-
بینی طفلی بمالد مادری ** تا شود بیدار واجوید خوری
- Ana, çocuk uyansın da gıdasını istesin diye çocuğun burnunu ovar.
-
کاو گرسنه خفته باشد بیخبر ** و آن دو پستان میخلد زو مهر در
- Çünkü çocuğun, açlığından haberi olmaz, uyuyakalır. Fakat süt muhabbeti, ananın iki memesini de ağrıtmaya başlar.
-
کنت کنزا رحمة مخفیة ** فابتعثت أمة مهدیة
- “Ben gizli rahmet olan bir hazineydim, hidayete erişmiş bir ümmet gönderdim.”
-
هر کراماتی که میجویی به جان ** او نمودت تا طمع کردی در آن 365
- Can ve gönülle dilediğim bütün keremleri sana Allah gösterdi de sen onlara tamah ettin.
-
چند بت بشکست احمد در جهان ** تا که یا رب گوی گشتند امتان
- Ahmet, ümmetler “ Yarab” desinler diye dünyada nice put kırdı.
-
گر نبودی کوشش احمد تو هم ** میپرستیدی چو اجدادت صنم
- Ahmet’in çalışması olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın.
-
این سرت وارست از سجدهی صنم ** تا بدانی حق او را بر امم
- Ahmet’in ümmetler üzerindeki hakkını bil, başın puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu.
-
گر بگویی شکر این رستن بگو ** کز بت باطن همت برهاند او
- Söylersen bu puta tapmadan kurtulmanın şükrünü söyle de Allah, seni bâtın putundan da kurtarsın.
-
مر سرت را چون رهانید از بتان ** هم بدان قوت تو دل را وارهان 370
- O, nasıl, başını putlardan kurtardıysa sende o kuvvetle gönlünü kurtar.
-
سر ز شکر دین از آن بر تافتی ** کز پدر میراث مفتاش یافتی
- Dini babadan bedava bir miras olarak buldun da onun için başını şükretmeden çevirdin.
-
مرد میراثی چه داند قدر مال ** رستمی جان کند و مجان یافت زال
- Miras yedi, mal kadrini ne bilsin? Rüstem can verdi, Zâl bedava şeref kazandı!
-
چون بگریانم بجوشد رحمتم ** آن خروشنده بنوشد نعمتم
- Ben, birisini ağlatırsam rahmetim coşar; ağlayıp taşanda nimetime erişir.
-
گر نخواهم داد خود ننمایمش ** چونش کردم بسته دل بگشایمش
- Birisine bir şeyi vermek istemezsem o isteği göstermem. Fakat gönlünü kapattım mı artık açmam.
-
رحمتم موقوف آن خوش گریههاست ** چون گریست از بحر رحمت موج خاست 375
- Rahmetim, o ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi, kabarmaya, dalgalanmaya başlar.
-
حلوا خریدن شیخ احمد خضرویه قدس الله سره العزیز جهت غریمان به الهام حق
- Allah, aziz sırrını takdis etsin, şeyh Ahmed-i Hıdraveyh’in Allah ilhamıyla borçlular için helva satması
-
بود شیخی دایما او وامدار ** از جوانمردی که بود آن نامدار
- Bir şeyh vardı. Cömertlikle anılmıştı, o yüzden de daima borçluydu.
-
ده هزاران وام کردی از مهان ** خرج کردی بر فقیران جهان
- Büyüklerden on binlerce lira borç almış, âlemdeki yoksullara harcetmişti.
-
هم به وام او خانقاهی ساخته ** جان و مال و خانقه درباخته
- Borçlu bir de tekke kurmuş, canını da, malını da, tekkesini de Allah uğruna feda etmişti.
-
وام او را حق ز هر جا میگزارد ** کرد حق بهر خلیل از ریگ آرد
- Allah, Halil’e nasıl kumu un etmişse onun da borcunu her taraftan öderdi.
-
گفت پیغمبر که در بازارها ** دو فرشته میکنند ایدر دعا 380
- Peygamber dedi ki: “Pazarlarda iki melek daima dua eder.
-
کای خدا تو منفقان را ده خلف ** ای خدا تو ممسکان را ده تلف
- Ey Allah, sen verenlere, ihsan edenlere fazlasıyla ver; nekes malını da telef et!
-
خاصه آن منفق که جان انفاق کرد ** حلق خود قربانی خلاق کرد
- Bilhassa canını bağışlayan, kendisini Allah’a kurban eden,
-
حلق پیش آورد اسماعیلوار ** کارد بر حلقش نیارد کرد کار
- İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver! “Hiç o boyna bıçak işler mi?
-
پس شهیدان زنده زین رویند و خوش ** تو بدان قالب بمنگر گبروش
- Şehirler de bu yüzden diridirler, bu yüzden zevk ve safa içindedirler. Sen kâfir gibi yalnız kalıba bakma!
-
چون خلف دادستشان جان بقا ** جان ایمن از غم و رنج و شقا 385
- Çünkü Allah, onlara karşılık olarak ebedi ve gamdan, mihnetten, kötülükten emin bir can vermiştir.
-
شیخ وامی سالها این کار کرد ** میستد میداد همچون پای مرد
- Borçlu Şeyh, yıllarca bu işte bulundu, vazifesi buymuş gibi halktan borç almakta, halka vermekteydi.
