English    Türkçe    فارسی   

3
1949-1998

  • و آنک نشناسم تو ای یزدان جان ** بر من محجوبشان کن مهربان
  • Canım Allah’ım, tanımadıklarımı da hicap içinde düşmüş kuluna merhametli kıl, derdi.
  • حضرتش گفتی که ای صدر مهین ** این چه عشقست و چه استسقاست این 1950
  • Allah ey ulular ulusu, bu ne aşk, bu ne susuzluk?
  • مهر من داری چه می‌جویی دگر ** چون خدا با تست چون جویی بشر
  • Beni seviyorsun ya… Başkasını ne yapacaksın, der;
  • او بگفتی یا رب ای دانای راز ** تو گشودی در دلم راه نیاز
  • O da şöyle cevap verirdi! Ey sırları bilen Rabbim, niyaz yolunu gönlüme açan, gösteren sensin.
  • درمیان بحر اگر بنشسته‌ام ** طمع در آب سبو هم بسته‌ام
  • Denizin ortasındayım ama yine de testideki suya tamahım var.
  • همچو داودم نود نعجه مراست ** طمع در نعجه‌ی حریفم هم بخاست
  • Ben Davud’a benziyorum, doksan koyunum var ama arkadaşımın bir koyununa da tamah ediyorum.
  • حرص اندر عشق تو فخرست و جاه ** حرص اندر غیر تو ننگ و تباه 1955
  • Senin aşkında haris olmak övülecek bir şeydir, bir yüceliktir. Fakat senden başkasının aşkına düşüp de harislikte bulunmak ayıptır, ardır.
  • شهوت و حرص نران بیشی بود ** و آن حیزان ننگ و بدکیشی بود
  • Erlerin şehveti, erlerin hırsı, önden gelir, puştların hırsıysa ayıp bir şeydir, kötü bir yoldur.
  • حرص مردان از ره پیشی بود ** در مخنث حرص سوی پس رود
  • Erkeklerin hırsı öne aittir, puştların hırsı arda ait!
  • آن یکی حرص از کمال مردی است ** و آن دگر حرص افتضاح و سردی است
  • O hırs erliğin kemalidir, bu hırs rezalettir, soğuk ve kötü bir şeydir.
  • آه سری هست اینجا بس نهان ** که سوی خضری شود موسی روان
  • Ah burada pek gizli bir sır var. Öyle bir sır var ki onu anlamak için Musa bir Hızır’a koştu.
  • همچو مستسقی کز آبش سیر نیست ** بر هر آنچ یافتی بالله مه‌ایست 1960
  • Sen de suya kanmamış bir susuz gibi, Allah için olsun, elde ettiğine kanaat etme, durma!
  • بی نهایت حضرتست این بارگاه ** صدر را بگذار صدر تست راه
  • Bu kapıda nihayetsiz makamlar var. Başköşeyi bırak, senin başköşen yoldur!
  • سر طلب کردن موسی خضر را علیهماالسلام با کمال نبوت و قربت
  • Musa’nın, ulu bir peygamber olduğu, Allah’a pek yakın bir makamda bulunduğu halde Hızır’ı arayıp sır öğrenmeye girmesi
  • از کلیم حق بیاموز ای کریم ** بین چه می‌گوید ز مشتاقی کلیم
  • Ey kerem sahibi, bunu Musa’dan öğren. Kelîm bile iştiyakından bak, ne diyor:
  • با چنین جاه و چنین پیغامبری ** طالب خضرم ز خودبینی بری
  • Bunca makama sahip olduğum, yüce bir peygamber bulunduğum halde kendimi görmüyor, kendime varlık vermiyorum, Hızır’ı aramaktayım.
  • موسیا تو قوم خود را هشته‌ای ** در پی نیکوپیی سرگشته‌ای
  • Ona, “Ey Musa, sen kavmini bıraktın, bir izi kutlu kişinin ardına düştün.
