English    Türkçe    فارسی   

3
1577-1626

  • جامه خواب آورد و گسترد آن عجوز ** گفت امکان نه و باطن پر ز سوز
  • Kocakarı, yatak yorgan getirip döşedi. “İçi vehim ateşiyle dolu, imkân yok.
  • گر بگویم متهم دارد مرا ** ور نگویم جد شود این ماجرا
  • Bir şey söylesem beni itham edecek. Fakat söylemesem de bu hastalık sahiden hastalık haline gelecek.
  • فال بد رنجور گرداند همی ** آدمی را که نبودستش غمی
  • Kötüye yorma, vehimlenme, insanı hiçbir hastalığı yokken hasta eder.
  • قول پیغامبر قبوله یفرض ** ان تمارضتم لدینا تمرضوا 1580
  • Kabul edilmesi farz olan Peygamber hadisidir bu: Hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz sahiden hastalanırsınız.
  • گر بگویم او خیالی بر زند ** فعل دارد زن که خلوت می‌کند
  • Hasta değilim desem, bu karı yalnız kalmayı istiyor, yapacağı bir iş var.
  • مر مرا از خانه بیرون می‌کند ** بهر فسقی فعل و افسون می‌کند
  • Beni evden atacak, sonra da ne kötülükte bulunacaksa bulunacak diyebilir” dedi.
  • جامه خوابش کرد و استاد اوفتاد ** آه آه و ناله از وی می‌بزاد
  • Hoca, yorganını çekip uzandı, ahlayıp puflamaya, inim inim inlemeye başladı.
  • کودکان آنجا نشستند و نهان ** درس می‌خواندند با صد اندهان
  • eksik
  • کین همه کردیم و ما زندانییم ** بد بنایی بود ما بد بانییم 1585
  • “Bunca işler işledik, bunca düzenler düzdük; yine de zindandayız. Kurduğumuz yapı, kötü yapıymış, biz de kötü kurucular!” diyorlardı.
  • دوم بار وهم افکندن کودکان استاد را کی او را از قرآن خواندن ما درد سر افزاید
  • Çocukların, bizim Kur’an okumamızdan hocanın baş ağrısı artıyor diye onu ikinci defa olarak vehme düşürmeleri
  • گفت آن زیرک که ای قوم پسند ** درس خوانید و کنید آوا بلند
  • O zeki çocuk, “Arkadaşlar, dersinizi bağıra bağıra okuyun” dedi.
  • چون همی‌خواندند گفت ای کودکان ** بانگ ما استاد را دارد زیان
  • Hepsi birden bağıra bağıra okumaya başlayınca dedi ki: “Çocuklar, bizim bağırmamız hocaya fena gelir.
  • درد سر افزاید استا را ز بانگ ** ارزد این کو درد یابد بهر دانگ
  • Bu gürültü hocanın baş ağrısını fazlalaştırır. Bu dert, bir kuruşa değer mi?
  • گفت استا راست می‌گوید روید ** درد سر افزون شدم بیرون شوید
  • Hoca, doğru söylüyor, başımın ağrısı fazlalaştı. Hadi gidin!” dedi.
  • خلاص یافتن کودکان از مکتب بدین مکر
  • Çocukların bu hileyle mektepten kurtulmaları
  • سجده کردند و بگفتند ای کریم ** دور بادا از تو رنجوری و بیم 1590
  • Çocuklar, yeri öpüp “Kerem sahibi, hastalık, senden uzak olsun” dediler.
  • پس برون جستند سوی خانه‌ها ** همچو مرغان در هوای دانه‌ها
  • Mektepten fırlayıp tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koşuştular.
  • مادرانشان خشمگین گشتند و گفت ** روز کتاب و شما با لهو جفت
  • Anneleri kızarak “Bu gün mektep var. Sizse oyuna dalmışsınız” dedi.
  • عذر آوردند کای مادر تو بیست ** این گناه از ما و از تقصیر نیست
  • Özür getirip dediler ki: “Dur hele anne, suç bizim değil, bizim kabahatimiz yok.
