- 
		    گوش سر بر بند از هزل و دروغ ** تا ببینی شهر جان با فروغ
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    سر کشد گوش محمد در سخن ** کش بگوید در نبی حق هو اذن
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Muhammed’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah, ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    سر به سر گوشست و چشم است این نبی ** تازه زو ما مرضعست او ما صبی
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir, biz de onun süt emer çocuklarıyız.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    این سخن پایان ندارد باز ران ** سوی اهل پیل و بر آغاز ران
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikâyesine dön, yine o hikâyeye başla da onu anlat.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
	      
		  
		  - 
		  بقیهی قصهی متعرضان پیلبچگان
 
	      
	       
	      
	       
	      
		  - Fil yavrularına dokunanlar hikâyesinin sonu
 
		  
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   هر دهان را پیل بویی میکند ** گرد معدهی هر بشر بر میتند   105
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta… Hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    تا کجا یابد کباب پور خویش ** تا نماید انتقام و زور خویش
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almağa, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گوشتهای بندگان حق خوری ** غیبت ایشان کنی کیفر بری
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Sen de Allah kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    هان که بویای دهانتان خالقست ** کی برد جان غیر آن کو صادقست
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Allah’tır. Doğrudan başka kim canını kurtarabilir?
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    وای آن افسوسیی کش بویگیر ** باشد اندر گور منکر یا نکیر
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münkir yahut Nekir olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   نه دهان دزدیدن امکان زان مهان ** نه دهان خوش کردن از دارودهان   110
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkân var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    آب و روغن نیست مر روپوش را ** راه حیلت نیست عقل و هوش را
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Mezara girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için hileye sapmaya yol yok!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    چند کوبد زخمهای گرزشان ** بر سر هر ژاژخا و مرزشان
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzleri iner, pençeleri batar.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گرز عزرائیل را بنگر اثر ** گر نبینی چوب و آهن در صور
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Azrail’in sopasını, demirini gözünle görmüyorsan gürzünün eserine bak!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    هم بصورت مینماید گه گهی ** زان همان رنجور باشد آگهی
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de onun için yalnız hasta, bunu anlar, duyar.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   گوید آن رنجور ای یاران من ** چیست این شمشیر بر ساران من   115
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - O hasta, dostlar, der; bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki?
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    ما نمیبینیم باشد این خیال ** چه خیالست این که این هست ارتحال
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Dinleyenler de “Biz öyle bir şey görmüyoruz. Bu, hayalden ibaret” derler. Hâlbuki ne hayali? Göçme zamanı bu!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    چه خیالست این که این چرخ نگون ** از نهیب این خیالی شد کنون
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Ne hayali bu? Bu aşağılık felek bile bunun korkusuyla hayal haline geldi. 
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گرزها و تیغها محسوس شد ** پیش بیمار و سرش منکوس شد
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his âlemine girdiler.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    او همیبیند که آن از بهر اوست ** چشم دشمن بسته زان و چشم دوست
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de…
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   حرص دنیا رفت و چشمش تیز شد ** چشم او روشن گه خونریز شد   120
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    مرغ بیهنگام شد آن چشم او ** از نتیجهی کبر او و خشم او
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    سر بریدن واجب آید مرغ را ** کو بغیر وقت جنباند درا
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Vakitsiz çan çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    هر زمان نزعیست جزو جانت را ** بنگر اندر نزع جان ایمانت را
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Her an, canının bir cüz’ü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme ânında imanını gör, gözet!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    عمر تو مانند همیان زرست ** روز و شب مانند دینار اشمرست
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   میشمارد میدهد زر بی وقوف ** تا که خالی گردد و آید خسوف   125
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گر ز که بستانی و ننهی بجای ** اندر آید کوه زان دادن ز پای
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    پس بنه بر جای هر دم را عوض ** تا ز واسجد واقترب یابی غرض
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Şu halde her an yerine karşılık koy ki: “Secde et de yaklaş” ayetinin maksadı neyse bulasın.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    در تمامی کارها چندین مکوش ** جز به کاری که بود در دین مکوش
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için savaşma.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    عاقبت تو رفت خواهی ناتمام ** کارهاات ابتر و نان تو خام
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin. İşlerin sona ermez, ekmeğin de ham kalır.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   وان عمارت کردن گور و لحد ** نه به سنگست و به چوب و نه لبد   130
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - O mezarını lâhdini yapma işi taşla, tahtayla, kilimle, keçeyle olmaz.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    بلک خود را در صفا گوری کنی ** در منی او کنی دفن منی
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Kendine gönülde bir mezar kazman, onun benliğinin önünde bu benliği görmen gerektir.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    خاک او گردی و مدفون غمش ** تا دمت یابد مددها از دمش
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Onun toprağı olman, gamına gömülmen lâzım ki nefesin, nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گورخانه و قبهها و کنگره ** نبود از اصحاب معنی آن سره
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    بنگر اکنون زنده اطلسپوش را ** هیچ اطلس دست گیرد هوش را
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bir bak da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o ipekler, o atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   در عذاب منکرست آن جان او ** گزدم غم دل دل غمدان او   135
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Canı Münker ve Nekir’in azabına uğramış, gamlı gönlünde de gam akrepleri yer tutmuştur.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    از برون بر ظاهرش نقش و نگار ** وز درون ز اندیشهها او زار زار
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Zahirini süslemiş, püslemiş ama içi düşüncelerden feryatlara düşmüş.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    و آن یکی بینی در آن دلق کهن ** چون نبات اندیشه و شکر سخن
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
	      
