English    Türkçe    فارسی   

2
3378-3427

  • چون کند اصرار و بد پیشه کند ** خاک اندر چشم اندیشه کند
  • Fakat bir adam, günahta ısrar eder, kötülüğü kendine sanat edinir, düşünce gözüne toprak saçarsa,
  • توبه نندیشد دگر شیرین شود ** بر دلش آن جرم تا بی‏دین شود
  • Artık tövbe etmeyi bile aklına getirmez; o suç gönlüne tatlı gelir; böyle böyle nihayet dinsiz olur gider.
  • آن پشیمانی و یا رب رفت از او ** شست بر آیینه زنگ پنج تو 3380
  • O pişman oluş, o “Yarabbi” deyiş ondan zail olur, gönül aynasının yüzünü beş kat pas örter.
  • آهنش را زنگها خوردن گرفت ** گوهرش را زنگ کم کردن گرفت‏
  • Paslar, demirini yemeye gevherini yok etmeye başlar.
  • چون نویسی کاغذ اسپید بر ** آن نبشته خوانده آید در نظر
  • Beyaz bir kâğıda yazı yazarsan o yazı, kâğıda bakar bakmaz okunur.
  • چون نویسی بر سر بنوشته خط ** فهم ناید خواندنش گردد غلط
  • Yazılı kâğıda bir yazı yazarsan okunur ama iyi anlaşılmaz, insan yanılabilir.
  • کان سیاهی بر سیاهی اوفتاد ** هر دو خط شد کور و معنیی نداد
  • Çünkü o karalanmış kâğıt üstüne kara yazı yazıldı mı her iki yazı da körleşir, hiçbir manası kalmaz.
  • ور سوم باره نویسی بر سرش ** پس سیه کردی چو جان کافرش‏ 3385
  • O kâğıda üçüncü defa bir şey yazarsan kâfirlerin canı gibi tamamıyla kapkara olur.
  • پس چه چاره جز پناه چاره‏گر ** ناامیدی مس و اکسیرش نظر
  • Şu halde her şeye çare bulan Allah’a sığınmaktan başka ne çare var? Bakırın ümitsizliğine iksir, ancak onun nazarıdır.
  • ناامیدیها به پیش او نهید ** تا ز درد بی‏دوا بیرون جهید
  • Ümitsizlikleri ona arz edin de devasız derdinizden kurtuluverin!”
  • چون شعیب این نکته‏ها با او بگفت ** ز آن دم جان در دل او گل شکفت‏
  • Şuayb ona bu nükteleri söyleyince Şuayb’ın nefesleri yüzünden adamın gönlünde güller açıldı.
  • جان او بشنید وحی آسمان ** گفت اگر بگرفت ما را کو نشان‏
  • Canı, gökyüzünden gelen vahiy sesini duydu. Dedi ki. “ Eğer bizi cezalandırdıysa nişanesi nerede?”
  • گفت یا رب دفع من می‏گوید او ** آن گرفتن را نشان می‏جوید او 3390
  • Şuayb “Yarabbi, beni kabul etmiyor. Bu muhazeye, bu cezaya nişane aramakta” dedi.
  • گفت ستارم نگویم رازهاش ** جز یکی رمز از برای ابتلاش‏
  • Allah “Ben ayıpları örtücüyüm, sırlarını söylemem. Ancak iptilâsına dair şu tek remzi söyleyeyim:
  • یک نشان آن که می‏گیرم و را ** آن که طاعت دارد از صوم و دعا
  • Onu cezalandırdığımın bir nişanesi şu: Oruç tutmak da dua etmekte.
  • و ز نماز و از زکات و غیر آن ** لیک یک ذره ندارد ذوق جان‏
  • Namaz kılmakta, zekât vermekte, başka ibadetlerde bulunmakta. Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor.
  • می‏کند طاعات و افعال سنی ** لیک یک ذره ندارد چاشنی‏
  • Ne güzel ibadetler ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor. Fakat bir parçacık bile tat yok.