  • از قضای آسمان استاد ما ** گشت رنجور و سقیم و مبتلا
  • Nasılsa hocamız hastalandı, perişan bir hale geldi”
  • مادران گفتند مکرست و دروغ ** صد دروغ آرید بهر طمع دوغ 1595
  • Anneleri dedi ki. “Hile, düzen. Siz bir ayran için yüz yalan söylersiniz.
  • ما صباح آییم پیش اوستا ** تا ببینیم اصل این مکر شما
  • Hele sabah olsun, hocanıza gideyim de bu hilenin aslını öğreneyim”
  • کودکان گفتند بسم الله روید ** بر دروغ و صدق ما واقف شوید
  • Çocuklar, “Peki, git de doğru mu söylüyoruz, yalan mı, anla” dediler.
  • رفتن مادران کودکان به عیادت اوستاد
  • Çocukların annelerinin hocayı dolaşmaya gitmeleri
  • بامدادان آمدند آن مادران ** خفته استا همچو بیمار گران
  • Sabah olunca anneleri, hocayı dolaşmaya gittiler. Bir de baktılar ki hoca, ağır bir hastalığa tutulmuş, yatmakta.
  • هم عرق کرده ز بسیاری لحاف ** سر ببسته رو کشیده در سجاف
  • Fazla örtündüğü, başını bağladığı, yüzünü kapattığı için kan-tere batmış.
  • آه آهی می‌کند آهسته او ** جملگان گشتند هم لا حول‌گو 1600
  • Hafif hafif ah etmekte. Hepsi Lâ havle demeye başladılar.
  • خیر باشد اوستاد این درد سر ** جان تو ما را نبودست زین خبر
  • “Hayrola hocam, bu baş ağrısı ne? Allah sağlık versin, vallahi hiç haberimiz yok” dediler.
  • گفت من هم بی‌خبر بودم ازین ** آگهم مادر غران کردند هین
  • Hoca” Benim de haberim yoktu. Bu kahpe oğulları haber verdiler işte,
  • من بدم غافل بشغل قال و قیل ** بود در باطن چنین رنجی ثقیل
  • Ben çalışıp çabalıyor, kıyl ü kaalle meşgul bulunuyordum, haberim bile yoktu. Meğerse içimde dehşetli bir hastalık varmış” dedi.
  • چون بجد مشغول باشد آدمی ** او ز دید رنج خود باشد عمی
  • İnsan, bir işe ciddiyetle koyuldu mu hastalığını göremez, körleşir.
  • از زنان مصر یوسف شد سمر ** که ز مشغولی بشد زیشان خبر 1605
  • Mısır kadınları da Yusuf’un güzelliğine daldılar, haberleri bile olmadı da,
  • پاره پاره کرده ساعدهای خویش ** روح واله که نه پس بیند نه پیش
  • Ellerini, bileklerini paramparça ettiler. Hayrete düşen ruh, ne önü görür, ne ardı!
  • ای بسا مرد شجاع اندر حراب ** که ببرد دست یا پایش ضراب
  • Nice babayiğit erler vardır ki savaşta elleri, ayakları kesilir de,
  • او همان دست آورد در گیر و دار ** بر گمان آنک هست او بر قرار
  • Yine savaştan el çekmez, kendini sağlam sanırlar.
  • خود ببیند دست رفته در ضرر ** خون ازو بسیار رفته بی‌خبر
  • Fakat sonradan görür ki el kesilmiş, bir hayli de kan akmış da haberi bile yok!
  • در بیان آنک تن روح را چون لباسی است و این دست آستین دست روحست واین پای موزه‌ی پای روحست
  • Ten, ruhun elbisesine benzer, bu el de ruhun elinin yenidir, bu ayak da ruhun ayağına giydiği mesttir
  • تا بدانی که تن آمد چون لباس ** رو بجو لابس لباسی را ملیس 1610
  • Bil ki bu ten, elbiseye benzer. Yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma.
  • روح را توحید الله خوشترست ** غیر ظاهر دست و پای دیگرست
  • Ruha Allah’ı tevhit etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak var.
