-
بنگر اندر خود نه تو بودی عرض ** جنبش جفتی و جفتی با غرض
- Kendine bak, sen de araz değil miydin, anandan, babandan hâsıl olmadın mı ve bir maksat uğrunda birisiyle eş değil misin?
-
بنگر اندر خانه و کاشانهها ** در مهندس بود چون افسانهها 965
- Evlere köşklere bak. Bunlar mühendisin tasavvuratından ibaretti.
-
آن فلان خانه که ما دیدیم خوش ** بود موزون صفه و سقف و درش
- Güzel olarak gördüğümüz sofası hoş. Tavanı, kapısı mükemmel olan filan ev ,(mühendisin zihnindeydi).
-
از مهندس آن عرض و اندیشهها ** آلت آورد و ستون از بیشهها
- Mühendisin zihnindeki o araz, o düşünce aletleri hazırladı, ormanlardan direkleri getirdi (ev yapılıp meydana çıktı.)
-
چیست اصل و مایهی هر پیشهای ** جز خیال و جز عرض و اندیشهای
- Her hünerin aslı, esası, hayâlden, arazdan, düşünceden başka nedir ki?
-
جمله اجزای جهان را بیغرض ** درنگر حاصل نشد جز از عرض
- Dünyanın bütün cüzilerine, fakat garazsızca bak; arazdan başka bir şeyden meydana gelmemiştir.
-
اول فکر آخر آمد در عمل ** بنیت عالم چنان دان در ازل 970
- Önceki fikir, sonun da fiile gelir. Dünyanın kuruluşunu ezelden beri böyle bil.
-
میوهها در فکر دل اول بود ** در عمل ظاهر به آخر میشود
- Meyveler, gönülde evvelce vücuda gelir de sonunda fiile çıkar.
-
چون عمل کردی شجر بنشاندی ** اندر آخر حرف اول خواندی
- İşe girişip de ağaç diktin mi ilk harfi, sonunda okudun demektir.
-
گر چه شاخ و برگ و بیخش اول است ** آن همه از بهر میوه مرسل است
- Gerçi dal, yaprak ve kök evveldir ama onların hepsi de meyve için vücut bulur.
-
پس سری که مغز آن افلاک بود ** اندر آخر خواجهی لولاک بود
- Feleklerin dimağı olan o baş da bunun için en sonunda “ Levlâk” sırrına mazhar oldu.
-
نقل اعراض است این بحث و مقال ** نقل اعراض است این شیر و شگال 975
- Bu sözler arazların nakline ait bahislerdir. Bu aslan ve tuzak, hep bunun içindir.
-
جمله عالم خود عرض بودند تا ** اندر این معنی بیامد هل أتی
- Bütün âlem, esasen arazdı. “ Hel Etâ” suresi, bu manayı izah için geldi.
-
این عرضها از چه زاید از صور ** وین صور هم از چه زاید از فکر
- Bu arazlar neden doğar? Suretlerden. Ya bu suretler neden vücuda gelir? Düşüncelerden.
-
این جهان یک فکرت است از عقل کل ** عقل چون شاه است و صورتها رسل
- Bu cihan, Akl-ı Küll’ün bir düşüncesinden ibarettir. Akıl, padişaha benzer, suretler de peygamberlere.
-
عالم اول جهان امتحان ** عالم ثانی جزای این و آن
- İlk âlem, imtihan âlemidir. İkinci âlem şunun bunun yaptıklarının mükâfat ve mücazatını görme âlemidir.
-
چاکرت شاها جنایت میکند ** آن عرض زنجیر و زندان میشود 980
- Padişahım, kulun hain olsa o araz, yani hainliği, zincir ve zindan olmakta.
-
بندهات چون خدمت شایسته کرد ** آن عرض نه خلعتی شد در نبرد
- Yerinde ve değerinde bir hizmette bulunsa, savaşta bir yararlık gösterse o araz da bir hil’at şeklinde temessül etmekte.
-
این عرض با جوهر آن بیضه است و طیر ** این از آن و آن از این زاید به سیر
- Bu arazla cevher, kuşla yumurtadır; bu ondan olmakta, o bundan doğmakta.”
-
گفت شاهنشه چنین گیر المراد ** این عرضهای تو یک جوهر نزاد
- Padişah, köleye “ Tut ki dediklerin doğru, hepsini kabul ettim. Fakat arazlardan bir cevher doğmadı ki” dedi.
-
گفت مخفی داشته ست آن را خرد ** تا بود غیب این جهان نیک و بد
- Köle “ Bu iyi ve kötü dünyası, gayp âlemi haline gelsin, iyilik ve fenalık apaçık bilinmesin diye akıl onları gizlemiştir.
-
ز انکه گر پیدا شدی اشکال فکر ** کافر و مومن نگفتی جز که ذکر 985
- Çünkü fikrin şekil ve suretleri meydana çıksaydı kâfir ve mümin, yalnız Allah’ı zikreder, başka bir söz söyleyemezdi.
-
پس عیان بودی نه غیب ای شاه این ** نقش دین و کفر بودی بر جبین
- Eğer iyilik ve kötülükten meydana gelen suretler gizli olmayıp da meydana bulunsaydı küfür ve iman, apaçık meydana çıkar, alında yazılırdı.
-
کی درین عالم بت و بتگر بدی ** چون کسی را زهرهی تسخر بدی
- O takdirde nasıl olurdu da bu âlemde put kalır, puta tapan bulunurdu? Nasıl olur da kimsenin kimseyle alay etmeye mecali kalırdı.
-
پس قیامت بودی این دنیای ما ** در قیامت کی کند جرم و خطا
- O vakit bu dünyamız kıymet kesilirdi. Kıyamette kim suç işleyebilir” dedi.
