English    Türkçe    فارسی   

2
762-811

  • پس در آ در کارگه یعنی عدم ** تا ببینی صنع و صانع را بهم‏
  • O halde iş yurduna, yani yokluğa gel ki sanatı da sanatkârı da bir arada göresin.
  • کارگه چون جای روشن دیده‏گی است ** پس برون کارگه پوشیدگی است‏
  • Mademki iş yurdu; apaçık görüş yeridir, tabii iş yurdundan dışarısı da hicap mahallidir.
  • رو به هستی داشت فرعون عنود ** لاجرم از کارگاهش کور بود
  • İnatçı Firavun, varlığa yüz tuttu çünkü onun yerini görmüyordu.
  • لاجرم می‏خواست تبدیل قدر ** تا قضا را باز گرداند ز در 765
  • Hulâsa kaderi değiştirmek istiyor, kazayı savuşturmak arzusunda bulunuyordu.
  • خود قضا بر سبلت آن حیله‏مند ** زیر لب می‏کرد هر دم ریش‏خند
  • Kaza da o hileciye bıyık altından kıs, kıs gülmekteydi.
  • صد هزاران طفل کشت او بی‏گناه ** تا بگردد حکم و تقدیر اله‏
  • O, Allah’ın hükmünü, Allah’ın takdirini bozmak için yüz binlerce çocuk öldürttü.
  • تا که موسای نبی ناید برون ** کرد در گردن هزاران ظلم و خون‏
  • Bu suretle Musa Peygamber’in zuhuruna mâni olmak istiyordu, boyuna binlerce zulüm aldı, binlerce kana girdi.
  • آن همه خون کرد و موسی زاده شد ** و ز برای قهر او آماده شد
  • O kadar kan döktü ama Musa, yine doğdu ve onu kahretmek için hazırlandı,
  • گر بدیدی کارگاه لا یزال ** دست و پایش خشک گشتی ز احتیال‏ 770
  • Eğer zevali olmayan Allah’ın sanat yurdunu görseydi eli, ayağı kurur, hile yapamazdı.
  • اندرون خانه‏اش موسی معاف ** و ز برون می‏کشت طفلان را گزاف‏
  • Musa, onun evinde rahatça yaşadığı halde o, dışarıda beyhude yere çocukları öldürüp durmaktaydı.
  • همچو صاحب نفس کاو تن پرورد ** بر دگر کس ظن حقدی می‏برد
  • Tenini besleyip yetiştiren; nefsine hizmet eden, sonra da başkalarının kendisine haset ettiğini, düşmanlıkta bulunduğunu sanan kişi gibi.
  • کاین عدو و آن حسود و دشمن است ** خود حسود و دشمن او آن تن است‏
  • Bu, benim düşmanım, şu bana haset ediyor, der durur, hâlbuki kendisine haset eden, kendisine düşman olan o tendir, kendi nefsidir.
  • او چو موسی و تنش فرعون او ** او به بیرون می‏دود که کو عدو
  • O, adam Firavuna benzer, bedeni de Musa’ya. Böyle olduğu halde dışarıda “ Nerede düşman?” diye koşmaktadır. Nefsi ten evinde nazla, naimle beslenmektedir.
  • نفسش اندر خانه‏ی تن نازنین ** بر دگر کس دست می‏خاید به کین‏ 775
  • Nefsi ten evinde nazla, naimle beslenmektedir, kendisi başkalarına kin güdüp elini ısırmakta.
  • ملامت کردن مردم شخصی را که مادرش را کشت به تهمت
  • Halkın, bir töhmet yüzünden anasını öldüren kişiyi kınaması
  • آن یکی از خشم مادر را بکشت ** هم به زخم خنجر و هم زخم مشت‏
  • Birisi, kızgınlıkla anasına hançerleyerek, döverek öldürdü.
  • آن یکی گفتش که از بد گوهری ** یاد ناوردی تو حق مادری‏
  • Biri ona “ Huyunun kötülüğü yüzünden ana hakkını gözetmedin.
  • هی تو مادر را چرا کشتی بگو ** او چه کرد آخر بگو ای زشت خو
  • Çirkin herif, ananı neden öldürdün! Niye söylemiyorsun, o sana ne yaptı ki?” dedi.
  • گفت کاری کرد کان عار وی است ** کشتمش کان خاک ستار وی است‏
  • Adam “ Çok ayıp bir iş işledi, bende onu öldürdüm. Ayıbını toprak örtsün” diye cevap verdi.
  • گفت آن کس را بکش ای محتشم ** گفت پس هر روز مردی را کشم‏ 780
  • Kınayan “Be adam, ananı öldüreceğine o kişiyi öldürseydin” deyince dedi ki: “Her gün başka birisini mi öldüreyim?
  • کشتم او را رستم از خونهای خلق ** نای او برم به است از نای خلق‏
  • Onu öldürdüm, halkın kanına girmekten kurtuldum; halkın boğazını keseceğime onu boğazladım, bu daha iyi!”
  • نفس تست آن مادر بد خاصیت ** که فساد اوست در هر ناحیت‏
  • O kötü huylu ana, fesadı her tarafta zahir olan nefsindir.
  • هین بکش او را که بهر آن دنی ** هر دمی قصد عزیزی می‏کنی‏
  • Her an onun için bir azize kastedip duruyorsun; kendine gel, onu öldür!
  • از وی این دنیای خوش بر تست تنگ ** از پی او با حق و با خلق جنگ‏
  • Onun yüzünden bu güzel dünya sana dar geliyor. Onun yüzünden Allah ile de savaşıyorsun, halkla da.
  • نفس کشتی باز رستی ز اعتذار ** کس ترا دشمن نماند در دیار 785
  • Nefsini öldürürsen özür serdetmeden kurtulursun, ülkede hiçbir düşmanın olmaz.