  • کیقبادی رسته از خوف و رجا ** چند گردی چند جویی تا کجا 1965
  • Öyle bir ulusun ki korkudan da kurtulmuşsun, ricadan da; niceye dek dönüp dolaşacaksın, ne vakte kadar arayacaksın?
  • آن تو با تست و تو واقف برین ** آسمانا چند پیمایی زمین
  • Aradığın sende… Bunu sen de bilirsin. Ey gök, ne vakte dek yerin etrafında dönüp duracaksın? dediler.
  • گفت موسی این ملامت کم کنید ** آفتاب و ماه را کم ره زنید
  • Musa “Beni bu kadar kınamayın, güneşte ayın yolunu kesmeye savaşmayın.
  • می‌روم تا مجمع البحرین من ** تا شوم مصحوب سلطان زمن
  • Ben, zamanın padişahıyla sohbet etmek için ta Mecmaal Bahreyn’e kadar gideceğim.
  • اجعل الخضر لامری سببا ** ذاک او امضی و اسری حقبا
  • Hakikate ulaşmak için Hızır’ı sebep edecek, ona ulaşıncaya kadar yürüyecek, nice zamanlar sefer edip duracağım.
  • سالها پرم بپر و بالها ** سالها چه بود هزاران سالها 1970
  • Yıllarca bu kanatlarımla o uğurda uçacağım. Yıllarda nedir ki? Binlerce yıllar koşacağım.
  • می‌روم یعنی نمی‌ارزد بدان ** عشق جانان کم مدان از عشق نان
  • Bu binlerce yıllar uçup gitmeme değmez mi yoksa? Ben sevgilinin aşkını ekmek aşkından daha âdi görmem!
  • این سخن پایان ندارد ای عمو ** داستان آن دقوقی را بگو
  • Bu sözün sonu gelmez. Sen yine Dedukî’nin hikâyesini söyle!
  • بازگشتن به قصه‌ی دقوقی
  • Yine Dekukî hikâyesi
  • آن دقوقی رحمة الله علیه ** گفت سافرت مدی فی خافقیه
  • Allah Rahmet etsin, Dedukî dedi ki: Nice zamandır doğuda, batıda sefer edip dururum.
  • سال و مه رفتم سفر از عشق ماه ** بی‌خبر از راه حیران در اله
  • Yıllarca, aylarca bir ay yüzlünün aşkıyla gittim. Ne yoldan haberim vardı, ne belden! Allah kudretlerine hayran bir halde yürüdüm.
  • پا برهنه می‌روی بر خار و سنگ ** گفت من حیرانم و بی خویش و دنگ 1975
  • Birisi ona : “Dikenliklerde, taşlıklarda yalınayak mı gidiyorsun?” dedi. Dekukî dedi ki: “Ben hayretler içindeyim, kendimde değilim ki.
  • تو مبین این پایها را بر زمین ** زانک بر دل می‌رود عاشق یقین
  • Sen bu ayakları yere basıyor sanma, öyle görme. Çünkü âşık şüphe yok ki gönül yurduna sefer eder.
  • از ره و منزل ز کوتاه و دراز ** دل چه داند کوست مست دل‌نواز
  • Gönül, sevgilinin sarhoşudur: yoldan, konaktan yolun kısalığından, uzunluğundan ne haberi var”
  • آن دراز و کوته اوصاف تنست ** رفتن ارواح دیگر رفتنست
  • Yolun uzunluğu, kısalığı, tenin vasıflarıdır. Ruhların gidişi başka çeşit bir gidiştir.
  • تو سفرکردی ز نطفه تا بعقل ** نه بگامی بود نه منزل نه نقل
  • Sen, meni iken akıl âlemine kadar sefer edip geldin. Bu seferinde ne adım attın, ne bir yerde konakladın, ne de bir yerden bir yere göçtün.
  • سیر جان بی چون بود در دور و دیر ** جسم ما از جان بیاموزید سیر 1980
  • Canın gezip yürümesi, keyfiyetten hariçtir, anlatılamaz. Cismimiz de gezmeyi candan öğrendi.
