- 
		    وعدههاشان کرد و پیشین هم بداد ** بندگان و اسپان و نقد و جنس و زاد
- Onlara daha bir hayli ihsanlarda bulunacağına dair vaatlerde bulundu, önceden de kullar, atlar, ağır ve değerli şeyler, yiyecek ve içecek verdi.
- 
		    بعد از آن میگفت هین ای سابقان ** گر فزون آیید اندر امتحان
- Ondan sonra: “Ey devletimle ileri giden kişiler, imtihanda galip gelirseniz,
- 
		    برفشانم بر شما چندان عطا ** که بدرد پردهی جود و سخا
- Size o derecede ihsanlarda bulunacağım ki cömertlik de utanacak” dedi.
- 
		    پس بگفتندش به اقبال تو شاه ** غالب آییم و شود کارش تباه
- Sihirbazlar da cevaben dediler ki: “Padişahın sayesinde galebe edeceğiz, düşmanın bitik bir hale gelecek.
- 
		   ما درین فن صفدریم و پهلوان ** کس ندارد پای ما اندر جهان   1250
- Biz bu fende saflar bozan yiğitleriz. Âlemde kimse bizimle başa çıkamaz.”
- 
		    ذکر موسی بند خاطرها شدست ** کین حکایتهاست که پیشین بدست
- Musa’nın anılışı, hatırları oraya bağlıyor, bu hikâyeler evvelce olup biten şeylere aittir zannını veriyor.
- 
		    ذکر موسی بهر روپوشست لیک ** نور موسی نقد تست ای مرد نیک
- Hâlbuki Musa’yı anmamız işi gizlemek için. Yoksa Musa’nın nuru, ey iyi adam, senin bugün elinde.
- 
		    موسی و فرعون در هستی تست ** باید این دو خصم را در خویش جست
- Musa da sende, Firavun da. Bu iki düşmanı da kendinde ara sen.
- 
		    تا قیامت هست از موسی نتاج ** نور دیگر نیست دیگر شد سراج
- Musa, kıyamete kadar vardır. Nuru hep o nurdur, başka nur değil… Değişen yalnız kandildir.
- 
		   این سفال و این پلیته دیگرست ** لیک نورش نیست دیگر زان سرست   1255
- Bu kandille fitil başka, fakat nuru başka nur değil, hep o âlemden.
- 
		    گر نظر در شیشه داری گم شوی ** زانک از شیشهست اعداد دوی
- Kandile bakarsan kayboldun gitti. Çünkü ikilik ve sayıya sığış, kandile göredir.
- 
		    ور نظر بر نور داری وا رهی ** از دوی واعداد جسم منتهی
- Fakat nura baktın mı ikilikten de, önü, sonu bulunan cisim âleminin sayısından da kurtulursun.
- 
		    از نظرگاهست ای مغز وجود ** اختلاف مومن و گبر و جهود
- Ey varlık hulâsası, müminle Mecusi ve Yahudi’nin birbirlerine aykırılığı, hep bakış, görüş yüzündendir.
- 
		  اختلاف کردن در چگونگی و شکل پیل
- Filin, nasıl bir hayvan olduğu ve şekli hususunda ihtilâf
- 
		    پیل اندر خانهی تاریک بود ** عرضه را آورده بودندش هنود
- Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler.
- 
		   از برای دیدنش مردم بسی ** اندر آن ظلمت همیشد هر کسی   1260
- Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı.
- 
		    دیدنش با چشم چون ممکن نبود ** اندر آن تاریکیش کف میبسود
- Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkânı yoktu. O, göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde file ellerini sürmeye başladılar.
- 
		    آن یکی را کف به خرطوم اوفتاد ** گفت همچون ناودانست این نهاد
- Birisi eline hortumunu geçirdi, “Fil bir oluğa benzer” dedi.
- 
		    آن یکی را دست بر گوشش رسید ** آن برو چون بادبیزن شد پدید
- Başka birinin eline kulağı geçti, “Fil bir yelpazeye benziyor” dedi.
- 
		    آن یکی را کف چو بر پایش بسود ** گفت شکل پیل دیدم چون عمود
- Bir başkasının eline ayağı geçmişti, dedi ki: “Fil bir direğe benzer.”
- 
		   آن یکی بر پشت او بنهاد دست ** گفت خود این پیل چون تختی بدست   1265
- Bir başkası da sırtını ellemişti, “Fil bir taht gibidir é dedi.
- 
		    همچنین هر یک به جزوی که رسید ** فهم آن میکرد هر جا میشنید
- Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu.
- 
		    از نظرگه گفتشان شد مختلف ** آن یکی دالش لقب داد این الف
- Onların sözleri, görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu. Birisi dal dedi, öbürü elif.
- 
		    در کف هر کس اگر شمعی بدی ** اختلاف از گفتشان بیرون شدی
- Herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerindeki aykırılık kalmazdı.
- 
		    چشم حس همچون کف دستست و بس ** نیست کف را بر همهی او دسترس
- Duygu gözü ancak avuca, ancak köpüğe benzer, avuç bütün fili birden elleyemez ki!
- 
		   چشم دریا دیگرست و کف دگر ** کف بهل وز دیدهی دریا نگر   1270
- Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka. Köpüğü bırak da denizin gözüyle bak sen.
- 
		    جنبش کفها ز دریا روز و شب ** کف همیبینی و دریا نه عجب
- Köpükler, gece gündüz denizden meydana gelir, onları deniz harekete getirir. Fakat sen ne şaşılacak şey, köpüğü görüyorsun da denizi göremiyorsun!
