English    Türkçe    فارسی   

3
2032-2081

  • باز می‌گویم عجب من بی‌خودم ** دست در شاخ خیالی در زدم
  • Peygamberler bile ye’se düşünce kendilerine yalan söylendi sandılar ayetini oku da bak.
  • حتی اذا ما استیاس الرسل بگو ** تا بظنوا انهم قد کذبوا
  • Bu ayetteki “Küzzibû-tekzib edildiler, onlara yalan söylüyorsunuz dendi” kelimesini teşditsiz “Küzibû- Kendilerine yalan söylüyorlar sandılar” tarzında oku.
  • این قرائت خوان که تخفیف کذب ** این بود که خویش بیند محتجب
  • Bu takdirde mana şöyle olur: Peygamberler bile kendilerini aldanmış sandılar.
  • در گمان افتاد جان انبیا ** ز اتفاق منکری اشقیا 2035
  • Peygamberler bile kötü kişilerin ittifakına baktılar da şüpheye düştüler.
  • جائهم بعد التشکک نصرنا ** ترکشان گو بر درخت جان بر آ
  • “Bu şüphe ve tereddütten sonra onlara yardım ettik. Neyse, sen bunları bırak da can ağacına gel!
  • می‌خور و می‌ده بدان کش روزیست ** هر دم و هر لحظه سحرآموزیست
  • Kısmetin neyse ye, yedir deniyor!” ona, her an vahiyden sihirler öğretiliyordu da,
  • خلق‌گویان ای عجب این بانگ چیست ** چونک صحرا از درخت و بر تهیست
  • Halk, “Şaşılacak şey, bu ses nedir? Sahrada ne ağaç var, ne meyve.
  • گیج گشتیم از دم سوداییان ** که به نزدیک شما باغست و خوان
  • Kara sevdaya tutulmuş olanların yakınınızda bahçe var, sofra var demelerinden âdeta aptallaştık.
  • چشم می‌مالیم اینجا باغ نیست ** یا بیابانیست یا مشکل رهیست 2040
  • Gözümüzü ovuyor, bakıyoruz. Fakat burada bahçe yok ki… Önümüzdeki saha ya çöl yahut aşılması güç bir yol!
  • ای عجب چندین دراز این گفت و گو ** چون بود بیهوده ور خود هست کو
  • Fakat bu kadar uzun uzadıya söylenip duran sözlerde beyhude olmaz ya. Acayip şey, nasıl olurda bu kadar sözün aslı olmaz. Fakat varsa nerede söyle!” diyordu.
  • من همی‌گویم چو ایشان ای عجب ** این چنین مهری چرا زد صنع رب
  • Dekukî, macerasını şöyle anlatır: “Ben de tıpkı onlar gibi, acayip şey demekteydim, Allah bunların gözlerini ne de sıkı bağlamış?
  • زین تنازعها محمد در عجب ** در تعجب نیز مانده بولهب
  • Bu kavgalardan, bu aykırı hareketlerden Muhammed’de şaşmaktaydı. Ebu leheb de!
  • زین عجب تا آن عجب فرقیست ژرف ** تا چه خواهد کرد سلطان شگرف
  • Fakat bu şaşmakla o şaşmak arasında pek büyük fark var.
  • ای دقوقی تیزتر ران هین خموش ** چند گویی چند چون قحطست گوش 2045
  • Dekukî, tez tez yürü sükût et. Ne vakte kadar söylenip duracaksın, ne vakte kadar? Duyup anlayan kulak kıt!
  • یک درخت شدن آن هفت درخت
  • O yedi ağacın bir ağaç olması
  • گفت راندم پیشتر من نیکبخت ** باز شد آن هفت جمله یک درخت
  • Dekukî dedi ki: Bahtım yaver oldu, ileriye doğru yürüdüm, bir de baktım ki o yedi ağaç bir ağaç olmuş.