  • طاعتش نغز است و معنی نغز نی ** جوزها بسیار و در وی مغز نی‏ 3395
  • İbadeti kışırdan ibaret, iç, yok. Cevizler çok ama içleri boş!
  • ذوق باید تا دهد طاعات بر ** مغز باید تا دهد دانه شجر
  • İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek, tohumun ağaç olması için iç gerek!
  • دانه‏ی بی‏مغز کی گردد نهال ** صورت بی‏جان نباشد جز خیال‏
  • İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden başka bir şey değil.
  • بقیه‏ی قصه‏ی طعنه زدن آن مرد بیگانه در شیخ‏
  • O hale âşina olamayan müridin şeyhi kınaması hikâyesinin sonu
  • آن خبیث از شیخ می‏لایید ژاژ ** کژنگر باشد همیشه عقل کاژ
  • O habis, şeyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı. Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür.
  • که منش دیدم میان مجلسی ** او ز تقوی عاری است و مفلسی‏
  • “Ben, onu bir mecliste gördüm, takvası yok, bir müflisten ibaret.
  • ور که باور نیستت خیز امشبان ** تا ببینی فسق شیخت را عیان‏ 3400
  • İnanmıyorsan bu gece kalk da şeyhinin fıskını apaçık gör” dedi.
  • شب ببردش بر سر یک روزنی ** گفت بنگر فسق و عشرت کردنی‏
  • Geceleyin o adamı bir pencere başına götürdü, dedi ki: “Fasikliğe bak, işreti gör”
  • بنگر آن سالوس روز و فسق شب ** روز همچون مصطفی شب بو لهب‏
  • Gündüzün riyasiyle gecenin fıskını seyret. Gündüz Mustafa gibi, gece Ebuleheb gibi!
  • روز عبد الله او را گشته نام ** شب نعوذ بالله و در دست جام‏
  • Gündüz adı Abdullah, gece elinde kadeh, nezübillâh!”
  • دید شیشه در کف آن پیر پر ** گفت شیخا مر ترا هم هست غر
  • Pîrin elinde dolu bir kadeh vardı. Mürit bunu görünce “ Şeyhim, sen de mi aldatıcısın?
  • تو نمی‏گفتی که در جام شراب ** دیو می‏میزد شتابان ناشتاب‏ 3405
  • Sen, “Şeytan, şarap kadehine hemencecik işeyiverir” demez miydin?” dedi.
  • گفت جامم را چنان پر کرده‏اند ** کاندر او اندر نگنجد یک سپند
  • Şeyh dedi ki: “Benim kadehimi öyle doldurdular ki içine tek bir üzerlik tohumu bile sığmaz.
  • بنگر اینجا هیچ گنجد ذره‏ای ** این سخن را کژ شنیده غره‏ای‏
  • Bir bak hele, Buraya bir zerre bile sığar mı? Sen sözü yanlış anlamışsın, aldanmışsın.
  • جام ظاهر خمر ظاهر نیست این ** دور دار این را ز شیخ غیب بین‏
  • Bu zâhiri şarap, zâhiri kadeh değil ki. Onu, gaybı bilen şeyhten uzak bil.
  • جام می هستی شیخ است ای فلیو ** کاندر او اندر نگنجد بول دیو
  • Be ahmak, şarap kadehi, şeyhin varlığıdır. Oraya Şeytan’ın sidiğine asla yol yok!
  • پر و مالامال از نور حق است ** جام تن بشکست نور مطلق است‏ 3410
  • O varlık, Allah nuruyla dolu, hem de dudağına kadar. Ten kadehi kırılmış, mutlak nur kalmıştır.
  • نور خورشید ار بیفتد بر حدث ** او همان نور است نپذیرد خبث‏
  • Güneşin nuru, pislik üstüne düşmekle pislenmez ya, yine aynı nurdur”
  • شیخ گفت این خود نه جام است و نه می ** هین به زیر آن منکرا بنگر به وی‏
  • Şeyh bu sözleri söyledikten sonra “Bu, ne kadehtir, nasıl şarap, bir gel de bak be hey münkir” dedi.