  • دست و پا در خواب بینی و ایتلاف ** آن حقیقت دان مدانش از گزاف
  • Rüyada el, ayak görür, bir şey alır, bir yere gider, birisiyle görüşür, konuşursun ya… Onu hakikat bil saçma zannetme.
  • آن توی که بی بدن داری بدن ** پس مترس از جسم و جان بیرون شدن
  • Sen, bedensiz bir bedene sahipsin, gayri canının cisminden çıkacağından korkma.
  • حکایت آن درویش کی در کوه خلوت کرده بود و بیان حلاوت انقطاع و خلوت و داخل شدن درین منقبت کی انا جلیس من ذکرنی و انیس من استانس بی گر با همه‌ای چو بی منی بی همه‌ای ور بی همه‌ای چو با منی با همه‌ای
  • Dağda halvet eden dervişin hikâyesi
  • بود درویشی بکهساری مقیم ** خلوت او را بود هم خواب و ندیم
  • ”Dağlarda oturan bir derviş vardı. Yalnızlık, onun arkadaşı ve nedimiydi.
  • چون ز خالق می‌رسید او را شمول ** بود از انفاس مرد و زن ملول 1615
  • Allah şarabını içmiş olduğundan erkeklerin sözlerinden de usanmıştı, kadınların sözlerinden de.
  • همچنانک سهل شد ما را حضر ** سهل شد هم قوم دیگر را سفر
  • Bize bir yerde oturup yerleşmek nasıl kolay geliyorsa bazı kimselere de bir yerden bir yere gezip durmak öyle kolay gelir.
  • آنچنانک عاشقی بر سروری ** عاشقست آن خواجه بر آهنگری
  • Sen, nasıl ululuğa âşıksan bir sanatkâr da mesela demirciliğe âşıktır.
  • هر کسی را بهر کاری ساختند ** میل آن را در دلش انداختند
  • Herkesi bir iş için yetiştirmişler, gönlüne o işin meylini vermişlerdir.
  • دست و پا بی میل جنبان کی شود ** خار وخس بی آب و بادی کی رود
  • Gönülde bir meyil olmadıkça el, ayak nasıl hareket eder. Su, rüzgâr olmadıkça çerçöp nasıl akar, savulur?
  • گر ببینی میل خود سوی سما ** پر دولت بر گشا همچون هما 1620
  • Kendinde göğe doğru çıkmaya bir meyil gördün mü hüma kuşu gibi devlet kanadını hemen aç!
  • ور ببینی میل خود سوی زمین ** نوحه می‌کن هیچ منشین از حنین
  • Fakat kendinde yeryüzüne bir meyil gördün mü feryat et, ağlayıp inlemeyi hiç bırakma.
  • عاقلان خود نوحه‌ها پیشین کنند ** جاهلان آخر بسر بر می‌زنند
  • Akıllılar önceden feryat ederler, bilgisizlerse işin sonunda başlarına vururlar!
  • ز ابتدای کار آخر را ببین ** تا نباشی تو پشیمان یوم دین
  • Sen, işin önünde sonunu sor da kıyamet günü pişman olma.
  • دیدن زرگر عاقبت کار را و سخن بر وفق عاقبت گفتن با مستعیر ترازو
  • Kuyumcunun, işin sonunu görerek kendisinden ödünç bir terazi isteyene ona göre söz söylemesi
  • آن یکی آمد به پیش زرگری ** که ترازو ده که بر سنجم زری
  • Birisi, kuyumcunun birine giderek “Altın tartacağım, bana terazini versene” dedi.
  • گفت خواجه رو مرا غربال نیست ** گفت میزان ده برین تسخر مه‌ایست 1625
  • Kuyumcu dedi ki. “Babacığım, hadi git, bende kalbur yok!” Adam: “Alay etme benimle. Ver şu teraziyi” dedi.
  • گفت جاروبی ندارم در دکان ** گفت بس بس این مضاحک رابمان
  • Kuyumcu dedi ki. “Dükkânımda süpürge yok” Adam: “Kâfi yahu, bırak alayı”