English    Türkçe    فارسی   

3
1625-1674

  • گفت خواجه رو مرا غربال نیست ** گفت میزان ده برین تسخر مه‌ایست 1625
  • Kuyumcu dedi ki. “Babacığım, hadi git, bende kalbur yok!” Adam: “Alay etme benimle. Ver şu teraziyi” dedi.
  • گفت جاروبی ندارم در دکان ** گفت بس بس این مضاحک رابمان
  • Kuyumcu dedi ki. “Dükkânımda süpürge yok” Adam: “Kâfi yahu, bırak alayı”
  • من ترازویی که می‌خواهم بده ** خویشتن را کر مکن هر سو مجه
  • Ben senden terazi istiyorum. Sağırlıktan gelme; şu tarafa, bu tarafa, bu tarafa gidip durma, ver teraziyi” dedi.
  • گفت بشنیدم سخن کر نیستم ** تا نپنداری که بی معنیستم
  • Kuyumcu dedi ki. “Sağır değilim, sözünü duydum, söylediğim sözleri de manasız sanma.
  • این شنیدم لیک پیری مرتعش ** دست لرزان جسم تو نا منتعش
  • Sözünü duydum ama sen kuvveti, kudreti kalmamış bir ihtiyarsın, hiç şüphem yok, zayıflıktan elin titreyecek.
  • وان زر تو هم قراضه‌ی خرد مرد ** دست لرزد پس بریزد زر خرد 1630
  • Tartacağın altın da külçe değil, tozu var, kırık dökük bir şey. Elin titreyecek, yere dökeceksin,
  • پس بگویی خواجه جاروبی بیار ** تا بجویم زر خود را در غبار
  • Sonra bana bir süpürge ver de toza, toprağa dökülen altınımı süpüreyim diyeceksin.
  • چون بروبی خاک را جمع آوری ** گوییم غلبیر خواهم ای جری
  • Altını süpürüp bir yere toplayınca da güzelim, kalbur isterim diye tutturacaksın.
  • من ز اول دیدم آخر را تمام ** جای دیگر رو ازینجا والسلام
  • Ben, işin sonunu önceden gördüm, iyisi mi hadi sen başka bir yere git!”
  • بقیه‌ی قصه‌ی آن زاهد کوهی کی نذر کرده بود کی میوه‌ی کوهی از درخت باز نکنم و درخت نفشانم و کسی را نگویم صریح و کنایت کی بیفشان آن خورم کی باد افکنده باشد از درخت
  • Dağlardaki ağaçlardan meyve düşürmeyeyim, ağacı silkmeyeyim, hiç kimseden açıkça, yahut gizli kapalı bir şey istemeyeyim, şu ağacı silk demeyeyim, yalnız ağaçtan kendiliğinden düşen meyveleri yiyeyim diye nezretmiş olan ve dağlarda halvet etmiş bulunan zahidin hikâyesinin son kısmı
  • اندر آن که بود اشجار و ثمار ** بس مرودی کوهی آنجا بی‌شمار
  • O dağlarda ağaçlar, meyveler, sayısız elmalar, armutlar, narlar vardı.
  • گفت آن درویش یا رب با تو من ** عهد کردم زین نچینم در زمن 1635
  • Allah’a “Yarabbi seninle ahdım olsun. Bu ağaçlardan meyve toplamayayım.
  • جز از آن میوه که باد انداختش ** من نچینم از درخت منتعش
  • Rüzgârla yere düşen meyvelerden başka hiçbir meyve yemeyeyim, elimi hiçbir dala uzatmayayım.” dedi.
  • مدتی بر نذر خود بودش وفا ** تا در آمد امتحانات قضا
  • Bir müddet nezrine vefa etti. Fakat nihayet kaza ve kaderin imtihanları çıkageldi.
  • زین سبب فرمود استثنا کنید ** گر خدا خواهد به پیمان بر زنید
  • Bu yüzden, sözlerinizde daima inşallah deyin, ahitlerinizde de Allah dilerse sözünü söyleyin.
  • هر زمان دل را دگر میلی دهم ** هرنفس بر دل دگر داغی نهم
  • Çünkü ben, gönle her zaman başka bir meyil verir, her an gönle başka bir dağ vururum.