		  
		  - 
		  بازگشتن به حکایت پیل
 
	      
	       
	      
	       
	      
		  - Fil hikâyesine dönüş, öğütçünün öğüdü
 
		  
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گفت ناصح بشنوید این پند من ** تا دل و جانتان نگردد ممتحن
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Öğütçü dedi ki “Bu öğüdümü tutun da gönlünüz, canınız belâlara düşmesin.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    با گیاه و برگها قانع شوید ** در شکار پیلبچگان کم روید
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Otlara, yapraklara kaani olun, fil yavrularını avlamaya varmayın.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   من برون کردم ز گردن وام نصح ** جز سعادت کی بود انجام نصح   140
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    من به تبلیغ رسالت آمدم ** تا رهانم مر شما را از ندم
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Ben, sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    هین مبادا که طمع رهتان زند ** طمع برگ از بیخهاتان بر کند
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu vurmasın. Tamah, yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır.”
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    این بگفت و خیربادی کرد و رفت ** گشت قحط و جوعشان در راه زفت
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bunları söyleyip “Haydi, hayra karşı” diyerek onları uğurladı, selâmetledi, gitti. Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    ناگهان دیدند سوی جادهای ** پور پیلی فربهی نو زادهای
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Ansızın yolda yeni doğmuş güzel bir fil yavrusu gördüler.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   اندر افتادند چون گرگان مست ** پاک خوردندش فرو شستند دست   145
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu tertemiz yiyip bu işten ellerini yıkadılar.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    آن یکی همره نخورد و پند داد ** که حدیث آن فقیرش بود یاد
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi, o adamın öğüdü hatırındaydı.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    از کبابش مانع آمد آن سخن ** بخت نو بخشد ترا عقل کهن
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Bu söz, adamın o fili kebap edip yemesine mâni oldu. Eski ve tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    پس بیفتادند و خفتند آن همه ** وان گرسنه چون شبان اندر رمه
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Onlar fil yavrusunu yiyip yattılar, uyudular. O aç adamsa sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    دید پیلی سهمناکی میرسید ** اولا آمد سوی حارس دوید
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Birdenbire baktı ki kızgın bir fil çıkageldi. Önce o gözetleyene gelip çattı.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   بوی میکرد آن دهانش را سه بار ** هیچ بویی زو نیامد ناگوار   150
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Ağzını üç kere kokladı. Fakat ondan hiçbir kötü koku gelmedi.