-
بعد از آن گفتند ما را آرزوست ** اقتدا کردن به تو ای پاک دوست
- Ondan sonra bana “Ey temiz dost, biz namazda sana uymak istiyoruz” dediler.
-
گفتم آری لیک یک ساعت که من ** مشکلاتی دارم از دور زمن 2065
- Peki dedim, fakat bir an müsaade edin zamanın devrine ait müşküllerim var.
-
تا شود آن حل به صحبتهای پاک ** که به صحبت روید انگوری ز خاک
- Temiz sohbetinizle o müşküller hal olsun. Topraktan üzüm bile sohbetle biter.
-
دانهی پرمغز با خاک دژم ** خلوتی و صحبتی کرد از کرم
- İçi dolu olan tane kara toprağa ulaşır, toprakta halvet eder, toprakta sohbet eder,
-
خویشتن در خاک کلی محو کرد ** تا نماندش رنگ و بو و سرخ و زرد
- Kendisini toprakta tamamıyla mahveder; nihayet ne sarı, ne kırmızı rengi kalır, kokusu da mahvolur da,
-
از پس آن محو قبض او نماند ** پرگشاد و بسط شد مرکب براند
- Tamamıyla mahvolur kabza eriştikten sonra kol kanat açar, basta erişir, atını sürmeye başlar.
-
پیش اصل خویش چون بیخویش شد ** رفت صورت جلوهی معنیش شد 2070
- Aslının önünde varlığından geçince suret ortadan gider, manası cilvelenir.
-
سر چنین کردند هین فرمان تراست ** تف دل از سر چنین کردن بخاست
- Hüküm senin diye baş eğdiler. Onların bu baş eğmelerinden öyle hararetlendim, gönlümden öyle bir ateş çıktı ki!
-
ساعتی با آن گروه مجتبی ** چون مراقب گشتم و از خود جدا
- Bir zaman o seçilmiş kişilerle murakabeye daldım, kendimden geçtim.
-
هم در آن ساعت ز ساعت رست جان ** زانک ساعت پیر گرداند جوان
- O zaman canım, zamandan kurtuldu. Zaman insanı gençken kocaltır.
-
جمله تلوینها ز ساعت خاستست ** رست از تلوین که از ساعت برست
- Bütün renkten renge girişler, zamandan meydana gelir. Zamandan kurtulan, renkten renge girmekten de kurtulur.
-
چون ز ساعت ساعتی بیرون شوی ** چون نماند محرم بیچون شوی 2075
- Bir zaman, zamandan, zaman kaydından kurtuldun mu keyfiyet kalmaz, keyfiyetsiz Allah’a mahrem olursun.
-
ساعت از بیساعتی آگاه نیست ** زانکش آن سو جز تحیر راه نیست
- Zaman zamansızlığı bilmez. Zamansızlık âlemine varmak için hayretten başka yol yoktur.
-
هر نفر را بر طویله خاص او ** بستهاند اندر جهان جست و جو
- Bu arayıp tarama âleminde herkesi, zamanın bir hususi tavlasına bağlamışlardır.
-
منتصب بر هر طویله رایضی ** جز بدستوری نیاید رافضی
- Her tavlaya bir memur dikilmiş… Oranın ehli olmayan, memurdan izinsiz oraya giremez.
-
از هوس گر از طویله بسکلد ** در طویله دیگران سر در کند
- Bir tavlada bağlı olan, hevese düşüp de bağlarını çözdü, başkalarının tavlasına gitti mi,
-
در زمان آخرجیان چست خوش ** گوشهی افسار او گیرند و کش 2080
- Hemen ahır memurları onu aramaya koyulur, bulup yularını tutar, çeke çeke yerine getirir!
-
حافظان را گر نبینی ای عیار ** اختیارت را ببین بی اختیار
- Seni koruyanları görmüyorsan kendine bak! İhtiyarın elinde mi senin?
-
اختیاری میکنی و دست و پا ** بر گشادستت چرا حسبی چرا
- Zahiren ihtiyarın elinde… Elin, ayağın bağlı değil… Peki, ya neden hapistesin, neden,
-
روی در انکار حافظ بردهای ** نام تهدیدات نفسش کردهای
- Seni koruyan memuru inkâr etmeye yüz tuttun da dilediğin şeylerden seni alıkoyan nefsin tehditleri adını taktın ha!
-
پیش رفتن دقوقی رحمة الله علیه به امامت
- Dekukî’nin imam olarak öne geçmesi
-
این سخن پایان ندارد تیز دو ** هین نماز آمد دقوقی پیش رو
- Dekukî’ye “Bu sözün sonu yoktur. Namaz vakti, hemencecik öne geç.
-
ای یگانه هین دوگانه بر گزار ** تا مزین گردد از تو روزگار 2085
- Ey tek kişi, bize iki rekât sabah namazı kıldır da zaman seninle bezensin.
-
ای امام چشمروشن در صلا ** چشم روشن باید ایدر پیشوا
- Ey gözü aydın imam, bize imamlık et… İmam olanın gözü açık olması lâzım.
-
در شریعت هست مکروه ای کیا ** در امامت پیش کردن کور را
- Şeriat de körün imamlığı mekruhtur.
-
گرچه حافظ باشد و چست و فقیه ** چشمروشن به وگر باشد سفیه
- Hafız, akıllı ve fakih olsa bile körün imamlığı hoş değil. Sersem ve suçlu olsa bile gözü açık imam bu çeşit körden iyidir.
