-
آن چه محسوس است اگر معشوقه است ** عاشق استی هر که او را حس هست
- Sevgili, hisle idrak edilseydi her hisle idrak edilene âşık olurdum.
-
چون وفا آن عشق افزون میکند ** کی وفا صورت دگرگون میکند
- Vefa, aşkı artıyorsa, suret nasıl olur da vefayı değiştirir?
-
پرتو خورشید بر دیوار تافت ** تابش عاریتی دیوار یافت
- Güneşin ziyası duvara vurdu, duvar kendinden olmayan bir parlaklık, bir ziya elde etti.
-
بر کلوخی دل چه بندی ای سلیم ** واطلب اصلی که تابد او مقیم
- Ey temiz ve saf kişi neden bir kerpice gönül veriyorsun? Ebedi olan bir aslı iste.
-
ای که تو هم عاشقی بر عقل خویش ** خویش بر صورت پرستان دیده بیش 710
- Ey kendi aklına âşık olan ve kendisine surette tapanlardan üstün gören!
-
پرتو عقل است آن بر حس تو ** عاریت میدان ذهب بر مس تو
- Hissine hâkim olan, akıl ziyasıdır. Bunu, bakırının üstündeki altın bil.
-
چون زر اندود است خوبی در بشر ** ور نه چون شد شاهد تو پیر خر
- İnsanlardaki güzellik, altın yaldızdır. Öyle olmasaydı nasıl olurdu da sevgilin kart bir eşek haline gelirdi?
-
چون فرشته بود همچون دیو شد ** کان ملاحت اندر او عاریه بد
- Melek gibiyken Şeytana döndü ya. Elbette çünkü o güzellik ona ariyetti.
-
اندک اندک میستانند آن جمال ** اندک اندک خشک میگردد نهال
- O güzelliği yavaş ,yavaş alıyor, taze fidan gitgide kuruyor. ,
-
رو نعمره ننکسه بخوان ** دل طلب کن دل منه بر استخوان 715
- Var, “Yaşattıkça kuvvetlerini azaltır” ayetini oku da gönül iste, kemiğe gönül verme.
-
کان جمال دل جمال باقی است ** دولتش از آب حیوان ساقی است
- Çünkü o gönül güzelliği, baki güzelliktir. O güzellik devleti, Abıhayata sâkidir.
-
خود هم او آب است و هم ساقی و مست ** هر سه یک شد چون طلسم تو شکست
- Esasen abıhayat da kendisidir, saki de kendisi, sarhoş da. Tılsımın bozuldu mu üçü birleşir.
-
آن یکی را تو ندانی از قیاس ** بندگی کن ژاژ کم خا ناشناس
- Fakat bu birliği kıyas yoluyla bilemezsin. Kulluk et ey kendini bilmez, saçma sapan söylenme.
-
معنی تو صورت است و عاریت ** بر مناسب شادی و بر قافیت
- Senin mana sandığın surettir, eğretidir. Sen kendince övünüp seviniyorsun!
-
معنی آن باشد که بستاند ترا ** بینیاز از نقش گرداند ترا 720
- Mana odur ki seni senden alır; suretten müstağni kalır.
-
معنی آن نبود که کور و کر کند ** مرد را بر نقش عاشقتر کند
- Seni kör ve sağır eden, insanı, surete bir kat daha âşık eyleyen, mana olamaz.
-
کور را قسمت خیال غم فزاست ** بهرهی چشم این خیالات فناست
- Köre nasip olan, ancak gam arttıran hayallerdir. Gözün nasibi bu fâni hayallerden ibarettir.
-
حرف قرآن را ضریران معدناند ** خر نبینند و به پالان بر زنند
- Körler, Kuran’ın harflerini ezberlemişlerdir. Eşeği görmezler de semeri dövüp dururlar!
-
چون تو بینایی پی خر رو که جست ** چند پالان دوزی ای پالان پرست
- Gözün açıksa kaçan eşeği gör; ey puta tapan, niceye dek semercilik?
-
خر چو هست آید یقین پالان ترا ** کم نگردد نان چو باشد جان ترا 725
- Eşeğin oldukça semer de mutlaka bulunur. Canın oldukça ekmeğin mutlaka az çok gelir.
-
پشت خر دکان و مال و مکسب است ** در قلبت مایهی صد قالب است
- Eşeğin sırtı hem dükkândır, hem mal, hem mal kazanılacak yer. Kalbinin incisi, yüzlerce kalbe sermayedir.
-
خر برهنه بر نشین ای بو الفضول ** خر برهنه نه که راکب شد رسول
- Ey boşboğaz, eşeğe çıplak bin. Peygamber, çıplak binmedi mi?
-
النبی قد رکب معروریا ** و النبی قیل سافر ماشیا
- Peygamber, çıplak eşeğe bindi. Yaya yürüdü de denmiştir.
-
شد خر نفس تو بر میخیش بند ** چند بگریزد ز کار و بار چند
- Eşek nefsin kaçıyor, onu bir kazığa bağla. Ne zamana kadar işten, yükten kaçacak?
-
بار صبر و شکر او را بردنی است ** خواه در صد سال و خواهی سی و بیست 730
- İster yüz yıl olsun, ister otuz yıl. Mutlaka sabır ve şükür yükünü yüklemeli.
-
هیچ وازر وزر غیری بر نداشت ** هیچ کس ندرود تا چیزی نکاشت
- Hiç bir suçlu başkasının suçunu çekmedi. Hiçbir kimse ekmeğini biçmedi.