  • آمد و دید انگبین خاص بود ** کور شد آن دشمن کور و کبود
  • Mürit gelip baktı, gördü ki halis bal. O manasız düşmansa kör oldu, bir şey göremedi.
  • گفت پیر آن دم مرید خویش را ** رو برای من بجو می ای کیا
  • O zaman pîr müridine dedi ki: “ Yürü ey ulu mürit bana şarap bul,
  • که مرا رنجی است مضطر گشته‏ام ** من ز رنج از مخمصه بگذشته‏ام‏ 3415
  • Bir hastalığım var, şarap içmek zaruretindeyim. Hastalıktan ölüm haline geldim, hatta bu halden de ileri bir hale düştüm.
  • در ضرورت هست هر مردار پاک ** بر سر منکر ز لعنت باد خاک‏
  • Zaruret vakti her pis, temiz sayılır. İnkâr edene lânet, başına toprak!
  • گرد خمخانه بر آمد آن مرید ** بهر شیخ از هر خمی او می‏چشید
  • Mürit, meyhaneleri dönüp dolaşmaya, şeyh için her küpten şarap taşımaya başladı.
  • در همه خمخانه‏ها او می ندید ** گشته بد پر از عسل خم نبید
  • Fakat küplerin hiç birin de şarap bulamadı. Hurma şarabıyla dolu olan küpler, balla dolmuştu.
  • گفت ای رندان چه حال است این چه کار ** هیچ خمی در نمی‏بینم عقار
  • “Rintler, bu ne hal, bu ne iş? Hiçbir küpte şarap bulamıyorum” dedi.
  • جمله رندان نزد آن شیخ آمدند ** چشم گریان دست بر سر می‏زدند 3420
  • Bütün Rintler, ağlayıp ellerini başlarına vurarak Şeyhin yanına geldiler.
  • در خرابات آمدی شیخ اجل ** جمله می‏ها از قدومت شد عسل‏
  • “Ey ulu Şeyh, sen meyhaneye geldin, bütün şaraplar, kudümünün hürmetine bal oldu.
  • کرده ای مبدل تو می را از حدث ** جان ما را هم بدل کن از خبث‏
  • Şarabı arıttın, bizim canlarımızı da kötü huylardan arıt, tebdil et “dediler.
  • گر شود عالم پر از خون مال مال ** کی خورد بنده‏ی خدا الا حلال‏
  • Cihan, baştanbaşa ağız, ağıza kanla dolu olsa Allah kulu yine ancak helâl yer.
  • گفتن عایشه مصطفی را علیه السلام که تو بی‏مصلا به هر جا نماز می‏کنی چون است‏
  • Allah razı olsun, Ayşe’nin Mustafa Sallâllahü Aleyhi Ve Sellem’e “Sen seccade yaymadan her yerde namaz kılıyorsun” demesi
  • عایشه روزی به پیغمبر بگفت ** یا رسول الله تو پیدا و نهفت‏
  • Bir gün Ayşe, Peygamber’e dedi ki. “Ey Allah Resulü, sen aşikâr, gizli,
  • هر کجا یابی نمازی می‏کنی ** می‏دود در خانه ناپاک و دنی‏ 3425
  • Neresini bulursan orada namaz kılmaktasın. Hâlbuki evde pis adamlar da gezip tozuyor.
  • مستحاضه و طفل و آلوده‏ی پلید ** کرد مستعمل به هر جا که رسید
  • Sen de bilirsin ki pis çocuklar, nereye varırsa orasını pislerler.”
  • گفت پیغمبر که از بهر مهان ** حق نجس را پاک گرداند بدان‏
  • Peygamber, “Şunu bil: Allah, büyükler pis şeyleri temiz etmiştir.