-
ور خورد هر چار دور از اوسط است ** او اسیر حرص مانند بط است
- Fakat dördünü de yerse bu yiyiş, orta bir yiyiş değildir ki. O adam, kaz gibi hırsına esir olmuştur.
-
هر که او را اشتها ده نان بود ** شش خورد میدان که اوسط آن بود 3535
- Birisinin on ekmeğe iştahı olsa da altısını yese bu orta sayılır.
-
چون مرا پنجاه نان هست اشتهی ** مر ترا شش گرده هم دستیم نی
- Fakat benim elli ekmeğe ihtiyacım var, senin altı yufkaya müsavi değiliz ki.
-
تو به ده رکعت نماز آیی ملول ** من به پانصد در نیایم در نحول
- Sen on rekât namaz kılınca usanırsın, ben beş yüz rekât namaz kılsam usanmam.
-
آن یکی تا کعبه حافی میرود ** و آن یکی تا مسجد از خود میشود
- Birisi, ta Kâbe’ye kadar yaya gider, öbürü mescide varıncaya kadar kendisinden geçer.
-
آن یکی در پاکبازی جان بداد ** وین یکی جان کند تا یک نان بداد
- Birisi o kadar cömerttir ki gönlü bulanmadan canını bile verir, öbürü bir dilim ekmek verebilmek için can çekişir.
-
این وسط در با نهایت میرود ** که مرا آن را اول و آخر بود 3540
- Bu orta halli oluş, sona göredir; önü, sonu olan şeye nispetledir.
-
اول و آخر بباید تا در آن ** در تصور گنجد اوسط یا میان
- Bir şeyde evvel, âhir olmalı ki ortası tasavvur edilebilsin.
-
بینهایت چون ندارد دو طرف ** کی بود او را میانه منصرف
- Sonsuz şeyin önü, sonu nasıl olur… Önü, sonu olmayanın ortası nasıl bulunur?
-
اول و آخر نشانش کس نداد ** گفت لو کان له البحر مداد
- Allah, “Deniz mürekkep olsa biterdi de Rabbimin kelimeleri bitmezdi” dedi. Kimse Allah tecellisinin evvelini, âhirini göremedi.
-
هفت دریا گر شود کلی مداد ** نیست مر پایان شدن را هیچ امید
- Hatta yedi deniz, tamamıyla mürekkep olsa gene biteceğini umma.
-
باغ و بیشه گر بود یک سر قلم ** زین سخن هرگز نگردد هیچ کم 3545
- Bağ, orman baştanbaşa kalem olsa bu söz, yine eksilmez.
-
آن همه حبر و قلم فانی شود ** وین حدیث بیعدد باقی بود
- O mürekkebin, o kalemlerin hepsi biter de sonu olmayan bu söz yine kalır.
-
حالت من خواب را ماند گهی ** خواب پندارد مر آن را گمرهی
- Benim halim uyuyan adamın haline benzer. Gören sapık, beni uyuyor sanıyor.
-
چشم من خفته دلم بیدار دان ** شکل بیکار مرا بر کار دان
- Hâlbuki bil ki gözüm uyur, gönlüm uyanıktır. Bil ki işsiz güçsüz gibi duruyorum ama işimde var, gücüm de!
-
گفت پیغمبر که عینای تنام ** لا ینام قلبی عن رب الأنام
- Peygamber “Gözlerim uyur ama Allah lütfuyla kalbim uyumaz” dedi.
-
چشم تو بیدار و دل خفته به خواب ** چشم من خفته دلم در فتح باب 3550
- Senin gözün açık, kalbin uyuyor; benim gözüm uyuyor, gönlüme kapı açılmış!
-
مر دلم را پنج حس دیگر است ** حس دل را هر دو عالم منظر است
- Gönlün ayrı beş duygusu var, gönül duygusuna iki cihan da pencere.
-
تو ز ضعف خود مکن در من نگاه ** بر تو شب بر من همان شب چاشتگاه
- Sen, kendi zayıflığınla bana bakma… Sana gece çağı ama o gece, bana kuşluk vakti.
-
بر تو زندان بر من آن زندان چو باغ ** عین مشغولی مرا گشته فراغ
- Sana zindan, fakat o zindan bana bahçe gibi. Meşguliyetin ta kendisi bana istirahat hali.
-
پای تو در گل مرا گل گشته گل ** مر ترا ماتم مرا سور و دهل
- Senin ayağın balçıkta, bana balçık gül kesilmiş... Sana yas, bana düğün, dernek davul zurna!
-
در زمینم با تو ساکن در محل ** میدوم بر چرخ هفتم چون زحل 3555
- Seninle yeryüzünde oturup duruyorum ama Zuhal yıldızı gibi yedinci kat göğün üstünde koşup durmaktayım.
-
همنشینت من نیم سایهی من است ** برتر از اندیشهها پایهی من است
- Seninle oturan ben değilim, benim gölgem. Mertebem, düşüncelerden üstün.
-
ز انکه من ز اندیشهها بگذشتهام ** خارج اندیشه پویان گشتهام
- Çünkü ben düşüncelerden, vesveselerden geçtim, onların dışında koşup gezmekteyim.
-
حاکم اندیشهام محکوم نی ** ز انکه بنا حاکم آمد بر بنا
- Ben endişelere hâkimim, mahkûm değil. Usta, binaya hâkimdir.
-
جمله خلقان سخرهی اندیشهاند ** ز آن سبب خسته دل و غم پیشهاند
- Bütün halk, endişelere, vesveselere mahkûmdur. O yüzden hepsinin gönlü hasta, hepsi gamlı, gussalıdır.
