Bez yıkayan, güneşe kızar; balık, denize hiddet ederse,
تو یکی بنگر که را دارد زیان ** عاقبت که بود سیاه اختر از آن
Bir bak, ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır?
گر ترا حق آفریند زشت رو ** هان مشو هم زشت رو هم زشت خو
Allah seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma!
ور برد کفشت مرو در سنگلاخ ** ور دو شاخ استت مشو تو چار شاخ
Ayakkabın olsa bile taşlığa gitme. İki boynuzun varsa dört boynuzlu olma!
تو حسودی کز فلان من کمترم ** میفزاید کمتری در اخترم
Sen “ Ben filân kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor” diye haset ediyorsun ama,
خود حسد نقصان و عیبی دیگر است ** بلکه از جمله کمیها بدتر است805
Esasen haset de başka bir noksan, başka bir ayıp. Hatta bütün aşağılıklardan daha beter!
آن بلیس از ننگ و عار کمتری ** خویش را افکند در صد ابتری
Şeytan da aşağı olmadan arlandı, bunu ayıp telâkki etti de kendisini yüzlerce kötülüğe düşürdü.
از حسد میخواست تا بالا بود ** خود چه بالا بلکه خونپالا بود
Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede? Kanlara bulanıp kaldı.
آن ابو جهل از محمد ننگ داشت ** وز حسد خود را به بالا میفراشت
Ebucehil, Muhammet’e uymaya utandı, hasedinden kendisini yüceltmeye, ondan yüksek olmaya çalıştı.
بو الحکم نامش بد و بو جهل شد ** ای بسا اهل از حسد نااهل شد
Adı Ebül Hakem’di. Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler vardır ki haset yüzünden naehil olup kalmışlardır!
من ندیدم در جهان جست و جو ** هیچ اهلیت به از خوی نکو810
Ben, bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim.
انبیا را واسطه ز آن کرد حق ** تا پدید آید حسدها در قلق
Allah, mihnet ve ıstıraplarla hasetler meydana çıksın diye peygamberleri vasıta etti.
ز انکه کس را از خدا عاری نبود ** حاسد حق هیچ دیاری نبود
Çünkü Allahtan kimse arlanmaz, Allah’a kimse haset etmez.
آن کسی کش مثل خود پنداشتی ** ز آن سبب با او حسد برداشتی
Fakat halk, Peygamberi de kendisi gibi bir adam sanır, o yüzden ona haset eder.
چون مقرر شد بزرگی رسول ** پس حسد ناید کسی را از قبول
Fakat peygamberin büyüklüğü tahakkuk etti mi, artık ona kimse haset edemez, ona herkes uyar.
پس به هر دوری ولیی قایم است ** تا قیامت آزمایش دایم است815
Şu halde her devirde peygamber yerine bir veli vardır, bu sınama kıyamete kadar daimidir.
هر که را خوی نکو باشد برست ** هر کسی کاو شیشه دل باشد شکست
Kimde iyi huy varsa kurtulmuştur; kimin kalbi sırçadansa sınmıştır.
پس امام حی قایم آن ولی است ** خواه از نسل عمر خواه از علی است
İşte diri ve faal imam, o velidir; ister Ömer soyundan olsun, ister Ali soyundan!
مهدی و هادی وی است ای راه جو ** هم نهان و هم نشسته پیش رو
Ey yol arayan, Mehdi de O’dur, Hadi de O. Hem gizlidir, hem senin karşında oturmakta.
او چو نور است و خرد جبریل اوست ** و آن ولی کم از او قندیل اوست
O, nura benzer; akıl onun Cebrail’idir. Ondan aşağı olan veli de onun kandilidir.
و انکه زین قندیل کم مشکات ماست ** نور را در مرتبه ترتیبهاست820
Bu kandilden daha aşağı derece de olan veli de kandil konan yerimizdir. Nura mertebe bakımından dereceler vardır.
ز انکه هفصد پرده دارد نور حق ** پردههای نور دان چندین طبق
Çünkü Allah nurunun yedi yüz perdesi vardır. Nur perdelerini bu kadar kat bil!