-
طمع خام است آن مخور خام ای پسر ** خام خوردن علت آرد در بشر
- Ekmeğini biçmeyi dilemek ham tamahtır, oğul, o ham tamaha kapılma. Ham şey yemek insana hastalık verir.
-
کان فلانی یافت گنجی ناگهان ** من همان خواهم نه کار و نه دکان
- Birisi bir define buluverir; ben de onu istiyorum, dükkânla, alışverişle ne işim var, der.
-
کار بخت است آن و آن هم نادر است ** کسب باید کرد تا تن قادر است
- Baht işi bu, fakat nadirdir. Tende kudret oldukça çalışıp kazanmak gerek.
-
کسب کردن گنج را مانع کی است ** پا مکش از کار آن خود در پی است 735
- Çalışıp kazanmak define bulmaya mâni değil ya. Sen işten kalma da nasibinde varsa define de arkandan gelsin.
-
تا نگردی تو گرفتار اگر ** که اگر این کردمی یا آن دگر
- Böyle yap ki “ Eğer” illetine uğramayasın, “ Eğer şunu yapsaydım yahut bunu yapsaydım” deyip tereddüde düşmeyesin.
-
کز اگر گفتن رسول با وفاق ** منع کرد و گفت آن هست از نفاق
- Çünkü halkla hoş geçinen peygamber “ Eğer” demeyi menetti, “ Onu söylemek münafıklıktandır” dedi.
-
کان منافق در اگر گفتن بمرد ** وز اگر گفتن بجز حسرت نبرد
- O münafık da “eğer” derken, işi şarta bağlarken öldü, bu şarta bağlayıştan öbür dünyaya ancak hasret götürebilirdi!
-
مثل
- Temsil
-
آن غریبی خانه میجست از شتاب ** دوستی بردش سوی خانهی خراب
- Bir yabancı adam, acele bir ev arıyordu. Bir dostu onu harap bir eve götürüp
-
گفت او این را اگر سقفی بدی ** پهلوی من مر ترا مسکن شدی 740
- “ Eğer tavanı olsaydı benim yanı başımda ev sahibi olur, otururdum.
-
هم عیال تو بیاسودی اگر ** در میانه داشتی حجرهی دگر
- Evde bir oda daha olsaydı çoluğun çocuğun rahat ederdi” dedi.
-
گفت آری پهلوی یاران خوش است ** لیک ای جان در اگر نتوان نشست
- Adam dedi ki: “Evet, dostlara bitişik komşu olmak iyi, fakat “ Eğer” de oturmaya imkân yok!”
-
این همه عالم طلبکار خوشند ** وز خوش تزویر اندر آتشند
- Bütün âlem, hoşluğu ister, bu yüzden de ateş içindedir.
-
طالب زر گشته جمله پیر و خام ** لیک قلب از زر نداند چشم عام
- İhtiyar olsun, genç olsun herkes altın ister. Fakat herkesin gözü kalp parayı altından fark edemez ki.
-
پرتوی بر قلب زد خالص ببین ** بیمحک زر را مکن از ظن گزین 745
- Halis altın kalp akçaya bir ziya, bir parıltı vermiştir. Fakat ayar olmadıkça zan ile altını seçmeye kalkışma.
-
گر محک داری گزین کن ور نه رو ** نزد دانا خویشتن را کن گرو
- Ayarın varsa altın seç, yoksa yürü, kendini bilen bir kişiye teslim et.
-
یا محک باید میان جان خویش ** ور ندانی ره مرو تنها تو پیش
- Yahut da ruhundan mihenk olmalı. Bilmiyorsan yapayalnız yola düşüp ilerleme.
-
بانگ غولان هست بانگ آشنا ** آشنایی که کشد سوی فنا
- Yolda gulyabaniler vardır, sesleri bildik sesine seni mahvetmeğe çeken tanıdık sesine benzer.
-
بانگ میدارد که هان ای کاروان ** سوی من آیید نک راه و نشان
- “Ey kervan halkı, buraya gelin; işte yol, iz buracıkta” diye bağırırlar.
-
نام هر یک میبرد غول ای فلان ** تا کند آن خواجه را از آفلان 750
- Gulyabani kervan halkını yok etmek, onları da yok olanlara katmak için birer, birer adlarıyla çağırır.
-
چون رسد آن جا ببیند گرگ و شیر ** عمر ضایع راه دور و روز دیر
- Çağrılan kişi, oraya varınca bir de bakar ki karşısında kurt, aslan. Ömrü zayi olmuş, yol uzun, gün de geçiyor.!
-
چون بود آن بانگ غول آخر بگو ** مال خواهم جاه خواهم و آبرو
- Ey iyi huylu kişi, gulyabani sesi nasıldır? “Mal isterim, mevki isterim, şeref, isterim!” işte böyle.
-
از درون خویش این آوازها ** منع کن تا کشف گردد رازها
- İçimden bu sesleri menet de sırlar keşfedilsin.
-
ذکر حق کن بانگ غولان را بسوز ** چشم نرگس را از این کرکس بدوز
- Allah’ı an da gulyabanilerin seslerini mahvet. Nergis gibi olan gözünü bu gergese karşı kapa.
-
صبح کاذب را ز صادق واشناس ** رنگ می را باز دان از رنگ کاس 755
- Subhu sadıkı, subhu kâzipten, şarabın rengini kadehin renginden ayırt et ki.