سجده کردند و بگفتند ای کریم ** دور بادا از تو رنجوری و بیم1590
Çocuklar, yeri öpüp “Kerem sahibi, hastalık, senden uzak olsun” dediler.
پس برون جستند سوی خانهها ** همچو مرغان در هوای دانهها
Mektepten fırlayıp tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koşuştular.
مادرانشان خشمگین گشتند و گفت ** روز کتاب و شما با لهو جفت
Anneleri kızarak “Bu gün mektep var. Sizse oyuna dalmışsınız” dedi.
عذر آوردند کای مادر تو بیست ** این گناه از ما و از تقصیر نیست
Özür getirip dediler ki: “Dur hele anne, suç bizim değil, bizim kabahatimiz yok.
از قضای آسمان استاد ما ** گشت رنجور و سقیم و مبتلا
Nasılsa hocamız hastalandı, perişan bir hale geldi”
مادران گفتند مکرست و دروغ ** صد دروغ آرید بهر طمع دوغ1595
Anneleri dedi ki. “Hile, düzen. Siz bir ayran için yüz yalan söylersiniz.
ما صباح آییم پیش اوستا ** تا ببینیم اصل این مکر شما
Hele sabah olsun, hocanıza gideyim de bu hilenin aslını öğreneyim”
کودکان گفتند بسم الله روید ** بر دروغ و صدق ما واقف شوید
Çocuklar, “Peki, git de doğru mu söylüyoruz, yalan mı, anla” dediler.
رفتن مادران کودکان به عیادت اوستاد
Çocukların annelerinin hocayı dolaşmaya gitmeleri
بامدادان آمدند آن مادران ** خفته استا همچو بیمار گران
Sabah olunca anneleri, hocayı dolaşmaya gittiler. Bir de baktılar ki hoca, ağır bir hastalığa tutulmuş, yatmakta.
هم عرق کرده ز بسیاری لحاف ** سر ببسته رو کشیده در سجاف
Fazla örtündüğü, başını bağladığı, yüzünü kapattığı için kan-tere batmış.
آه آهی میکند آهسته او ** جملگان گشتند هم لا حولگو1600
Hafif hafif ah etmekte. Hepsi Lâ havle demeye başladılar.
خیر باشد اوستاد این درد سر ** جان تو ما را نبودست زین خبر
“Hayrola hocam, bu baş ağrısı ne? Allah sağlık versin, vallahi hiç haberimiz yok” dediler.
گفت من هم بیخبر بودم ازین ** آگهم مادر غران کردند هین
Hoca” Benim de haberim yoktu. Bu kahpe oğulları haber verdiler işte,
من بدم غافل بشغل قال و قیل ** بود در باطن چنین رنجی ثقیل
Ben çalışıp çabalıyor, kıyl ü kaalle meşgul bulunuyordum, haberim bile yoktu. Meğerse içimde dehşetli bir hastalık varmış” dedi.
چون بجد مشغول باشد آدمی ** او ز دید رنج خود باشد عمی
İnsan, bir işe ciddiyetle koyuldu mu hastalığını göremez, körleşir.
از زنان مصر یوسف شد سمر ** که ز مشغولی بشد زیشان خبر1605
Mısır kadınları da Yusuf’un güzelliğine daldılar, haberleri bile olmadı da,
پاره پاره کرده ساعدهای خویش ** روح واله که نه پس بیند نه پیش
Ellerini, bileklerini paramparça ettiler. Hayrete düşen ruh, ne önü görür, ne ardı!
ای بسا مرد شجاع اندر حراب ** که ببرد دست یا پایش ضراب
Nice babayiğit erler vardır ki savaşta elleri, ayakları kesilir de,
او همان دست آورد در گیر و دار ** بر گمان آنک هست او بر قرار
Yine savaştan el çekmez, kendini sağlam sanırlar.