  • هفت می‌شد فرد می‌شد هر دمی ** من چه سان می‌گشتم ازحیرت همی
  • Her an bir ağaç, yedi ağaç olmakta, yedi ağaç bir ağaç haline gelmekteydi. Hayretten ne hale geldim, bilir misin? Dondum, kaldım!
  • بعد از آن دیدم درختان در نماز ** صف کشیده چون جماعت کرده ساز
  • Sonra ne göreyim; ağaçlar, cemaat gibi toplanmış, saf düzmüş, namaza durmuşlar!
  • یک درخت از پیش مانند امام ** دیگران اندر پس او در قیام
  • Bir ağaç, imam gibi önlerine geçmiş, öbürleri de onun ardında kıyamdalar!
  • آن قیام و آن رکوع و آن سجود ** از درختان بس شگفتم می‌نمود 2050
  • Onların kıyamı rükû etmeleri, secdeye varmaları beni büsbütün şaşırttı.
  • یاد کردم قول حق را آن زمان ** گفت النجم و شجر را یسجدان
  • O anda Allah’ın “Yıldız ve ağaç, Allah’a secde eder” sözünü hatırladım.
  • این درختان را نه زانو نه میان ** این چه ترتیب نمازست آنچنان
  • Bu ağaçların ne dizleri vardı, ne belleri! Nasıl rükûa, secdeye varıyorlar, bu ne biçim namaz? derken,
  • آمد الهام خدا کای با فروز ** می عجب داری ز کار ما هنوز
  • Allah’tan ilham geldi: A nurlu, pirli kişi, hâlâ bizim işimize şaşıyor musun? Bizce bu işler, şaşılacak işler değil ki!
  • هفت مرد شدن آن هفت درخت
  • Yedi ağacın yedi adam olması
  • بعد دیری گشت آنها هفت مرد ** جمله در قعده پی یزدان فرد
  • Bir müddet sonra ağaçlar, yedi tane adam oldu. Hepsi de tek Allah’ın huzurunda ka’dedeydi.
  • چشم می‌مالم که آن هفت ارسلان ** تا کیانند و چه دارند از جهان 2055
  • Gözlerini ovuşturup bu yedi aslan kimlerdir, âlemde ne işleri var ki, diye bakmaktaydım.
  • چون به نزدیکی رسیدم من ز راه ** کردم ایشان را سلام از انتباه
  • Yanlarına yaklaşıp onlara uyanık bir gönülle selâm verdim.
  • قوم گفتندم جواب آن سلام ** ای دقوقی مفخر و تاج کرام
  • Selâmımı alıp “Ey Dekukî, ey uluların tacı, büyüklerin övündüğü zat” dediler.
  • گفتم آخر چون مرا بشناختند ** پیش ازین بر من نظر ننداختند
  • Kendi kendime beni nasıl tanıdılar? Bundan önce beni görmemişlerdi dedim.
  • از ضمیر من بدانستند زود ** یکدگر را بنگریدند از فرود
  • Hatırımdan geçeni hemencecik anlayıp birbirlerine baktılar.
  • پاسخم دادند خندان کای عزیز ** این بپوشیدست اکنون بر تو نیز 2060
  • Gülerek “Ey aziz, bu sır, şimdi sana gizli mi ki?
  • بر دلی کو در تحیر با خداست ** کی شود پوشیده راز چپ و راست
  • Allah’a ulaşıp hayrete varan bir gönle solun, sağın sırları gizli kalabilir mi?” dediler.
  • گفتم ار سوی حقایق بشکفند ** چون ز اسم حرف رسمی واقفند
  • Yine kendi kendime bunlar hakikatlere ermişler, hakikatler âlemine ulaşmışlar, âlâ… Fakat bu surete ait ismi, bu surete ait harfi nasıl biliyorlar, dedim.
  • گفت اگر اسمی شود غیب از ولی ** آن ز استغراق دان نه از جاهلی
  • İçlerinden biri “Velî, bir adı bilmezse bil ki bu istiğraktan ileri gelen bir şeydir, cahillikten değil” dedi.