-
تخمها میکاشت تا روز اجل ** تا بود روز اجل میر اجل
- Ölüm gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çeşit tohumlar ekmekteydi.
-
چون که عمر شیخ در آخر رسید ** در وجود خود نشان مرگ دید
- Şeyh’in ömrü sona erip de vücudunda ölüm alâmetlerini görünce,
-
وامداران گرد او بنشسته جمع ** شیخ بر خود خوش گدازان همچو شمع
- Borçlular etrafına toplandı. Şeyh, mum gibi kendi kendisine eriyip gidiyordu.
-
وامداران گشته نومید و ترش ** درد دلها یار شد با درد شش 390
- Borçluların ümidi kesildi, suratları ekşidi, dertlerine dert katıldı.
-
شیخ گفت این بد گمانان را نگر ** نیست حق را چار صد دینار زر
- Şeyh, ”Şu kötü şüpheye düşenlere bak! Allah’ın dört yüz dinar altını yok mu ki?” dedi.
-
کودکی حلوا ز بیرون بانگ زد ** لاف حلوا بر امید دانگ زد
- Bu sırada dışardan bir çocuk, birkaç para kazanmak ümidiyle “Helva” diye bağırdı.
-
شیخ اشارت کرد خادم را به سر ** که برو آن جمله حلوا را بخر
- Şeyh, hizmetçiye, ”Git helvanın hepsini al,
-
تا غریمان چون که آن حلوا خورند ** یک زمانی تلخ در من ننگرند
- Borçlular yesinler de bir müddetçik olsun bana acı acı bakmasınlar” diye başıyla işaret etti.
-
در زمان خادم برون آمد به در ** تا خرد او جمله حلوا ز ان پسر 395
- Hizmetçi, helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı.
-
گفت او را جملهی حلوا به چند ** گفت کودک نیم دیناری و اند
- Helvacıya ,”Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu. Çocuk “Yarım küsur dinar” dedi.
-
گفت نه از صوفیان افزون مجو ** نیم دینارت دهم دیگر مگو
- Hizmetçi,”Yoo, Sofilerden çok isteme. Sana yarım dinar veriyorum artık söylenme!” dedi.
-
او طبق بنهاد اندر پیش شیخ ** تو ببین اسرار سر اندیش شیخ
- Helvayı bir tabağa koydurdu ve tabağı getirip Şeyh’in önüne koydu. Sır sahibi Şeyh’in esrarına bak!
-
کرد اشارت با غریمان کین نوال ** نک تبرک خوش خورید این را حلال
- Borçlulara ,”Buyurun, şu mübarek helvayı helâlinden bir güzelce yiyin” iye işaret etti.
-
چون طبق خالی شد آن کودک ستد ** گفت دینارم بده ای با خرد 400
- Tabak boşalınca, çocuk tabağını aldı, ”Ey kâmil kişi, paramı ver” dedi.
-
شیخ گفتا از کجا آرم درم ** وام دارم میروم سوی عدم
- Şeyh dedi ki: “Parayı nerden bulayım? Ben borçlu bir adamım,aynı zamanda ölüyorum!”
-
کودک از غم زد طبق را بر زمین ** ناله و گریه بر آورد و حنین
- Çocuk derdinden tabağı yere vurdu, feryat ve figana başladı.
-
میگریست از غبن کودک های های ** کای مرا بشکسته بودی هر دو پای
- Eleminden hayhayla ağlamaya koyuldu, ”Keşke iki ayağım da kırılaydı,
-
کاشکی من گرد گلخن گشتمی ** بر در این خانقه نگذشتمی
- Keşke külhana gideydim de tekkenin kapısından geçmez olaydım” diyordu.
-
صوفیان طبل خوار لقمه جو ** سگ دلان و همچو گربه روی شو 405
- Boğazına düşkün, yemeye alışkın sofiler, köpek gönüllüdürler, fakat kedi gibi yüzlerini yıkarklar, temiz görünürler.
-
از غریو کودک آن جا خیر و شر ** گرد آمد گشت بر کودک حشر
- Çocuğun feryadından hırlı, hırsız birçok kişi başına toplandı.
-
پیش شیخ آمد که ای شیخ درشت ** تو یقین دان که مرا استاد کشت
- Çocuk, ”Ey kötü Şeyh, beni ustam muhakkak öldürür.
-
گر روم من پیش او دست تهی ** او مرا بکشد اجازت میدهی
- Eğer yanına eli boş gidersem beni keser, buna razı mısın?” diyordu.
-
و آن غریمان هم به انکار و جحود ** رو به شیخ آورده کاین باری چه بود
- Borçlular da inkâra düşüp Şeyh’e yüz çevirerek “Bu ne oyun ki?
-
مال ما خوردی مظالم میبری ** از چه بود این ظلم دیگر بر سری 410
- Bizim malımızı yedin, borçlu gidiyorsun. Böyle olduğu halde neden başka bir zulümde daha bulundun?” diyorlardı.
-
تا نماز دیگر آن کودک گریست ** شیخ دیده بست و در وی ننگریست
- Çocuk ikindi namazı vaktine kadar ağladı.Şeyh’e gelince,gözlerini yummuş,ona hiç bakmıyordu.