  • کل اصباح لنا شان جدید ** کل شیء عن مرادی لا یحید 1640
  • Biz her sabah yeni bi işte, yeni bir güçteyiz. Her şey, bizim dileğimize göre meydana gelir denmiştir.
  • در حدیث آمد که دل همچون پریست ** در بیابانی اسیر صرصریست
  • Hadiste “ Gönül, ovada rüzgârlara tabi bir tüy benzer.
  • باد پر را هر طرف راند گزاف ** گه چپ و گه راست با صد اختلاف
  • Rüzgâr, tüyü her tarafa uçurur, gâh sola, gâh sağa götürür durur.” denmektedir.
  • در حدیث دیگر این دل دان چنان ** کب جوشان ز آتش اندر قازغان
  • Başka bir hadiste de denmiştir ki: “ Bu gönlü ateş üstündeki kazanda kaynayan bir su bil!”
  • هر زمان دل را دگر رایی بود ** آن نه از وی لیک از جایی بود
  • Gönlün her an başka bir dileği vardır. Fakat bu dilek kendisinden değildir, başka bir yerdendir.
  • پس چرا آمن شوی بر رای دل ** عهد بندی تا شوی آخر خجل 1645
  • Şu halde gönlün reyine, gönlün dileğine neden emin olur da ahdeder, sonunda da pişman olur, nedamete düşersin?
  • این هم از تاثیر حکمست و قدر ** چاه می‌بیینی و نتوانی حذر
  • Fakat bu yine de Allah’ın hükmündendir. Allah’ın takdiridir. Kuyuyu görürsün de çekinmeye kudretin olmaz.
  • نیست خود ازمرغ پران این عجب ** که نبیند دام و افتد در عطب
  • Uçan kuşun tuzağı görmeyip hapse düşmesine taaccüp edilmez ki.
  • این عجب که دام بیند هم وتد ** گر بخواهد ور نخواهد می‌فتد
  • Şaşılacak şey şudur: Hem tuzağı görür, hem mıhı görür de yine sonunda ister istemez o tuzağa düşer!
  • چشم باز و گوش باز و دام پیش ** سوی دامی می‌پرد با پر خویش
  • Gözü açık kulağı açık, tuzak önde… Yine de kendi kanadıyla tuzağa doğru uçar!
  • تشبیه بند و دام قضا به صورت پنهان به اثر پیدا
  • Kaza ve kader tuzağının eseri görünen, kendisi görünmeyen bir şeye benzemesi
  • بینی اندر دلق مهتر زاده‌ای ** سر برهنه در بلا افتاده‌ای 1650
  • Bir kişizade görürsün… Çula, çuvala bürünmüş, baş açık, belâlara uğramış.
  • در هوای نابکاری سوخته ** اقمشه و املاک خود بفروخته
  • Bir kahpenin sevdasıyla yanıp tutuşuyor. Elbiselerini, malını, mülkünü sarmış.
  • خان و مان رفته شده بدنام و خوار ** کام دشمن می‌رود ادبیروار
  • Elindeki, avucundaki gitmiş, adı kötüye çıkmış hor hakir bir hale gelmiş, düşmanlarının isteği gibi tepesi üstüne yuvarlanıp gidiyor!
  • زاهدی بیند بگوید ای کیا ** همتی می‌دار از بهر خدا
  • Adamcağız bir zahit gördü mü “Ey ulu, Allah için bana bir himmet et.
  • کاندرین ادبار زشت افتاده‌ام ** مال و زر و نعمت از کف داده‌ام
  • Bu aşağılık ve kötü sevdaya düştüm, elimdeki maldan, altından, nimetten oldum.
  • همتی تا بوک من زین وا رهم ** زین گل تیره بود که بر جهم 1655
  • Bir himmet et, belki bu dertten kurtulur, bu kara balçıktan sıçrar, çıkarmı der”.
  • این دعا می‌خواهد او از عام و خاص ** کالخلاص و الخلاص و الخلاص
  • Halktan da dua etmelerini istemektedir. İleri gelenlerden de..“ Aman, beni kurtarın, kurtarın, kurtarın!” demektedir.