-
کور را پرهیز نبود از قذر ** چشم باشد اصل پرهیز و حذر
- Kör, pisliklerden çekinemez. Çekinmenin asıl sebebi, asıl vesilesi gözdür.
-
او پلیدی را نبیند در عبور ** هیچ مومن را مبادا چشم کور 2090
- Kör yolda yürürken pisliği göremez. Dilerim, hiçbir müminin gözü kör olmasın.
-
کور ظاهر در نجاسهی ظاهرست ** کور باطن در نجاسات سرست
- Zahiri kör, görünen necasetlere bulaşır. Fakat can gözü kör olan kişi gizli olan, görünmeyen pisliklere bulaşır.
-
این نجاسهی ظاهر از آبی رود ** آن نجاسهی باطن افزون میشود
- Bu görünen pislik bir parça suyla arınır, fakat içte olan pislik, artıkça artar.
-
جز بب چشم نتوان شستن آن ** چون نجاسات بواطن شد عیان
- İçteki pislikler anlaşıldı mı gözyaşından başka bir şeyle temizlenemez.
-
چون نجس خواندست کافر را خدا ** آن نجاست نیست بر ظاهر ورا
- Allah, kâfire “Pis murdar” demiştir. Bu pislik, bu murdarlık, onun dışında değildir.
-
ظاهر کافر ملوث نیست زین ** آن نجاست هست در اخلاق و دین 2095
- Kâfirin dışı, pisliklere bulaşmıştır. Pislik onun huyundadır, dinindedir.
-
این نجاست بویش آید بیست گام ** و آن نجاست بویش از ری تا بشام
- Zahiri pisliğin kokusu yirmi adımlık yerden gelir, bâtıni pisliğin kokusuysa Rey’den tut da Şam’a kadar gider!
-
بلک بویش آسمانها بر رود ** بر دماغ حور و رضوان بر شود
- Hatta göklere çıkar, hurilerle Rıdvan’ın burunlarını doldurur!
-
اینچ میگویم به قدر فهم تست ** مردم اندر حسرت فهم درست
- Bu söylediğin sözler yok mu? Senin anlayışın miktarı ancak… Öldüm iyi ve doğru anlayışın hasretinden!
-
فهم آبست و وجود تن سبو ** چون سبو بشکست ریزد آب ازو
- Anlayış sudur, beden testi. Testi kırılınca içindeki su dökülür gider!
-
این سبو را پنج سوراخست ژرف ** اندرو نه آب ماند خود نه برف 2100
- Bu testinin beş tane büyük deliği vardır, içinde ne su durur ne kar!
-
امر غضوا غضة ابصارکم ** هم شنیدی راست ننهادی تو سم
- “Gözlerinizi sımsıkı yumun” emrini duydun da yine ayağını doğru atmadın.
-
از دهانت نطق فهمت را برد ** گوش چون ریگست فهمت را خورد
- Söz söylemem, manasız çan çan etmem, ağzından anlayışını alıp götürür. Kulak kuma benzer, anlayışını içiverir!
-
همچنین سوراخهای دیگرت ** میکشاند آب فهم مضمرت
- Öbür deliklerinden de aynı bunun gibidir… O gizli anlayış suyunu çeker, emer.
-
گر ز دریا آب را بیرون کنی ** بی عوض آن بحر را هامون کنی
- Denizden bile, yerine koymamak şartıyla su alsan nihayet o denizi kurutur, çöl haline getirirsin.
-
بیگهست ار نه بگویم حال را ** مدخل اعواض را و ابدال را 2105
- Neyleyim ki vakit yok… Yoksa denizden giden sular, o suların yerine karşılık olan suların ne çeşit ve neden geldiğini söylerdim;
-
کان عوضها و آن بدلها بحر را ** از کجا آید ز بعد خرجها
- Denizin suları harcandıktan sonra karşılık olarak yerine gelen suları anlatırdım.
-
صد هزاران جانور زو میخورند ** ابرها هم از برونش میبرند
- Yüz binlerce canlı mahlûk, denizden su içmekte… Bulutlarda ondan su alıyorlar.
-
باز دریا آن عوضها میکشد ** از کجا دانند اصحاب رشد
- Sonra yine deniz, onların karşılığını almakta… Nereden alıyor? Bunu akıl ve fikir sahibi olanlar bilir.
-
قصهها آغاز کردیم از شتاب ** ماند بی مخلص درون این کتاب
- Bu kitap da birçok hikâyelere başlayıverdik… Fakat onlar noksan kaldı.
-
ای ضیاء الحق حسام الدین راد ** که فلک و ارکان چو تو شاهی نزاد 2110
- Ey Hak ziyası cömert Husameddin, feleklerle unsurlar, senin gibi bir padişah doğurmamıştır.
-
تو بنادر آمدی در جان و دل ** ای دل و جان از قدوم تو خجل
- Sen, cana da nadir gelirsin, gönüle de. Senin kudumuna karşı bir şey yapamadığından can da mahcuptur, gönül de!
-
چند کردم مدح قوم ما مضی ** قصد من زانها تو بودی ز اقتضا
- Geçmiş kavimleri ne kadar methettim, fakat bütün bunlardan maksadım sensin.
-
خانهی خود را شناسد خود دعا ** تو بنام هر که خواهی کن ثنا
- Dua, çıktığı evi bilir, sen kimin adını anarsan an, kimi översen öv!