  • بعد از آن گفتند ما را آرزوست ** اقتدا کردن به تو ای پاک دوست
  • Ondan sonra bana “Ey temiz dost, biz namazda sana uymak istiyoruz” dediler.
  • گفتم آری لیک یک ساعت که من ** مشکلاتی دارم از دور زمن 2065
  • Peki dedim, fakat bir an müsaade edin zamanın devrine ait müşküllerim var.
  • تا شود آن حل به صحبتهای پاک ** که به صحبت روید انگوری ز خاک
  • Temiz sohbetinizle o müşküller hal olsun. Topraktan üzüm bile sohbetle biter.
  • دانه‌ی پرمغز با خاک دژم ** خلوتی و صحبتی کرد از کرم
  • İçi dolu olan tane kara toprağa ulaşır, toprakta halvet eder, toprakta sohbet eder,
  • خویشتن در خاک کلی محو کرد ** تا نماندش رنگ و بو و سرخ و زرد
  • Kendisini toprakta tamamıyla mahveder; nihayet ne sarı, ne kırmızı rengi kalır, kokusu da mahvolur da,
  • از پس آن محو قبض او نماند ** پرگشاد و بسط شد مرکب براند
  • Tamamıyla mahvolur kabza eriştikten sonra kol kanat açar, basta erişir, atını sürmeye başlar.
  • پیش اصل خویش چون بی‌خویش شد ** رفت صورت جلوه‌ی معنیش شد 2070
  • Aslının önünde varlığından geçince suret ortadan gider, manası cilvelenir.
  • سر چنین کردند هین فرمان تراست ** تف دل از سر چنین کردن بخاست
  • Hüküm senin diye baş eğdiler. Onların bu baş eğmelerinden öyle hararetlendim, gönlümden öyle bir ateş çıktı ki!
  • ساعتی با آن گروه مجتبی ** چون مراقب گشتم و از خود جدا
  • Bir zaman o seçilmiş kişilerle murakabeye daldım, kendimden geçtim.
  • هم در آن ساعت ز ساعت رست جان ** زانک ساعت پیر گرداند جوان
  • O zaman canım, zamandan kurtuldu. Zaman insanı gençken kocaltır.
  • جمله تلوینها ز ساعت خاستست ** رست از تلوین که از ساعت برست
  • Bütün renkten renge girişler, zamandan meydana gelir. Zamandan kurtulan, renkten renge girmekten de kurtulur.
  • چون ز ساعت ساعتی بیرون شوی ** چون نماند محرم بی‌چون شوی 2075
  • Bir zaman, zamandan, zaman kaydından kurtuldun mu keyfiyet kalmaz, keyfiyetsiz Allah’a mahrem olursun.
  • ساعت از بی‌ساعتی آگاه نیست ** زانکش آن سو جز تحیر راه نیست
  • Zaman zamansızlığı bilmez. Zamansızlık âlemine varmak için hayretten başka yol yoktur.
  • هر نفر را بر طویله خاص او ** بسته‌اند اندر جهان جست و جو
  • Bu arayıp tarama âleminde herkesi, zamanın bir hususi tavlasına bağlamışlardır.
  • منتصب بر هر طویله رایضی ** جز بدستوری نیاید رافضی
  • Her tavlaya bir memur dikilmiş… Oranın ehli olmayan, memurdan izinsiz oraya giremez.
  • از هوس گر از طویله بسکلد ** در طویله دیگران سر در کند
  • Bir tavlada bağlı olan, hevese düşüp de bağlarını çözdü, başkalarının tavlasına gitti mi,
  • در زمان آخرجیان چست خوش ** گوشه‌ی افسار او گیرند و کش 2080
  • Hemen ahır memurları onu aramaya koyulur, bulup yularını tutar, çeke çeke yerine getirir!
  • حافظان را گر نبینی ای عیار ** اختیارت را ببین بی اختیار
  • Seni koruyanları görmüyorsan kendine bak! İhtiyarın elinde mi senin?