  • دست باز و پای باز و بند نی ** نه موکل بر سرش نه آهنی
  • Eli de açık, ayağı da. Ne onu bağlamışlar, ne başında bir adam var, ne ayağın da bukağı!
  • از کدامین بند می‌جویی خلاص ** وز کدامین حبس می‌جویی مناص
  • A adam, hangi bağdan kurtulmak istiyor, hangi hapisten kaçmak diliyorsun?
  • بند تقدیر و قضای مختفی ** کی نبیند آن بجز جان صفی
  • Hangi bağdan olacak? Tertemiz ruhtan başka kimsenin göremediği takdir bağından gizli olan kaza bağından!
  • گرچه پیدا نیست آن در مکمنست ** بتر از زندان و بند آهنست 1660
  • Ortada değil görünmüyor, gizli ama zindandan da beter, demir zincirlerden de!
  • زانک آهنگر مر آن را بشکند ** حفره گر هم خشت زندان بر کند
  • Çünkü demir zincirleri demirci kırabilir, bir adam zindanın temelini kazıp duvarını yıkabilir.
  • ای عجب این بند پنهان گران ** عاجز از تکسیر آن آهنگران
  • Fakat şaşılacak şey şu ki gizli olan kuvvetli bağı kırmaktan demirciler bile âcizdir.
  • دیدن آن بند احمد را رسد ** بر گلوی بسته حبل من مسد
  • O bağı Ahmed görebilir de, “Boynunda da hurma lifinden bir ip var” der.
  • دید بر پشت عیال بولهب ** تنگ هیزم گفت حماله‌ی حطب
  • Ahmed, Ebuleheb’in karısının sırtındaki odun yükünü gördü de ona “ Odun hamalı” dedi.
  • حبل و هیزم را جز او چشمی ندید ** که پدید آید برو هر ناپدید 1665
  • İpi de ondan başka kimse görmedi, odunu da. Ona her görünmeyen şey, görünür.
  • باقیانش جمله تاویلی کنند ** کین ز بیهوشیست و ایشان هوشمند
  • Başkaları umumiyetle tevil ederler; bu akılsızlıktan böyle söylüyor derler. Sanki onların akılları başlarındaymış!
  • لیک از تاثیر آن پشتش دوتو ** گشته و نالان شده او پیش تو
  • Tevil ederler ama hakikatte onun sırtı, o odun yükünün altında iki büklüm olmuştur, gözünün önünde feryat edip durmakta.
  • که دعایی همتی تا وا رهم ** تا ازین بند نهان بیرون جهم
  • Bana bir dua edin, bir himmet edin de kurtulayım, şu gizli bağdan sıyrılayım demektedir.
  • آنک بیند این علامتها پدید ** چون نداند او شقی را از سعید
  • Bu nişaneleri apaçık gören, nasıl olur da şakiyi saitten ayırt edemez.
  • داند و پوشد بامر ذوالجلال ** که نباشد کشف راز حق حلال 1670
  • Bilir, tanır ama Allah sırrını açmak helâl olmadığından ululuk sahibi Allah’ın emriyle örter, gizler.
  • این سخن پایان ندارد آن فقیر ** از مجاعت شد زبون و تن اسیر
  • Bu sözün sonu yoktur, gelelim hikâyeye: O yoksul, açlıktan zayıf, perişan bir hale geldi, harekete bile mecali kalmadı.
  • مضطرب شدن فقیر نذر کرده بکندن امرود از درخت و گوشمال حق رسیدن بی مهلت
  • Ağaçtan armut koparmamayı nezreden yoksulun âciz kalıp koparması ve derhal Allah azabının gelip çatması
  • پنج روز آن باد امرودی نریخت ** ز آتش جوعش صبوری می‌گریخت
  • Derviş tam beş gün armut ağacını silkmedi, fakat açlık ateşi de sabrını tüketmekteydi.
  • بر سر شاخی مرودی چند دید ** باز صبری کرد و خود را وا کشید
  • Bir dalda birkaç armut gördü, fakat yine sabredip kendisini çekti.
  • باد آمد شاخ را سر زیر کرد ** طبع را بر خوردن آن چیر کرد
  • Bu sırada bir rüzgâr geldi, dalı eğdi. Dervişin nefsi, onları yemeye yeltendi, galebe de etti.