خود ببیند دست رفته در ضرر ** خون ازو بسیار رفته بیخبر
Fakat sonradan görür ki el kesilmiş, bir hayli de kan akmış da haberi bile yok!
در بیان آنک تن روح را چون لباسی است و این دست آستین دست روحست واین پای موزهی پای روحست
Ten, ruhun elbisesine benzer, bu el de ruhun elinin yenidir, bu ayak da ruhun ayağına giydiği mesttir
تا بدانی که تن آمد چون لباس ** رو بجو لابس لباسی را ملیس1610
Bil ki bu ten, elbiseye benzer. Yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma.
روح را توحید الله خوشترست ** غیر ظاهر دست و پای دیگرست
Ruha Allah’ı tevhit etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak var.
دست و پا در خواب بینی و ایتلاف ** آن حقیقت دان مدانش از گزاف
Rüyada el, ayak görür, bir şey alır, bir yere gider, birisiyle görüşür, konuşursun ya… Onu hakikat bil saçma zannetme.
آن توی که بی بدن داری بدن ** پس مترس از جسم و جان بیرون شدن
Sen, bedensiz bir bedene sahipsin, gayri canının cisminden çıkacağından korkma.
حکایت آن درویش کی در کوه خلوت کرده بود و بیان حلاوت انقطاع و خلوت و داخل شدن درین منقبت کی انا جلیس من ذکرنی و انیس من استانس بی گر با همهای چو بی منی بی همهای ور بی همهای چو با منی با همهای
Dağda halvet eden dervişin hikâyesi
بود درویشی بکهساری مقیم ** خلوت او را بود هم خواب و ندیم
”Dağlarda oturan bir derviş vardı. Yalnızlık, onun arkadaşı ve nedimiydi.
چون ز خالق میرسید او را شمول ** بود از انفاس مرد و زن ملول1615
Allah şarabını içmiş olduğundan erkeklerin sözlerinden de usanmıştı, kadınların sözlerinden de.
همچنانک سهل شد ما را حضر ** سهل شد هم قوم دیگر را سفر
Bize bir yerde oturup yerleşmek nasıl kolay geliyorsa bazı kimselere de bir yerden bir yere gezip durmak öyle kolay gelir.
آنچنانک عاشقی بر سروری ** عاشقست آن خواجه بر آهنگری
Sen, nasıl ululuğa âşıksan bir sanatkâr da mesela demirciliğe âşıktır.
هر کسی را بهر کاری ساختند ** میل آن را در دلش انداختند
Herkesi bir iş için yetiştirmişler, gönlüne o işin meylini vermişlerdir.
دست و پا بی میل جنبان کی شود ** خار وخس بی آب و بادی کی رود
Gönülde bir meyil olmadıkça el, ayak nasıl hareket eder. Su, rüzgâr olmadıkça çerçöp nasıl akar, savulur?
گر ببینی میل خود سوی سما ** پر دولت بر گشا همچون هما1620
Kendinde göğe doğru çıkmaya bir meyil gördün mü hüma kuşu gibi devlet kanadını hemen aç!
ور ببینی میل خود سوی زمین ** نوحه میکن هیچ منشین از حنین
Fakat kendinde yeryüzüne bir meyil gördün mü feryat et, ağlayıp inlemeyi hiç bırakma.
عاقلان خود نوحهها پیشین کنند ** جاهلان آخر بسر بر میزنند
Akıllılar önceden feryat ederler, bilgisizlerse işin sonunda başlarına vururlar!
ز ابتدای کار آخر را ببین ** تا نباشی تو پشیمان یوم دین
Sen, işin önünde sonunu sor da kıyamet günü pişman olma.
دیدن زرگر عاقبت کار را و سخن بر وفق عاقبت گفتن با مستعیر ترازو
Kuyumcunun, işin sonunu görerek kendisinden ödünç bir terazi isteyene ona göre söz söylemesi
آن یکی آمد به پیش زرگری ** که ترازو ده که بر سنجم زری
Birisi, kuyumcunun birine giderek “Altın tartacağım, bana terazini versene” dedi.
