English    Türkçe    فارسی   

2
505-554

  • دست می‏مالید بر اعضای شیر ** پشت و پهلو گاه بالا گاه زیر 505
  • Elini aslana sürmekte, sırtını yağrısını yukarı aşağı okşamaktaydı.
  • گفت شیر ار روشنی افزون شدی ** زهره‏اش بدریدی و دل خون شدی‏
  • Aslan “ Aydınlık olaydı ödü patlar, yüreği kan kesilirdi.
  • این چنین گستاخ ز آن می‏خاردم ** کاو درین شب گاو می‏پنداردم‏
  • Fakat şimdi pervasızca beni okşuyor, kaşıyor. Çünkü gece vakti beni öküz sanıyor demekteydi.
  • حق همی‏گوید که ای مغرور کور ** نه ز نامم پاره پاره گشت طور
  • Hak da “Ey mağrur kör, Tur dağı benim adımdan paramparça olmadı mı?
  • که لو انزلنا کتابا للجبل ** لانصدع ثم انقطع ثم ارتحل‏
  • Eğer biz kitabımızı dağa indirseydik dağ parçalanır, yerinden kopar, başka bir yere göçerdi.
  • از من ار کوه احد واقف بدی ** پاره گشتی و دلش پر خون شدی‏ 510
  • Eğer Uhud Dağı, beni anlasaydı o dağdan ırmak, ırmak kan akardı.” deyip duruyor,
  • از پدر وز مادر این بشنیده‏ای ** لاجرم غافل در این پیچیده‏ای‏
  • Sen bu adı babandan, anandan işittin de onun için bu ada gafilce yapıştın.
  • گر تو بی‏تقلید از این واقف شوی ** بی‏نشان از لطف چون هاتف شوی‏
  • Bu sırrı taklitsiz anlasan Allah lütfuyla nişansız bir hale gelir, hâtife benzersin.
  • بشنو این قصه پی تهدید را ** تا بدانی آفت تقلید را
  • Tehdit için söyleyeceğimiz şu hikâyeyi duy da taklidin zararını bil!
  • فروختن صوفیان بهیمه‏ی مسافر را جهت سماع
  • Sofilerin, sema için konuğun eşeğini satmaları
  • صوفیی در خانقاه از ره رسید ** مرکب خود برد و در آخر کشید
  • Bir sofi yoldan gelip bir tekkeye misafir oldu. Eşeğini götürüp ahıra çekti.
  • آب کش داد و علف از دست خویش ** نه چنان صوفی که ما گفتیم پیش‏ 515
  • Eliyle sucağızını, yemceğizini verdi. Bundan önce söylediğimiz hikâyedeki gibi yapmadı.
  • احتیاطش کرد از سهو و خباط ** چون قضا آید چه سود است احتیاط
  • İhtiyatlı davrandı, fakat kaza gelince ihtiyatın ne faydası olur?
  • صوفیان در جوع بودند و فقیر ** کاد فقر أن یعی کفرا یبیر
  • Sofiler, yok, yoksul kişilerdi. Yoksulluk, az kala helâk edici bir küfür ola yazdı.
  • ای توانگر که تو سیری هین مخند ** بر کجی آن فقیر دردمند
  • Ey zengin, sen toksun, sakın o dertli yoksulun aykırı hareketine gülme!
  • از سر تقصیر آن صوفی رمه ** خر فروشی در گرفتند آن همه‏
  • O sofiler, acizlikten umumiyetle birleşip merkebi satmaya karar verdiler.
  • کز ضرورت هست مرداری مباح ** بس فسادی کز ضرورت شد صلاح‏ 520
  • Zarurette murdar da mubahtır. Nice kötü şeyler vardır ki zarurette iyi ve doğru olur.
  • هم در آن دم آن خرک بفروختند ** لوت آوردند و شمع افروختند
  • Hemencecik o eşekceğizi sattılar, yiyecek aldılar. Mumlar yaktılar.
  • ولوله افتاد اندر خانقه ** کامشبان لوت و سماع است و شره‏
  • Tekkeye, bu gece yemek var, sema var diye bir velveledir düştü.
  • چند از این صبر و از این سه روزه چند ** چند از این زنبیل و این دریوزه چند
  • “Bu sabır niceye dek, bu üç günlük oruç ne vakte kadar, bu zembil taşıyıp dilenme ne zamana sürüp gidecek?
  • ما هم از خلقیم و جان داریم ما ** دولت امشب میهمان داریم ما
  • Biz de halktanız, bizim de canımız var. Bu gece devlete erdik, konuk geldi” dediler.
  • تخم باطل را از آن می‏کاشتند ** کان که آن جان نیست جان پنداشتند 525
  • Hakikatte can olmayanı can sandıkları için batıl tohum ektiler.
  • و آن مسافر نیز از راه دراز ** خسته بود و دید آن اقبال و ناز
  • O konuk da uzak yoldan gelmiş, yorulmuştu. O iltifatı,
  • صوفیانش یک به یک بنواختند ** نرد خدمتهای خوش می‏باختند
  • Sofilerin kendisini birer, birer ağırladığını, güzel bir surette izzet ve ikram tavlasını oynamakta bulunduklarını,
  • گفت چون می‏دید میلانشان به وی ** گر طرب امشب نخواهم کرد کی‏
  • Kendisine olan meyil ve muhabbetlerini görünce “ Bu gece eğlenmeyeyim de ne vakit eğleneyim?” dedi.
  • لوت خوردند و سماع آغاز کرد ** خانقه تا سقف شد پر دود و گرد
  • Yemek yediler sema’ya başladılar. Tekke, tavanına kadar toza, dumana boğuldu.
