English    Türkçe    فارسی   

2
3504-3553

  • کان عجب زین حس دارد عار و ننگ ** کی بود طاوس اندر چاه تنگ‏
  • O şaşılacak şey, o mucize, bu duygudan utanır çekinir. Tavus kuşu, hiç dar bir kuyuya girer mi?
  • تا نگویی مر مرا بسیار گو ** من ز صد یک گویم و آن همچو مو 3505
  • Sakın bana, çok söylüyor deme. Ben, yüzde birini söylüyorum, söylediğim de pek cüzi, muhtasar!
  • تشنیع صوفیان بر آن صوفی که پیش شیخ بسیار می‏گوید
  • Sofilerin, şeyhin huzurunda çok söz söyleyen sofiyi kınamaları
  • صوفیان بر صوفیی شنعت زدند ** پیش شیخ خانقاهی آمدند
  • Sofiler, bir sofiyi kınayıp tekke şeyhinin yanına gelerek,
  • شیخ را گفتند داد جان ما ** تو از این صوفی بجو ای پیشوا
  • Şeyhe “Ey ulumuz, medet... Bu sofiden öcümüzü al” dediler.
  • گفت آخر چه گله ست ای صوفیان ** گفت این صوفی سه خو دارد گران‏
  • Şeyh “Sofiler, şikâyetiniz neden” diye sorunca birisi “Bu sofinin üç kötü huyu var;
  • در سخن بسیار گو همچون جرس ** در خورش افزون خورد از بیست کس‏
  • Söze başladı mı çan gibi susmak bilmez, boyuna söyler. Yemeğe girişti mi yirmi kişinin öğününden fazla yemek yer.
  • ور بخسبد هست چون اصحاب کهف ** صوفیان کردند پیش شیخ زحف‏ 3510
  • Yattı mı uyudu mu Eshabı Kehf’e benzer” dedi. Sofiler, bu üç huy, yol ehline yaraşmaz diye şeyhin huzurunda savaşa giriştiler.
  • شیخ رو آورد سوی آن فقیر ** که ز هر حالی که هست اوساط گیر
  • Şeyh o fakire yüz çevirip dedi ki: “Ne halin olursa olsan, o halde itidali koru.
  • در خبر خیر الأمور أوساطها ** نافع آمد ز اعتدال أخلاطها
  • “İşlerin hayırlısı orta hallisidir” diye haberde bile var. Vücuttaki Ahlât itidal yüzünden faydalı.
  • گر یکی خلطی فزون شد از عرض ** در تن مردم پدید آید مرض‏
  • Bunların biri herhangi bir ârızî sebeple fazlalaştı mı insanın bedeninde hastalık meydana gelir.
  • بر قرین خویش مفزا در صفت ** کان فراق آرد یقین در عاقبت‏
  • Yoldaşına pek yüklenme, çok söz söyleme, onu pek övme, çünkü bu, nihayet ayrılığa sebep olur.
  • نطق موسی بد بر اندازه و لیک ** هم فزون آمد ز گفت یار نیک‏ 3515
  • Musa’nın sözü, kendince haddindeydi ama o iyi dosta fazla geldi.
  • آن فزونی با خضر آمد شقاق ** گفت رو تو مکثری هذا فراق‏
  • O fazlalık da Hızır’la arasının açılmasına sebep oldu. Musa’ya “Haydi, git... Sen çok söylüyorsun... Gayri ayrılık geldi, çattı!
  • موسیا بسیار گویی دور شو ** ور نه با من گنگ باش و کور شو
  • Musa, sen ne fazla konuşuyorsun, git, uzaklaş... Yahut da benimle olunca kör dilsiz kesil.
  • ور نرفتی وز ستیزه شسته‏ای ** تو به معنی رفته‏ای بگسسته‏ای‏
  • Yok... Eğer gitmez, inadına oturursan hakikatte de bence gitmiş, benden ayrılmış sayılırsın” dedi.