گفت خواجه رو مرا غربال نیست ** گفت میزان ده برین تسخر مهایست1625
Kuyumcu dedi ki. “Babacığım, hadi git, bende kalbur yok!” Adam: “Alay etme benimle. Ver şu teraziyi” dedi.
گفت جاروبی ندارم در دکان ** گفت بس بس این مضاحک رابمان
من ترازویی که میخواهم بده ** خویشتن را کر مکن هر سو مجه
Ben senden terazi istiyorum. Sağırlıktan gelme; şu tarafa, bu tarafa, bu tarafa gidip durma, ver teraziyi” dedi.
گفت بشنیدم سخن کر نیستم ** تا نپنداری که بی معنیستم
Kuyumcu dedi ki. “Sağır değilim, sözünü duydum, söylediğim sözleri de manasız sanma.
این شنیدم لیک پیری مرتعش ** دست لرزان جسم تو نا منتعش
Sözünü duydum ama sen kuvveti, kudreti kalmamış bir ihtiyarsın, hiç şüphem yok, zayıflıktan elin titreyecek.
وان زر تو هم قراضهی خرد مرد ** دست لرزد پس بریزد زر خرد1630
Tartacağın altın da külçe değil, tozu var, kırık dökük bir şey. Elin titreyecek, yere dökeceksin,
پس بگویی خواجه جاروبی بیار ** تا بجویم زر خود را در غبار
Sonra bana bir süpürge ver de toza, toprağa dökülen altınımı süpüreyim diyeceksin.
چون بروبی خاک را جمع آوری ** گوییم غلبیر خواهم ای جری
Altını süpürüp bir yere toplayınca da güzelim, kalbur isterim diye tutturacaksın.
من ز اول دیدم آخر را تمام ** جای دیگر رو ازینجا والسلام
Ben, işin sonunu önceden gördüm, iyisi mi hadi sen başka bir yere git!”
بقیهی قصهی آن زاهد کوهی کی نذر کرده بود کی میوهی کوهی از درخت باز نکنم و درخت نفشانم و کسی را نگویم صریح و کنایت کی بیفشان آن خورم کی باد افکنده باشد از درخت
Dağlardaki ağaçlardan meyve düşürmeyeyim, ağacı silkmeyeyim, hiç kimseden açıkça, yahut gizli kapalı bir şey istemeyeyim, şu ağacı silk demeyeyim, yalnız ağaçtan kendiliğinden düşen meyveleri yiyeyim diye nezretmiş olan ve dağlarda halvet etmiş bulunan zahidin hikâyesinin son kısmı
اندر آن که بود اشجار و ثمار ** بس مرودی کوهی آنجا بیشمار
O dağlarda ağaçlar, meyveler, sayısız elmalar, armutlar, narlar vardı.
گفت آن درویش یا رب با تو من ** عهد کردم زین نچینم در زمن1635
Allah’a “Yarabbi seninle ahdım olsun. Bu ağaçlardan meyve toplamayayım.
جز از آن میوه که باد انداختش ** من نچینم از درخت منتعش
Rüzgârla yere düşen meyvelerden başka hiçbir meyve yemeyeyim, elimi hiçbir dala uzatmayayım.” dedi.
مدتی بر نذر خود بودش وفا ** تا در آمد امتحانات قضا
Bir müddet nezrine vefa etti. Fakat nihayet kaza ve kaderin imtihanları çıkageldi.
زین سبب فرمود استثنا کنید ** گر خدا خواهد به پیمان بر زنید
Bu yüzden, sözlerinizde daima inşallah deyin, ahitlerinizde de Allah dilerse sözünü söyleyin.
هر زمان دل را دگر میلی دهم ** هرنفس بر دل دگر داغی نهم
Çünkü ben, gönle her zaman başka bir meyil verir, her an gönle başka bir dağ vururum.