- 
		    ما چو کشتیها بهم بر میزنیم ** تیرهچشمیم و در آب روشنیم
- Biz, gemilere benziyoruz. Aydın denizin içindeyiz de gözlerimiz görmüyor, birbirimize çarpıp duruyoruz.
- 
		    ای تو در کشتی تن رفته به خواب ** آب را دیدی نگر در آب آب
- Ey ten gemisine binmiş, uykuya dalmış adam, denizi gördün ama asıl denizin denizine bak!
- 
		    آب را آبیست کو میراندش ** روح را روحیست کو میخواندش
- Denizin de bir denizi var, onu sürüp duruyor. Ruhun da bir ruhu var, onu istediği tarafa çeker çevirir?
- 
		   موسی و عیسی کجا بد کفتاب ** کشت موجودات را میداد آب   1275
- Güneş, bütün varlık ekinini suladığı vakit Musa neredeydi, İsa nerde?
- 
		    آدم و حوا کجا بد آن زمان ** که خدا افکند این زه در کمان
- Allah bu yaya kiriş taktığı zaman Âdem neredeydi, Havva nerede?
- 
		    این سخن هم ناقص است و ابترست ** آن سخن که نیست ناقص آن سرست
- Bu söz de noksandır, bu sözün de bir neticesi yoktur. Noksan olmayan söz o tarafa, hakikat âlemine ait olan sözdür.
- 
		    گر بگوید زان بلغزد پای تو ** ور نگوید هیچ از آن ای وای تو
- eksik
- 
		    ور بگوید در مثال صورتی ** بر همان صورت بچفسی ای فتی
- Fakat sana söylense hemencecik o misale yapışır, o sureti hakikat sanırsın a yiğidim!
- 
		   بستهپایی چون گیا اندر زمین ** سر بجنبانی ببادی بییقین   1280
- Ot gibi ayağın yere bağlı… Hakikate erişemez de bir yelle başını sallar durursun.
- 
		    لیک پایت نیست تا نقلی کنی ** یا مگر پا را ازین گل بر کنی
- Ayağın yok ki bir yerden bir yere gidebilesin yahut çalışıp çabalayıp ayağını bu balçıktan kurtarasın.
- 
		    چون کنی پا را حیاتت زین گلست ** این حیاتت را روش بس مشکلست
- Nasıl kurtarabilir, nasıl bu balçıktan ayağının çekebilirsin? Hayatın bu balçıktan. Hayatını terk etmekse senin için pek müşkül bir şey!
- 
		    چون حیات از حق بگیری ای روی ** پس شوی مستغنی از گل میروی
- Fakat ey yoksul adam, Hak’tan hayat bulursan topraktan müstağni olur, bu balçığı o vakit terk edersin.
- 
		    شیر خواره چون ز دایه بسکلد ** لوتخواره شد مرورا میهلد
- Süt emen çocuk dadıdan vazgeçti mi yemek yemeğe başlar, artık onu bırakır gider.
- 
		   بستهی شیر زمینی چون حبوب ** جو فطام خویش از قوت القلوب   1285
- Sen, topraktan biten taneler gibi yerin sütüne bağlanmış, ona bağlanmış, ona alışmışsın. Kalplerin gıdasına alış da bu sütten kesilmeye bak!
- 
		    حرف حکمت خور که شد نور ستیر ** ای تو نور بیحجب را ناپذیر
- Ey hicapsız nurları kabul etmeye istidadı olmayan kişi, hiç olmazsa harflerde gizlenmiş bir nur olan hikmet sözlerini duy, onları ye!
- 
		    تا پذیرا گردی ای جان نور را ** تا ببینی بیحجب مستور را
- Böyle böyle o hicapsız nuru da kabul etmeye istidat kazanır, gizli nuru da hicapsız olarak görürsün.
- 
		    چون ستاره سیر بر گردون کنی ** بلک بی گردون سفر بیچون کنی
- Bu suretle yıldız gibi felekte seyreder, hatta felekten hariç keyfiyetsiz seferlere düşersin!
- 
		    آنچنان کز نیست در هست آمدی ** هین بگو چون آمدی مست آمدی
- Yokluktan varlığa geldin ya… Kendine gel, geldin ama nasıl geldin Sarhoşça… Hiç kendinden haberin yok!
- 
		   راههای آمدن یادت نماند ** لیک رمزی بر تو بر خواهیم خواند   1290
- Geldiğin yollar aklında bile kalmadı. Fakat biz yine sana bir remiz söyleyecek, bir şey hatırlatacağız.
- 
		    هوش را بگذار وانگه هوشدار ** گوش را بر بند وانگه گوش دار
- Bu aklı terk et de hakikî akla ulaş. Bu kulağı tıka da hakikî kulak kesil!
- 
		    نه نگویم زانک خامی تو هنوز ** در بهاری تو ندیدستی تموز
- Hayır hayır… Söyleyeceğim, çünkü henüz hamsın sen. Daha ilkbahardasın, Temmuzu görmedin bile!
- 
		    این جهان همچون درختست ای کرام ** ما برو چون میوههای نیمخام
- Ey ulular, bu cihan bir ağaca benzer; biz de bu âlemdeki yarı ham, yarı olmuş meyveler gibiyiz.
- 
		    سخت گیرد خامها مر شاخ را ** زانک در خامی نشاید کاخ را
- Ham meyveler, daha iyice yapışmıştır, oradan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve köşke, saraya lâyık değildir ki.
- 
		   چون بپخت و گشت شیرین لبگزان ** سست گیرد شاخها را بعد از آن   1295
- Fakat oldu da tatlılaştı, dudağı ısırır bir hale geldi mi artık dallara iyi yapışmaz, hemen düşüverir.