  • سیر جسمانه رها کرد او کنون ** می‌رود بی‌چون نهان در شکل چون
  • Dekukî de cisim âleminde olan gezmeyi gayri bıraktı da manevi bir keyfiyete büründü, gizlice ve keyfiyetsiz olarak gitmekte.
  • گفت روزی می‌شدم مشتاق‌وار ** تا ببینم در بشر انوار یار
  • Dekukî dedi ki: “Bir gün, sevgilinin nurlarını insanda görmeye iştiyakım arttı.
  • تا ببینم قلزمی در قطره‌ای ** آفتابی درج اندر ذره‌ای
  • Katrede bahri muhiti, zerrede güneşi görmek arzusuna düştüm.
  • چون رسیدم سوی یک ساحل بگام ** بود بیگه گشته روز و وقت شام
  • Gide gide bir deniz kıyısına vardım. Vakit gecikmişti, akşam olmuştu.
  • نمودن مثال هفت شمع سوی ساحل
  • Kıyıda yedi mum görünmesi
  • هفت شمع از دور دیدم ناگهان ** اندر آن ساحل شتابیدم بدان 1985
  • Ansızın ta uzaktan o sahilde yedi mum gördüm, mumların bulunduğu yere doğru koşmaya başladım.
  • نور شعله‌ی هر یکی شمعی از آن ** بر شده خوش تا عنان آسمان
  • O yedi mumun her birinin nuru gökyüzüne kadar vurmuştu.
  • خیره گشتم خیرگی هم خیره گشت ** موج حیرت عقل را از سر گذشت
  • Hayretlere düştüm, hatta hayret bile hayran oldu. Hayret dalgası aklımın başından aştı!
  • این چگونه شمعها افروختست ** کین دو دیده‌ی خلق ازینها دوختست
  • “Bu mumlar, ne çeşit mum? Halk nasıl oluyor da bunları görmüyor;
  • خلق جویان چراغی گشته بود ** پیش آن شمعی که بر مه می‌فزود
  • Aydan daha aydın olan mumlar durup dururken başka bir mum arıyor?
  • چشم‌بندی بد عجب بر دیده‌ها ** بندشان می‌کرد یهدی من یشا 1990
  • Halkın gözünde ne şaşılacak bir bağ var ki bunları görmüyor. Allah doğru yolu dilediğine gösteriyor sahiden” diyordum.
  • شدن آن هفت شمع بر مثال یک شمع
  • O yedi mumun bir mum oluşu
  • باز می‌دیدم که می‌شد هفت یک ** می‌شکافد نور او جیب فلک
  • Bir de baktım ki o yedi mum bir mum oldu. Nuru, gökyüzünü bile delip geçmekteydi.
  • باز آن یک بار دیگر هفت شد ** مستی و حیرانی من زفت شد
  • Sonra yine o tek mum, yedi mum oldu. Benim sarhoşluğum, hayretim arttı.
  • اتصالاتی میان شمعها ** که نیاید بر زبان و گفت ما
  • O mumların birleşmesini dille anlatmaya imkân yok ki!
  • آنک یک دیدن کند ادارک آن ** سالها نتوان نمودن از زبان
  • Gözün bir an içinde gördüğünü dil, yıllarca söylese anlatamaz.
  • آنک یک دم بیندش ادراک هوش ** سالها نتوان شنودن آن بگوش 1995
  • Kulak idrakin bir ân içinde gördüğü şeyleri, yıllarca dinlese bitmez.
  • چونک پایانی ندارد رو الیک ** زانک لا احصی ثناء ما علیک
  • Mademki bunun sonu yok, hadi, var, yine o hamdinde âciz olduğum şeyi anlat!
  • پیشتر رفتم دوان کان شمعها ** تا چه چیزست از نشان کبریا
  • O mumlar ulu Allah’tan ne çeşit nişanelerdir diye koşa koşa gidiyordum.
  • می‌شدم بی خویش و مدهوش و خراب ** تا بیفتادم ز تعجیل و شتاب
  • Derken kendimden geçtim, acelemden yere yıkıldım, harap oldum.