  • دود مطبخ گرد آن پا کوفتن ** ز اشتیاق و وجد جان آشوفتن‏ 530
  • Bir taraftan mutfaktan çıkan duman, bir taraftan o ayak vurmadan çıkan toz, bir taraftan sofilerin iştiyak ve vecitle canlarıyla oynamaları ortalığı birbirine katmıştı.
  • گاه دست افشان قدم می‏کوفتند ** گه به سجده صفه را می‏روفتند
  • Gâh el çırparak ayak vuruyorlar, gâh secde ederek yeri süpürüyorlardı.
  • دیر یابد صوفی آز از روزگار ** ز آن سبب صوفی بود بسیار خوار
  • Dünyada tamahsız sofi az bulunur. O sebepten sofi hayli hor, hakirdir.
  • جز مگر آن صوفیی کز نور حق ** سیر خورد او فارغ است از ننگ دق‏
  • Ancak Allah nuruyla doyan ve dilenme zilletinden kurtulmuş olan sofi, bundan müstesnadır.
  • از هزاران اندکی زین صوفیند ** باقیان در دولت او می‏زیند
  • Fakat sofilerin binde biri bu çeşit sofilerdendir. Öbürleri de onun sayesinde yaşarlar.
  • چون سماع آمد از اول تا کران ** مطرب آغازید یک ضرب گران‏ 535
  • Sema, baştan sona doğru varınca çalgıcı bir Yörük semai usulünce taganniye başladı.
  • خر برفت و خر برفت آغاز کرد ** زین حراره جمله را انباز کرد
  • “ Eşek gitti, eşek gitti”, demeye koyuldu. Bu hararetli usule hepsi uyup,
  • زین حراره پای کوبان تا سحر ** کف‏زنان خر رفت و خر رفت ای پسر
  • Bu şevkle seher çağına kadar ayak vurup el çırparak “Ey oğul, eşek gitti, eşek gitti” dediler.
  • از ره تقلید آن صوفی همین ** خر برفت آغاز کرد اندر حنین‏
  • O, konuk olan sofi de onları taklit ederek “Eşek gitti” diye bağırmaya başlamıştı.
  • چون گذشت آن نوش و جوش و آن سماع ** روز گشت و جمله گفتند الوداع‏
  • O aysuişret, o sema ve safa çağı geçip sabah olunca hepsi vedalaşıp gitti.
  • خانقه خالی شد و صوفی بماند ** گرد از رخت آن مسافر می‏فشاند 540
  • Tekke boşaldı, sofi kaldı. Eşyasının tozunu silkmeye başladı.
  • رخت از حجره برون آورد او ** تا به خر بر بندد آن همراه جو
  • Nesi var, nesi yoksa hücreden dışarı çıkardı. Eşeğe yükleyip yola çıkmaya niyetlendi.
  • تا رسد در همرهان او می‏شتافت ** رفت در آخر خر خود را نیافت‏
  • Alelacele yoldaşlarına yetişip ulaşmak üzere eşeği getirmek için ahıra gitti, fakat eşeğini bulamadı.
  • گفت آن خادم به آبش برده است ** ز انکه خر دوش آب کمتر خورده است‏
  • “ Hizmetçi suya götürmüştür. Çünkü dün gece az su içmişti.” dedi.
  • خادم آمد گفت صوفی خر کجاست ** گفت خادم ریش بین جنگی بخاست‏
  • Hizmetçi gelince sofi, “Eşek nerede?” dedi. Hizmetçi “ sakalını yokla!” diye cevap verdi, kavga başladı.
  • گفت من خر را به تو بسپرده‏ام ** من ترا بر خر موکل کرده‏ام‏ 545
  • Sofi, “Ben eşeği sana vermiştim onu sana ısmarlamıştım.
  • از تو خواهم آن چه من دادم به تو ** باز ده آن چه فرستادم به تو
  • Yollu yordamlı konuş, delil getirmeye kalkışma. Sana ısmarladığım eşeğimi getir.
  • بحث با توجیه کن حجت میار ** آن چه بسپردم ترا واپس سپار
  • Sana verdiğimi senden isterim. Onu iade et.
  • گفت پیغمبر که دستت هر چه برد ** بایدش در عاقبت واپس سپرد
  • Peygamber dedi ki. “Elinle aldığını geri vermek gerek”
  • ور نه‏ای از سرکشی راضی بدین ** نک من و تو خانه‏ی قاضی دین‏
  • Serkeşlik eder de buna razı olmazsan mahkeme işte şuracıkta, kalk gidelim” dedi.
  • گفت من مغلوب بودم صوفیان ** حمله آوردند و بودم بیم جان‏ 550
  • Hizmetçi “Sofilerin hepsi hücum etti, ben mağlup oldum, yarı canlı bir hale düştüm.
  • تو جگر بندی میان گربگان ** اندر اندازی و جویی ز آن نشان‏
  • Sen bir ciğer parçasını kedilerin arasına atıyorsun, sonra da onu aramaya kalkışıyorsun.
  • در میان صد گرسنه گرده‏ای ** پیش صد سگ گربه‏ی پژمرده‏ای‏
  • Yüz açın önüne bir parçacık ekmek atıyor, yüz köpeğin arasına zavallı bir kediyi bırakıyorsun!” dedi.
  • گفت گیرم کز تو ظلما بستدند ** قاصد خون من مسکین شدند
  • Sofi dedi ki: “Tutalım senden zulmen aldılar ve benim gibi yoksul birisinin kanına girdiler.
  • تو نیایی و نگویی مر مرا ** که خرت را می‏برند ای بی‏نوا
  • Ya niçin bana gelip de söylemiyor, biçare, eşeğini götürüyorlar, demiyorsun?