  • چون حدث کردی تو ناگه در نماز ** گویدت سوی طهارت رو به تاز
  • Meselâ namazda ansızın yellensen, biriside sana git yeniden aptes al dese,
  • ور نرفتی خشک جنبان می‏شوی ** خود نمازت رفت بنشین ای غوی‏ 3520
  • Gitmez, orada kakılır kalır namaz kılmaya devam edersen istediğin kadar eğil bükül, yat kalk.. be şaşkın, zaten namazın gitti!
  • رو بر آنها که هم جفت تواند ** عاشقان و تشنه‏ی گفت تواند
  • Yürü, seninle eş olanların, sözünü sohbetini susamışçasına sevenlerin yanına var.
  • پاسبان بر خوابناکان بر فزود ** ماهیان را پاسبان حاجت نبود
  • Bekçi, uyuyanlara göredir. Balıkların bekçiye ne ihtiyacı var?
  • جامه پوشان را نظر بر گازر است ** جان عریان را تجلی زیور است‏
  • Çamaşırcıya elbise giyenler muhtaçtır. Çırçıplak canın ziyneti Allah tecellisidir.
  • یا ز عریانان به یک سو باز رو ** یا چو ایشان فارغ از تن جامه شو
  • Ya çıplakları bırak, bir yana çekil… Yahut onlar gibi elbiseden vazgeç!
  • ور نمی‏تانی که کل عریان شوی ** جامه کم کن تا ره اوسط روی‏ 3525
  • Yok... Eğer tamamıyla soyunamıyorsan bari elbiseni azalt da orta halli ol!”
  • عذر گفتن فقیر به شیخ‏
  • Fakirin şeyhe özrünü arz etmesi
  • پس فقیر آن شیخ را احوال گفت ** عذر را با آن غرامت کرد جفت‏
  • Fakir, o şeyhe ahvalini anlattı, suçuna özürler diledi.
  • مر سؤال شیخ را داد او جواب ** چون جوابات خضر خوب و صواب‏
  • Şeyh’in sualine, Hızır’ın cevapları gibi güzelce, doğruca cevaplar verdi.
  • آن جوابات سؤالات کلیم ** کش خضر بنمود از رب علیم‏
  • Nitekim Kelîmin suallerine Hızır’ın Alîm Allah’tan verdiği cevaplarlarla;
  • گشت مشکلهاش حل و افزون زیاد ** از پی هر مشکلش مفتاح داد
  • Musa’nın müşkülleri halloldu. Hızır, Musa’ya her müşkülü için anlatılamayacak derecede miftahlar verdi.
  • از خضر درویش هم میراث داشت ** در جواب شیخ همت بر گماشت‏ 3530
  • Dervişe Hızır’dan mirastı, o da şeyhin suallerine cevap vermede himmet etti.
  • گفت راه اوسط ار چه حکمت است ** لیک اوسط نیز هم با نسبت است‏
  • Dedi ki: “Orta yol hikmetse de bu orta hallilik de nispidir.
  • آب جو نسبت به اشتر هست کم ** لیک باشد موش را آن همچو یم‏
  • Su, deveye göre azdır, fakat fareye göre deniz gibiydi.
  • هر که را باشد وظیفه چار نان ** دو خورد یا سه خورد هست اوسط آن‏
  • Birisinin dört ekmeğe ihtiyacı olurda iki yahut üç tanesini yerse bu, orta bir yiyiştir.
  • ور خورد هر چار دور از اوسط است ** او اسیر حرص مانند بط است‏
  • Fakat dördünü de yerse bu yiyiş, orta bir yiyiş değildir ki. O adam, kaz gibi hırsına esir olmuştur.
  • هر که او را اشتها ده نان بود ** شش خورد می‏دان که اوسط آن بود 3535
  • Birisinin on ekmeğe iştahı olsa da altısını yese bu orta sayılır.
