بو الحکم نامش بد و بو جهل شد ** ای بسا اهل از حسد نااهل شد
Adı Ebül Hakem’di. Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler vardır ki haset yüzünden naehil olup kalmışlardır!
من ندیدم در جهان جست و جو ** هیچ اهلیت به از خوی نکو810
Ben, bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim.
انبیا را واسطه ز آن کرد حق ** تا پدید آید حسدها در قلق
Allah, mihnet ve ıstıraplarla hasetler meydana çıksın diye peygamberleri vasıta etti.
ز انکه کس را از خدا عاری نبود ** حاسد حق هیچ دیاری نبود
Çünkü Allahtan kimse arlanmaz, Allah’a kimse haset etmez.
آن کسی کش مثل خود پنداشتی ** ز آن سبب با او حسد برداشتی
Fakat halk, Peygamberi de kendisi gibi bir adam sanır, o yüzden ona haset eder.
چون مقرر شد بزرگی رسول ** پس حسد ناید کسی را از قبول
Fakat peygamberin büyüklüğü tahakkuk etti mi, artık ona kimse haset edemez, ona herkes uyar.
پس به هر دوری ولیی قایم است ** تا قیامت آزمایش دایم است815
Şu halde her devirde peygamber yerine bir veli vardır, bu sınama kıyamete kadar daimidir.
هر که را خوی نکو باشد برست ** هر کسی کاو شیشه دل باشد شکست
Kimde iyi huy varsa kurtulmuştur; kimin kalbi sırçadansa sınmıştır.
پس امام حی قایم آن ولی است ** خواه از نسل عمر خواه از علی است
İşte diri ve faal imam, o velidir; ister Ömer soyundan olsun, ister Ali soyundan!
مهدی و هادی وی است ای راه جو ** هم نهان و هم نشسته پیش رو
Ey yol arayan, Mehdi de O’dur, Hadi de O. Hem gizlidir, hem senin karşında oturmakta.
او چو نور است و خرد جبریل اوست ** و آن ولی کم از او قندیل اوست
O, nura benzer; akıl onun Cebrail’idir. Ondan aşağı olan veli de onun kandilidir.
و انکه زین قندیل کم مشکات ماست ** نور را در مرتبه ترتیبهاست820
Bu kandilden daha aşağı derece de olan veli de kandil konan yerimizdir. Nura mertebe bakımından dereceler vardır.
ز انکه هفصد پرده دارد نور حق ** پردههای نور دان چندین طبق
Çünkü Allah nurunun yedi yüz perdesi vardır. Nur perdelerini bu kadar kat bil!
از پس هر پرده قومی را مقام ** صف صفاند این پردههاشان تا امام
Her perdenin ardında bir kavmin durağı var. İmam’a kadar bu perdeler saf saftır.
اهل صف آخرین از ضعف خویش ** چشمشان طاقت ندارد نور بیش
Son saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül edemez.
و آن صف پیش از ضعیفی بصر ** تاب نارد روشنایی بیشتر
Ön saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön saftakilerin nuruna takat getirmez.
روشنیی کاو حیات اول است ** رنج جان و فتنهی این احول است825
İlk saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve afettir.
احولیها اندک اندک کم شود ** چون ز هفصد بگذرد او یم شود
Şaşılıklar yavaş, yavaş azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir.
آتشی کاصلاح آهن یا زر است ** کی صلاح آبی و سیب تر است
Demiri yahut altını sâf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?
سیب و آبی خامیی دارد خفیف ** نه چو آهن تابشی خواهد لطیف
Ayva ve elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir hararet isterler.
لیک آهن را لطیف آن شعلههاست ** کاو جذوب تابش آن اژدهاست
Hâlbuki o hararet, o şuleler, demir için kâfi değildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister.
هست آن آهن فقیر سخت کش ** زیر پتک و آتش است او سرخ و خوش830
O demir, meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin içinde kıpkırmızı bir hale gelir; ondan hoşlanır.
حاجب آتش بود بیواسطه ** در دل آتش رود بیرابطه
Bu çeşit fakir, ateşin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer.
بیحجاب آب و فرزندان آب ** پختگی ز آتش نیابند و خطاب
Fakat su ve su oğulları; hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.
واسطه دیگی بود یا تابهای ** همچو پا را در روش پا تابهای
Ayağa, yürümek için nasıl ayakkabı lâzımsa bunlara da ateşten feyz almak için bir tencere yahut tava lâzımdır.