  • گر شکال آرد کسی بر گفت ما ** از برای انبیا و اولیا
  • Bir kimse peygamberlerle velileri düşünüp sözümüzden şüpheye düşer.
  • کانبیا را نه که نفس کشته بود ** پس چراشان دشمنان بود و حسود
  • “Peygamberlerin nefisleri helâk olmamış mıydı? Onların neden düşmanları vardı, onlara niye haset ediyorlardı?” derse,
  • گوش کن تو ای طلب‏کار صواب ** بشنو این اشکال و شبهت را جواب‏
  • Ey doğru söz arayan, kulağını aç! Bu şüpheye, bu tereddüde vereceğimiz cevap şu:
  • دشمن خود بوده‏اند آن منکران ** زخم بر خود می‏زدند ایشان چنان‏
  • O münkirler, kendilerinin düşmanlarıydı; onlar kendilerini yaralıyorlardı.
  • دشمن آن باشد که قصد جان کند ** دشمن آن نبود که خود جان می‏کند 790
  • Düşman, ona derler ki cana kastetsin. Kendi kendisine can çekişene düşman demezler.
  • نیست خفاشک عدوی آفتاب ** او عدوی خویش آمد در حجاب‏
  • Yarasacağız, güneşin düşmanı değildir, hicaba girmiş, kendi kendisine düşman olmuştur.
  • تابش خورشید او را می‏کشد ** رنج او خورشید هرگز کی کشد
  • Güneşin ziyası onu öldürür; fakat güneş, yarasanın zahmetini hiç çeker mi, yarasa güneşe bir kötülükte bulunabilir mi?
  • دشمن آن باشد کز او آید عذاب ** مانع آید لعل را از آفتاب‏
  • Düşman, ona derler ki ondan bir azap, bir eziyet gelsin; kabiliyeti olan taşın güneş tesiriyle lâl olmasına mümanaat etsin!
  • مانع خویشند جمله‏ی کافران ** از شعاع جوهر پیغمبران‏
  • Halbuki kâfirlerin hepsi de peygamberlerin cevherlerindeki ziyadan kendilerini men ederler.!
  • کی حجاب چشم آن فردند خلق ** چشم خود را کور و کژ کردند خلق‏ 795
  • Halk, nasıl olur da o tek kişinin gözüne perde olur? Bilâkis kendi gözlerini kör eder, kendi gözlerini kötü bir hale sokarlar.
  • چون غلام هندویی کاو کین کشد ** از ستیزه‏ی خواجه خود را می‏کشد
  • Efendisiyle inada girişip kinlenerek kendisini öldüren Arap köle gibi!
  • سر نگون می‏افتد از بام سرا ** تا زیانی کرده باشد خواجه را
  • Köle, sahibine ziyan vermek için kendisini damdan baş aşağı yere atar, helâk olup gider!
  • گر شود بیمار دشمن با طبیب ** ور کند کودک عداوت با ادیب‏
  • Hasta, doktora düşman olmuş; çocuk, kendisini terbiye edene düşmanlık beslemiş;( zarar kime?)!
  • در حقیقت ره زن جان خودند ** راه عقل و جان خود را خود زدند
  • Hakikatte hasta da, çocuk da kendi yolunu vurmakta, kendi akıl ve canının yolunu kesmektedir.
  • گازری گر خشم گیرد ز آفتاب ** ماهیی گر خشم می‏گیرد ز آب‏ 800
  • Bez yıkayan, güneşe kızar; balık, denize hiddet ederse,
  • تو یکی بنگر که را دارد زیان ** عاقبت که بود سیاه اختر از آن‏
  • Bir bak, ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır?
  • گر ترا حق آفریند زشت رو ** هان مشو هم زشت رو هم زشت خو
  • Allah seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma!
  • ور برد کفشت مرو در سنگلاخ ** ور دو شاخ استت مشو تو چار شاخ‏
  • Ayakkabın olsa bile taşlığa gitme. İki boynuzun varsa dört boynuzlu olma!
  • تو حسودی کز فلان من کمترم ** می‏فزاید کمتری در اخترم‏
  • Sen “ Ben filân kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor” diye haset ediyorsun ama,
  • خود حسد نقصان و عیبی دیگر است ** بلکه از جمله کمیها بدتر است‏ 805
  • Esasen haset de başka bir noksan, başka bir ayıp. Hatta bütün aşağılıklardan daha beter!
  • آن بلیس از ننگ و عار کمتری ** خویش را افکند در صد ابتری‏
  • Şeytan da aşağı olmadan arlandı, bunu ayıp telâkki etti de kendisini yüzlerce kötülüğe düşürdü.
  • از حسد می‏خواست تا بالا بود ** خود چه بالا بلکه خون‏پالا بود
  • Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede? Kanlara bulanıp kaldı.
  • آن ابو جهل از محمد ننگ داشت ** وز حسد خود را به بالا می‏فراشت‏
  • Ebucehil, Muhammet’e uymaya utandı, hasedinden kendisini yüceltmeye, ondan yüksek olmaya çalıştı.
  • بو الحکم نامش بد و بو جهل شد ** ای بسا اهل از حسد نااهل شد
  • Adı Ebül Hakem’di. Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler vardır ki haset yüzünden naehil olup kalmışlardır!
  • من ندیدم در جهان جست و جو ** هیچ اهلیت به از خوی نکو 810
  • Ben, bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim.
  • انبیا را واسطه ز آن کرد حق ** تا پدید آید حسدها در قلق‏
  • Allah, mihnet ve ıstıraplarla hasetler meydana çıksın diye peygamberleri vasıta etti.