-
قاصدا خود را به اندیشه دهم ** چون بخواهم از میانشان بر جهم 3560
- Onların arasından çıkıp kurtulmak istersem kendimi mahsustan endişeli gösteririm.
-
من چو مرغ اوجم اندیشه مگس ** کی بود بر من مگس را دسترس
- Ben, yücelerde uçan bir kuşum, endişe sinek! Sinek nasıl olurda beni elde edebilir?
-
قاصدا زیر آیم از اوج بلند ** تا شکسته پایگان بر من تنند
- Ayakları kırık olanlar da benimle buluşsunlar, konuşsunlar diye göğün yücelerinden kasten aşağıya inerim.
-
چون ملالم گیرد از سفلی صفات ** بر پرم همچون طیور الصافات
- Aşağılık sıfatlardan usandım mı melekler gibi uçuveririm.
-
پر من رسته ست هم از ذات خویش ** بر نچسبانم دو پر من با سریش
- Benim kanadım, kendinden çıkmadır. Vücuduma iki kanat yapıştırmadım ben.
-
جعفر طیار را پر جاریه ست ** جعفر عیار را پر عاریه ست 3565
- Cafer-i Tayyar’ın kanadı kendindendir, Cafer-i Tarrar’ın kanadı ise iğreti.
-
نزد آن که لم یذق دعوی است این ** نزد سکان افق معنی است این
- Tatmayan adama göre bu, dâvadan ibarettir. Fakat makamı yüce kişilere göre dâva değil, manadır.
-
لاف و دعوی باشد این پیش غراب ** دیگ تی و پر یکی پیش ذباب
- Bu söz, kargaya göre lâftan, kuru iddiadan ibarettir. Nitekim sineğe göre dolu tencere ile boş tencere birdir.
-
چون که در تو میشود لقمه گهر ** تن مزن چندان که بتوانی بخور
- İçinde lokma gevher olduktan sonra çekinme muktedir olduğun kadar ye!
-
شیخ روزی بهر دفع سوء ظن ** در لگن قی کرد پر در شد لگن
- Şeyhin biri bir gün, halkın kötü zannını gidermek için leğene kustu, leğen inciyle doldu.
-
گوهر معقول را محسوس کرد ** پیر بینا بهر کم عقلی مرد 3570
- Bu suretle o basiret sahibi pir, halkın az akıllılığına acıyıp ancak akılla anlaşılır inciyi gözle görülür inci haline getirdi.
-
چون که در معده شود پاکت پلید ** قفل نه بر حلق و پنهان کن کلید
- Fakat midende temiz de pis murdar bir hale geliyorsa boğazını kilitle, anahtarı da sakla.
-
هر که در وی لقمه شد نور جلال ** هر چه خواهد تا خورد او را حلال
- Lokma, kimde ululuk nuru haline gelirse ne dilerse yesin... Ona helâl!
-
بیان دعویی که عین آن دعوی گواه صدق خویش است
- Doğruluğuna kendisi tanık olan iddia
-
گر تو هستی آشنای جان من ** نیست دعوی گفت معنی لان من
- Eğer benim canıma âşina isen bilirsin ki şu manalı sözüm boş dâva değildir.
-
گر بگویم نیم شب پیش توام ** هین مترس از شب که من خویش توام
- Gece yarısında bile senin yanındayım; kendine gel... Geceleyin korkma; ben senin adamınım, hısmınım dersem,
-
این دو دعوی پیش تو معنی بود ** چون شناسی بانگ خویشاوند خود 3575
- Bu iki iddia da, eğer hısımlarının sesini tanırsan sence doğrudur.
-
پیشی و خویشی دو دعوی بود لیک ** هر دو معنی بود پیش فهم نیک
- Yanında olmak da, hısmın bulunmak da iddiadır ama iyi anlayan kişiye göre ikisi de mânadan ibarettir ve doğrudur.
-
قرب آوازش گواهی میدهد ** کاین دم از نزدیک یاری میجهد
- Sesinin yakından gelişi de şehadet eder ki bu nefes, bir sevgilinin yanından gelmekte.
-
لذت آواز خویشاوند نیز ** شد گوا بر صدق آن خویش عزیز
- Hısımların seslerindeki tat da o hısmın doğruluğuna şahittir.
-
باز بیالهام احمق کاو ز جهل ** مینداند بانگ بیگانه ز اهل
- Fakat Allah ilhamına mazhar olmayan ve bilgisizliğinden yabancı sesiyle akraba sesini birbirinden ayırt edemeyen ahmağa göre,
-
پیش او دعوی بود گفتار او ** جهل او شد مایهی انکار او 3580
- Bu adamın sözü dâvadan ibarettir. Bu ahmağın bilgisizliği, inkârına sebep olur.
-
پیش زیرک کاندرونش نورهاست ** عین این آواز معنی بود راست
- Fakat gönlünde Allah nurları olan akıllı, anlayışlı kişiye göre bu ses, mananın ta kendisidir ve doğrudur.
-
یا به تازی گفت یک تازی زبان ** که همیدانم زبان تازیان
- Bu, şuna benzer: Arapça bilen birisi, Arapça “Ben Arapça bilirim” dese,
-
عین تازی گفتنش معنی بود ** گر چه تازی گفتنش دعوی بود
- Onun Arapça bilirim demesi dâvadır ama Arapça söyleyişi de manadır, dâvasının ispatıdır.