  • چون مرا پنجاه نان هست اشتهی ** مر ترا شش گرده هم دستیم نی‏
  • Fakat benim elli ekmeğe ihtiyacım var, senin altı yufkaya müsavi değiliz ki.
  • تو به ده رکعت نماز آیی ملول ** من به پانصد در نیایم در نحول‏
  • Sen on rekât namaz kılınca usanırsın, ben beş yüz rekât namaz kılsam usanmam.
  • آن یکی تا کعبه حافی می‏رود ** و آن یکی تا مسجد از خود می‏شود
  • Birisi, ta Kâbe’ye kadar yaya gider, öbürü mescide varıncaya kadar kendisinden geçer.
  • آن یکی در پاکبازی جان بداد ** وین یکی جان کند تا یک نان بداد
  • Birisi o kadar cömerttir ki gönlü bulanmadan canını bile verir, öbürü bir dilim ekmek verebilmek için can çekişir.
  • این وسط در با نهایت می‏رود ** که مرا آن را اول و آخر بود 3540
  • Bu orta halli oluş, sona göredir; önü, sonu olan şeye nispetledir.
  • اول و آخر بباید تا در آن ** در تصور گنجد اوسط یا میان‏
  • Bir şeyde evvel, âhir olmalı ki ortası tasavvur edilebilsin.
  • بی‏نهایت چون ندارد دو طرف ** کی بود او را میانه منصرف‏
  • Sonsuz şeyin önü, sonu nasıl olur… Önü, sonu olmayanın ortası nasıl bulunur?
  • اول و آخر نشانش کس نداد ** گفت لو کان له البحر مداد
  • Allah, “Deniz mürekkep olsa biterdi de Rabbimin kelimeleri bitmezdi” dedi. Kimse Allah tecellisinin evvelini, âhirini göremedi.
  • هفت دریا گر شود کلی مداد ** نیست مر پایان شدن را هیچ امید
  • Hatta yedi deniz, tamamıyla mürekkep olsa gene biteceğini umma.
  • باغ و بیشه گر بود یک سر قلم ** زین سخن هرگز نگردد هیچ کم‏ 3545
  • Bağ, orman baştanbaşa kalem olsa bu söz, yine eksilmez.
  • آن همه حبر و قلم فانی شود ** وین حدیث بی‏عدد باقی بود
  • O mürekkebin, o kalemlerin hepsi biter de sonu olmayan bu söz yine kalır.
  • حالت من خواب را ماند گهی ** خواب پندارد مر آن را گمرهی‏
  • Benim halim uyuyan adamın haline benzer. Gören sapık, beni uyuyor sanıyor.
  • چشم من خفته دلم بیدار دان ** شکل بی‏کار مرا بر کار دان‏
  • Hâlbuki bil ki gözüm uyur, gönlüm uyanıktır. Bil ki işsiz güçsüz gibi duruyorum ama işimde var, gücüm de!
  • گفت پیغمبر که عینای تنام ** لا ینام قلبی عن رب الأنام‏
  • Peygamber “Gözlerim uyur ama Allah lütfuyla kalbim uyumaz” dedi.
  • چشم تو بیدار و دل خفته به خواب ** چشم من خفته دلم در فتح باب‏ 3550
  • Senin gözün açık, kalbin uyuyor; benim gözüm uyuyor, gönlüme kapı açılmış!
  • مر دلم را پنج حس دیگر است ** حس دل را هر دو عالم منظر است‏
  • Gönlün ayrı beş duygusu var, gönül duygusuna iki cihan da pencere.
  • تو ز ضعف خود مکن در من نگاه ** بر تو شب بر من همان شب چاشت‏گاه‏
  • Sen, kendi zayıflığınla bana bakma… Sana gece çağı ama o gece, bana kuşluk vakti.
  • بر تو زندان بر من آن زندان چو باغ ** عین مشغولی مرا گشته فراغ‏
  • Sana zindan, fakat o zindan bana bahçe gibi. Meşguliyetin ta kendisi bana istirahat hali.