-
گفت شه پوشید حق پاداش بد ** لیک از عامه نه از خاصان خود
- Padişah “ Allah bütün mücazatı gizledi, gizledi ama avamdan gizledi, kendi haslarından değil.
-
گر به دامی افکنم من یک امیر ** از امیران خفیه دارم نه از وزیر 990
- Ben bir emiri tuzağa düşürmek dilersem emirlerden gizlerim, fakat vezirden gizlemem.
-
حق به من بنمود پس پاداش کار ** وز صورهای عملها صد هزار
- Hak bana işlerin mükâfat ve mücazaatını, amellerden yüz binlercesinin büründüğü suretleri gösterdi.
-
تو نشانی ده که من دانم تمام ** ماه را بر من نمیپوشد غمام
- Ben bilirim ama sen de bir nişane ver. Ay, bulutla örtülse de bana gizli değildir” dedi.
-
گفت پس از گفت من مقصود چیست ** چون تو میدانی که آن چه بود چیست
- Köle, mademki olanı, biteni olduğu gibi biliyorsun; beni söyletmeden kastın ne, deyince;
-
گفت شه حکمت در اظهار جهان ** آن که دانسته برون آید عیان
- Padişah “ Dünyayı izhar etmekteki hikmet, Allah’ın ilmindekileri izhar etmektir.
-
آن چه میدانست تا پیدا نکرد ** بر جهان ننهاد رنج طلق و درد 995
- Bildiğini izhar etmedikçe âlemdeki zahmet ve meşakkatleri belirtmez.
-
یک زمان بیکار نتوانی نشست ** تا بدی یا نیکیی از تو نجست
- Senden bir kötülük yahut iyilik meydana gelmeksizin hatta bir an bile duramazsın.
-
این تقاضاهای کار از بهر آن ** شد موکل تا شود سرت عیان
- Bu amelleri izhar etme zarureti, sırrının açığa çıkması içindir.
-
پس کلابهی تن کجا ساکن شود ** چون سر رشتهی ضمیرش میکشد
- Nasıl olur da ipliğin ucunu gönlün çekip durduğu halde iplik eğirme âletine benzeyen tenin işlemez?
-
تاسهی تو شد نشان آن کشش ** بر تو بیکاری بود چون جان کنش
- Tasalanman, dertlenmen; gönlünün o çekişine, isteğine alamettir. O işi yapmamak da sana açıkça can çekişmedir, ölümdür.
-
این جهان و آن جهان زاید ابد ** هر سبب مادر اثر از وی ولد 1000
- Bu âlem de daimî olarak doğurur, o âlem de. Her sebep anadır, eser çocuğunu meydana getirir.
-
چون اثر زایید آن هم شد سبب ** تا بزاید او اثرهای عجب
- Eser doğdu mu ondan da şaşılacak sebepler doğması için sebep haline gelir.
-
این سببها نسل بر نسل است لیک ** دیدهای باید منور نیک نیک
- Bu sebepler, nesilden nesile yürür gider. Fakat görmek için adamakıllı aydın bir göz lâzım dedi” dedi.
-
شاه با او در سخن اینجا رسید ** یا بدید از وی نشانی یا ندید
- Padişah, onunla konuşurken söz buraya gelince o köleden bir alâmet gördü mü, görmedi mi? Bilmem.
-
گر بدید آن شاه جویا دور نیست ** لیک ما را ذکر آن دستور نیست
- Hakikati arayan o padişahın, köleden bir nişan, bir alâmet görmesi, hiç de umulmayacak bir şey değil. Fakat gördüğünü söylemek için bize izin yok.
-
چون ز گرمابه بیامد آن غلام ** سوی خویشش خواند آن شاه و همام 1005
- Öbür köle hamamdan gelince padişah, onu da huzuruna çağırdı.
-
گفت صحا لک نعیم دایم ** بس لطیفی و ظریف و خوب رو
- “Sıhhatler olsun, daimi âfiyetler olsun. Ne de lâtif, ne de zarif, ne de güzelsin.
-
ای دریغا گر نبودی در تو آن ** که همیگوید برای تو فلان
- Yazık, öbür kölenin söyleyip durduğu kötü huyların da olmasa ne olurdu?
-
شاد گشتی هر که رویت دیدهیی ** دیدنت ملک جهان ارزیدیی
- O zaman yüzünü gören neşeye dalardı. Seni görmek, cihana malik olmaya değerdi” dedi.
-
گفت رمزی ز آن بگو ای پادشاه ** کز برای من بگفت آن دین تباه
- Köle dedi ki: “ Padişahım, o dinsizin hakkımda söylediklerini bir parçacık anlat!”
-
گفت اول وصف دو روییت کرد ** کاشکارا تو دوایی خفیه درد 1010
- Padişah “ Önce ikiyüzlülüğünü anlattı. Ona göre sen görünüşte bir deva, fakat hakikatte bir dertmişsin” dedi.
-
خبث یارش را چو از شه گوش کرد ** در زمان دریای خشمش جوش کرد
- Köle, dostunun kötülüğünü bu suretle padişahtan duyunca derhal, kızgınlık denizi köpürdü.
-
کف بر آورد آن غلام و سرخ گشت ** تا که موج هجو او از حد گذشت
- Ağzı köpüklendi, yüzü kızardı, onun aleyhinde bulunma dalgasına düştü, bu dalgalar, hadden aştı.
-
کاو ز اول دم که با من یار بود ** همچو سگ در قحط بس گه خوار بود
- Dedi ki : “ O evvelce benimle dosttu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi hayli pislik yemişti.”