از پس هر پرده قومی را مقام ** صف صفاند این پردههاشان تا امام
Her perdenin ardında bir kavmin durağı var. İmam’a kadar bu perdeler saf saftır.
اهل صف آخرین از ضعف خویش ** چشمشان طاقت ندارد نور بیش
Son saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül edemez.
و آن صف پیش از ضعیفی بصر ** تاب نارد روشنایی بیشتر
Ön saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön saftakilerin nuruna takat getirmez.
روشنیی کاو حیات اول است ** رنج جان و فتنهی این احول است825
İlk saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve afettir.
احولیها اندک اندک کم شود ** چون ز هفصد بگذرد او یم شود
Şaşılıklar yavaş, yavaş azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir.
آتشی کاصلاح آهن یا زر است ** کی صلاح آبی و سیب تر است
Demiri yahut altını sâf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?
سیب و آبی خامیی دارد خفیف ** نه چو آهن تابشی خواهد لطیف
Ayva ve elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir hararet isterler.
لیک آهن را لطیف آن شعلههاست ** کاو جذوب تابش آن اژدهاست
Hâlbuki o hararet, o şuleler, demir için kâfi değildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister.
هست آن آهن فقیر سخت کش ** زیر پتک و آتش است او سرخ و خوش830
O demir, meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin içinde kıpkırmızı bir hale gelir; ondan hoşlanır.
حاجب آتش بود بیواسطه ** در دل آتش رود بیرابطه
Bu çeşit fakir, ateşin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer.
بیحجاب آب و فرزندان آب ** پختگی ز آتش نیابند و خطاب
Fakat su ve su oğulları; hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.
واسطه دیگی بود یا تابهای ** همچو پا را در روش پا تابهای
Ayağa, yürümek için nasıl ayakkabı lâzımsa bunlara da ateşten feyz almak için bir tencere yahut tava lâzımdır.
یا مکانی در میان تا آن هوا ** میشود سوزان و میآرد بما
Yahut da ortada bir yer gerektir ki hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun.
پس فقیر آن است کاو بیواسطه ست ** شعلهها را با وجودش رابطه ست835
Fakir ona derler ki şûlelerle vasıtasız rabıtası vardır.
پس دل عالم وی است ایرا که تن ** میرسد از واسطهی این دل به فن
Hakikatte âlemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan âleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar.
دل نباشد، تن چه داند گفتوگو ** دل نجوید، تن چه داند جستجو
Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar?
پس نظرگاه شعاع آن آهن است ** پس نظرگاه خدا دل نی تن است
Demek ki şûlelerin nazargâhı o demirdir. Şu halde Allah’ın nazargâhı da gönüldür, ten değil!
باز این دلهای جزوی چون تن است ** با دل صاحب دلی کاو معدن است
Sonra bu cüzi olan gönüller de hakikî maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir.
بس مثال و شرح خواهد این کلام ** لیک ترسم تا نلغزد وهم عام840
Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye korkuyorum.
تا نگردد نیکویی ما بدی ** اینکه گفتم هم نبد جز بیخودی
Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın. İyilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından, ihtiyarım elimde bulunmadığından.
پای کج را کفش کج بهتر بود ** مر گدا را دستگه بر در بود
Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.
امتحان پادشاه به آن دو غلام که نو خریده بود
Padişahın, yeni aldığı iki köleyi sınaması
پادشاهی دو غلام ارزان خرید ** با یکی ز آن دو سخن گفت و شنید
Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu.
یافتش زیرک دل و شیرین جواب ** از لب شکر چه زاید شکر آب
Köleyi anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Zaten şeker gibi dudaktan ancak şeker şerbeti zuhur eder.
آدمی مخفی است در زیر زبان ** این زبان پرده است بر درگاه جان845
Âdemoğlu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir.
چون که بادی پرده را در هم کشید ** سر صحن خانه شد بر ما پدید
Bir rüzgâr esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz.