English    Türkçe    فارسی   

2
3289-3338

  • کای رهاننده مرا از وصف زشت ** ای کننده دوزخی را تو بهشت‏
  • “Ey beni çirkin sıfatlardan kurtaran, ey cehennemi cennet haline getiren,
  • در یکی پیهی نهی تو روشنی ** استخوانی را دهی سمع ای غنی‏ 3290
  • Bir yağ parçasına aydınlık bahşetmekte, bir kemiğe işitme kabiliyeti vermektesin ey gani Allah.
  • چه تعلق آن معانی را به جسم ** چه تعلق فهم اشیا را به اسم‏
  • Fakat o mananın cisimle ne alâkası var? Eşyanın adlarıyla, anlayışın ne münasebeti var?
  • لفظ چون وکرست و معنی طایر است ** جسم جوی و روح آب سایر است‏
  • Söz yuva gibidir, mana kuş gibi. Cisim ırmak gibidir, ruh akıp giden su gibi.
  • او روان است و تو گویی واقف است ** او دوان است و تو گویی عاکف است‏
  • O ırmak akıp gitmektedir, fakat sen ona duruyor dersin, o koşup gelmektedir, sen onu bir yere kımıldamıyor sanırsın.
  • گر نبینی سیر آب از خاکها ** چیست بر وی نو به نو خاشاکها
  • Eğer su, yerden yere gitmiyorsa, eğer su akıp durmuyorsa üstündeki yeniden, yeniye görünen çerçöp nedir ki?
  • هست خاشاک تو صورتهای فکر ** نو به نو در می‏رسد اشکال بکر 3295
  • Senin çerçöpün de fikrî suretlerindir. Aklına her an yeniden yeniye el dokunmamış düşünceler gelmektedir.
  • روی آب جوی فکر اندر روش ** نیست بی‏خاشاک محبوب و وحش‏
  • Düşünce ırmağın yüzü de güzel ve sevimsiz çerçöpten hali değil.
  • قشرها بر روی این آب روان ** از ثمار باغ غیبی شد دوان‏
  • Bu kadar suyun üstünde görünen kabuklar, gayp bağı meyvelerinin kabuklarıdır.
  • قشرها را مغز اندر باغ جو ** ز انکه آب از باغ می‏آید به جو
  • Bu kabukların içini suda ara. Çünkü su ırmağa bağdan kaynamakta, bağdan gelmektedir.
  • گر نبینی رفتن آب حیات ** بنگر اندر جوی و این سیر نبات‏
  • Âbıhayatın akışını görmüyorsan ırmağın üstündeki dalların, yaprakların, çerçöpün akışına bak.
  • آب چون انبه‏تر آید در گذر ** زو کند قشر صور زوتر گذر 3300
  • Su, yeğin akarsa üstündeki kabuklar ve çerçöp de daha çabuk sürüklenip gider.
  • چون به غایت تیز شد این جو روان ** غم نپاید در ضمیر عارفان‏
  • Bu feyiz şiddetle zuhur etti mi gayri ariflerin gönüllerine gam gelmez, o gönüllerde elem eğleşmez olur.
  • چون به غایت ممتلی بود و شتاب ** پس نگنجید اندر او الا که آب‏
  • Nitekim ırmak da, dopdolu olur, pek hızlı akarsa üstünde çerçöp eğlenmez!
  • طعنه زدن بیگانه ای در شیخ و جواب گفتن مرید شیخ او را
  • Halden bigâne birisinin bir şeyhi kınaması ve müridin şeyhe cevap vermesi
  • آن یکی یک شیخ را تهمت نهاد ** کاو بد است و نیست بر راه رشاد
  • Birisi, şeyhin birini “Kötü adam, doğru yolda değil.
  • شارب خمر است و سالوس و خبیث ** مر مریدان را کجا باشد مغیث‏
  • Şarap içiyor, mürai ve pis herif. Böyle adam nereden müritlerin imdadına yetişecek?” diye kınadı.