یا مکانی در میان تا آن هوا ** میشود سوزان و میآرد بما
Yahut da ortada bir yer gerektir ki hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun.
پس فقیر آن است کاو بیواسطه ست ** شعلهها را با وجودش رابطه ست835
Fakir ona derler ki şûlelerle vasıtasız rabıtası vardır.
پس دل عالم وی است ایرا که تن ** میرسد از واسطهی این دل به فن
Hakikatte âlemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan âleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar.
دل نباشد، تن چه داند گفتوگو ** دل نجوید، تن چه داند جستجو
Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar?
پس نظرگاه شعاع آن آهن است ** پس نظرگاه خدا دل نی تن است
Demek ki şûlelerin nazargâhı o demirdir. Şu halde Allah’ın nazargâhı da gönüldür, ten değil!
باز این دلهای جزوی چون تن است ** با دل صاحب دلی کاو معدن است
Sonra bu cüzi olan gönüller de hakikî maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir.
بس مثال و شرح خواهد این کلام ** لیک ترسم تا نلغزد وهم عام840
Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye korkuyorum.
تا نگردد نیکویی ما بدی ** اینکه گفتم هم نبد جز بیخودی
Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın. İyilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından, ihtiyarım elimde bulunmadığından.
پای کج را کفش کج بهتر بود ** مر گدا را دستگه بر در بود
Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.
امتحان پادشاه به آن دو غلام که نو خریده بود
Padişahın, yeni aldığı iki köleyi sınaması
پادشاهی دو غلام ارزان خرید ** با یکی ز آن دو سخن گفت و شنید
Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu.
یافتش زیرک دل و شیرین جواب ** از لب شکر چه زاید شکر آب
Köleyi anlayışlı, zeki ve tatlı sözlü buldu. Zaten şeker gibi dudaktan ancak şeker şerbeti zuhur eder.
آدمی مخفی است در زیر زبان ** این زبان پرده است بر درگاه جان845
Âdemoğlu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir.
چون که بادی پرده را در هم کشید ** سر صحن خانه شد بر ما پدید
Bir rüzgâr esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz.
کاندر آن خانه گهر یا گندم است ** گنج زر یا جمله مار و کژدم است
O evde inci mi var, buğday mı; altın hazinesi mi var, yoksa yılan ve akreplerle mi dolu?
یا در او گنج است و ماری بر کران ** ز انکه نبود گنج زر بیپاسبان
Yoksa içerde hazinemi var da kapısında yılan beklemekte? Çünkü altın hazinesi bekçisiz olmaz.
بیتامل او سخن گفتی چنان ** کز پس پانصد تامل دیگران
Köle, düşünmeden öyle söz söylemekteydi ki başkaları beş yüz defa düşünür de ancak öyle bir söz söyleyebilir.
گفتی اندر باطنش دریاستی ** جمله دریا گوهر گویاستی850
Sanki içinde deniz var, deniz de baştanbaşa söyleyen incilerle dolu…
نور هر گوهر کز او تابان شدی ** حق و باطل را از او فرقان شدی
Ondan parlayan her incinin nuru, Hak ile bâtılı ayırır.
نور فرقان فرق کردی بهر ما ** ذره ذره حق و باطل را جدا
Kuran’ın nuru da Hak ile bâtılı zerre, zerre fark eder, bize gösterir.
نور گوهر نور چشم ما شدی ** هم سؤال و هم جواب از ما بدی
O incinin nuru, gözümüzün nuru olsaydı suali de biz sorardık, cevabı da biz verirdik.
چشم کژ کردی دو دیدی قرص ماه ** چون سؤال است این نظر در اشتباه
Gözünü eğrilttin de onun için ayı iki gördün. İşte bu bakış, şüpheye düşüp sual sormaya benzer.
راست گردان چشم را در ماهتاب ** تا یکی بینی تو مه را نک جواب855
Gözünü doğrult da aya öyle bak ki tek göresin. İşte cevabı da bu!
فکرتت که کژ مبین نیکو نگر ** هست آن فکرت شعاع آن گهر
Düşünceni doğrult, iyi bak. Çünkü düşünce de o incinin pırıltılarındandır.
هر جوابی کان ز گوش آید به دل ** چشم گفت از من شنو آن را بهل
Kulaktan gönle doğan her cevaba göz; onu bırak, cevabı benden duy der.
گوش دلاله ست و چشم اهل وصال ** چشم صاحب حال و گوش اصحاب قال
Kulak vasıtadır, vuslata erense göz; Göz hâl sahibidir, kulaksa dedikoduda!