrutsa sen ona de: Kork ateşten!
-
نفس نمرود است و عقل و جان خلیل ** روح در عین است و نفس اندر دلیل
- Nefis Nemrut’tur, akılla can da Halil. Ruh, işin tam içindedir. Kılavuza ihtiyaç yok, kılavuza muhtaç olan nefistir.
-
این دلیل راه رهرو را بود ** کاو به هر دم در بیابان گم شود
- Kılavuz yolcuya, çöllerde her an kaybolana lâzımdır.
-
واصلان را نیست جز چشم و چراغ ** از دلیل و راهشان باشد فراغ
- Menzile ulaşanlara gözden, ışıktan başka bir şey lâzım değil. Onlar kılavuzdan da kurtulmuşlardır, çölden de.
-
گر دلیلی گفت آن مرد وصال ** گفت بهر فهم اصحاب جدال
- Eğer o vuslat eri bir delil getirirse henüz mücadele içinde bocalayanlar anlasınlar diye getirir.
-
بهر طفل نو پدر تیتی کند ** گر چه عقلش هندسهی گیتی کند 3315
- Baba, küçük çocuğuna onun dilince “Ti, ti” der, aklı, âlemi ölçüp biçse bile!
-
کم نگردد فضل استاد از علو ** گر الف چیزی ندارد گوید او
- Üstat “ Elifte bir şey yok” dese fazileti eksilmez, yücelikten düşmez.
-
از پی تعلیم آن بسته دهن ** از زبان خود برون باید شدن
- Henüz söz bilmez cahile bir şeyler öğretmek için kendi dilini terk etmek,
-
در زبان او بباید آمدن ** تا بیاموزد ز تو او علم و فن
- Onun dilince konuşmak gerek. Ancak bu suretle senden bir bilgi, bir fen öğrenebilir.
-
پس همه خلقان چو طفلان ویاند ** لازم است این پیر را در وقت پند
- Bütün halk da şeyhin çocukları mesabesindedir. Nasihat verdiği zaman pîre, onların seviyesine inmek lâzım”
-
کفر را حد است و اندازه بدان ** شیخ و نور شیخ را نبود کران 3320
- Küfrün de bir haddi, hududu var. Fakat şeyhe ve şeyhin nuruna bir kenar, bir had yok!
-
پیش بیحد هر چه محدود است لاست ** کل شیء غیر وجه الله فناست
- Haddi hududu olmayanın yanında mahdut olan şey, yok demektir. Allah’tan başka her şey fanidir.
-
کفر و ایمان نیست آن جایی که اوست ** انکه او مغز است و این دو رنگ و پوست
- Onun bulunduğu yerde ne küfür var, ne iman. Çünkü o içtir, küfürle imansa deri.
-
این فناها پردهی آن وجه گشت ** چون چراغ خفیه اندر زیر طشت
- Bu yokluklar, yüze perdedir. O, leğen altında gizli ışığa benzer.
-
پس سر این تن حجاب آن سر است ** پیش آن سر این سر تن کافر است
- Hulâsa bu ten başı, o başa perdedir. O başın önünde bu ten başı kesilmiş gibidir, bir şeye yaramaz.