  • آن یکی گفتش ادب را هوش دار ** خرد نبود این چنین ظن بر کبار 3305
  • Başka biri de ona dedi ki “Edebe riayet et. Büyükler hakkında böyle zanda bulunmak yaraşmaz.
  • دور از او و دور از آن اوصاف او ** که ز سیلی تیره گردد صاف او
  • Onun sâf seli, bulanıversin, bu ondan ve onun sıfatlarından ne kadar uzak!
  • این چنین بهتان منه بر اهل حق ** این خیال تست بر گردان ورق‏
  • Hak ehline böyle bühtanlarda bulunma. Bu, senin hayalinden ibaret, çevir yaprağı!
  • این نباشد ور بود ای مرغ خاک ** بحر قلزم را ز مرداری چه باک‏
  • Böyle bir şey olmaz ya, şayet olsa bile ey toprakta uçan kuş, bahrimuhite pislikten ne zarar!
  • نیست دون القلتین و حوض خرد ** کی تواند قطره‏ایش از کار برد
  • O, iki testiden az, yahut küçük bir havuz değil ki, bir katracık pislik onu nasıl bulandırır, nasıl kirletir.?
  • آتش ابراهیم را نبود زیان ** هر که نمرودی است گو می‏ترس از آن‏ 3310
  • Ateş, İbrahim’e bir ziyan veremedi. Kim Nemrutsa sen ona de: Kork ateşten!
  • نفس نمرود است و عقل و جان خلیل ** روح در عین است و نفس اندر دلیل‏
  • Nefis Nemrut’tur, akılla can da Halil. Ruh, işin tam içindedir. Kılavuza ihtiyaç yok, kılavuza muhtaç olan nefistir.
  • این دلیل راه رهرو را بود ** کاو به هر دم در بیابان گم شود
  • Kılavuz yolcuya, çöllerde her an kaybolana lâzımdır.
  • واصلان را نیست جز چشم و چراغ ** از دلیل و راهشان باشد فراغ‏
  • Menzile ulaşanlara gözden, ışıktan başka bir şey lâzım değil. Onlar kılavuzdan da kurtulmuşlardır, çölden de.
  • گر دلیلی گفت آن مرد وصال ** گفت بهر فهم اصحاب جدال‏
  • Eğer o vuslat eri bir delil getirirse henüz mücadele içinde bocalayanlar anlasınlar diye getirir.
  • بهر طفل نو پدر تی‏تی کند ** گر چه عقلش هندسه‏ی گیتی کند 3315
  • Baba, küçük çocuğuna onun dilince “Ti, ti” der, aklı, âlemi ölçüp biçse bile!
  • کم نگردد فضل استاد از علو ** گر الف چیزی ندارد گوید او
  • Üstat “ Elifte bir şey yok” dese fazileti eksilmez, yücelikten düşmez.
  • از پی تعلیم آن بسته دهن ** از زبان خود برون باید شدن‏
  • Henüz söz bilmez cahile bir şeyler öğretmek için kendi dilini terk etmek,
  • در زبان او بباید آمدن ** تا بیاموزد ز تو او علم و فن‏
  • Onun dilince konuşmak gerek. Ancak bu suretle senden bir bilgi, bir fen öğrenebilir.
  • پس همه خلقان چو طفلان وی‏اند ** لازم است این پیر را در وقت پند
  • Bütün halk da şeyhin çocukları mesabesindedir. Nasihat verdiği zaman pîre, onların seviyesine inmek lâzım”
  • کفر را حد است و اندازه بدان ** شیخ و نور شیخ را نبود کران‏ 3320
  • Küfrün de bir haddi, hududu var. Fakat şeyhe ve şeyhin nuruna bir kenar, bir had yok!
  • پیش بی‏حد هر چه محدود است لاست ** کل شی‏ء غیر وجه الله فناست‏
  • Haddi hududu olmayanın yanında mahdut olan şey, yok demektir. Allah’tan başka her şey fanidir.
  • کفر و ایمان نیست آن جایی که اوست ** انکه او مغز است و این دو رنگ و پوست‏
  • Onun bulunduğu yerde ne küfür var, ne iman. Çünkü o içtir, küfürle imansa deri.
  • این فناها پرده‏ی آن وجه گشت ** چون چراغ خفیه اندر زیر طشت‏
  • Bu yokluklar, yüze perdedir. O, leğen altında gizli ışığa benzer.
  • پس سر این تن حجاب آن سر است ** پیش آن سر این سر تن کافر است‏
  • Hulâsa bu ten başı, o başa perdedir. O başın önünde bu ten başı kesilmiş gibidir, bir şeye yaramaz.
  • کیست کافر غافل از ایمان شیخ ** چیست مرده بی‏خبر از جان شیخ‏ 3325
  • Kâfir kimdir? Şeyhin imanından gafil olan. Ölü kimdir? Şeyhin canından haberdar olmayan!
  • جان نباشد جز خبر در آزمون ** هر که را افزون خبر جانش فزون‏
  • Can, tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan ibarettir. Kim, daha fazla haberdarsa daha ziyade canlıdır.
  • جان ما از جان حیوان بیشتر ** از چه ز آن رو که فزون دارد خبر
  • Canımız hayvan canından daha üstündür, neden? Çünkü daha fazla biliyoruz.
  • پس فزون از جان ما جان ملک ** کاو منزه شد ز حس مشترک‏
  • Meleklerin canı da bizim canımızdan üstün. Çünkü onlarda Hissi Müşterek yoktur.
  • و ز ملک جان خداوندان دل ** باشد افزون تو تحیر را بهل‏
  • Ehil olanların canlarıysa meleklerin canlarından üstündür, şaşkınlığı bırak!
  • ز آن سبب آدم بود مسجودشان ** جان او افزون‏تر است از بودشان‏ 3330
  • Melekler, Âdeme secde ettiler; çünkü onun canı, meleklerinkinden üstündür.
  • ور نه بهتر را سجود دون‏تری ** امر کردن هیچ نبود در خوری‏
  • Üstün olmasaydı secde ederler miydi? Üstün olanın daha aşağı mertebede bulunana secde etmesini emretmek doğru bir şey değil değildir, yaraşmaz.
  • کی پسندد عدل و لطف کردگار ** که گلی سجده کند در پیش خار
  • Allah’ın adaleti, Allah’ın lütfu bir gülün dikenine secde etmesini hoş görür mü?
  • جان چو افزون شد گذشت از انتها ** شد مطیعش جان جمله‏ی چیزها
  • Bir can, oldu da son mertebeyi de aştı mı artık her şeyin canı, ona mûti olur;
  • مرغ و ماهی و پری و آدمی ** ز انکه او بیش است و ایشان در کمی‏
  • Kuş, balık, in, cin, insan, hepsi ona itaat eder. Çünkü o üstündür, öbürleri noksan.
  • ماهیان سوزنگر دلقش شوند ** سوزنان را رشته‏ها تابع بوند 3335
  • Balıklar, hırkasını diksin diye ona iğne getirirler. Bu, ipliğin iğneye tâbi olmasına benzer.
  • بقیه‏ی قصه‏ی ابراهیم ادهم بر لب آن دریا
  • -Allah rahmet etsin- İbrahim Ethem hikâyesinin sonu
  • چون نفاذ امر شیخ آن میر دید ** ز آمد ماهی شدش و جدی پدید
  • O emîr, balıkların İbrahim Ethem’in emrini yerine getirdiklerini, balıkların ağızlarında iğneyle sudan baş çıkardıklarını görünce vecde geldi.
  • گفت اه ماهی ز پیران آگه است ** شه تنی را کاو لعین درگه است‏
  • Bir ah çekip “Balık bile pîri tanıyor. Yuh olsun o tapudan sürülen tene!
  • ماهیان از پیر آگه ما بعید ** ما شقی زین دولت و ایشان سعید
  • Balıklar bile pîri biliyorlar da biz ondan uzağız. Biz, bu devletten mahrumuz da onlar erişmiş” deyip,