-
آن دعا حق میکند چون او فناست ** آن دعا و آن اجابت از خداست 2220
- O esnada insan, yok olur, o duada bulunan Allah’tır; dua da Allah’tandır, icabette.
-
واسطهی مخلوق نه اندر میان ** بیخبر زان لابه کردن جسم و جان
- Arada vasıta olarak mahlûk yoktur. O niyazdan cismin de haberi yoktur, canın da.
-
بندگان حق رحیم و بردبار ** خوی حق دارند در اصلاح کار
- Lütuf ve merhamet sahibi olan Allah kulları, işleri düzeltmekte Allah huyuna sahiptirler.
-
مهربان بیرشوتان یاریگران ** در مقام سخت و در روز گران
- Onlar, şiddet zamanı, sıkıntı vakti, rüşvet almaksızın mahlûkata acırlar yardımda bulunurlar.
-
هین بجو این قوم را ای مبتلا ** هین غنیمت دارشان پیش از بلا
- Ey belâlara uğramış adam, kendine gel de bunları ara… Kendine gel de belâ vaktinde onların duasını ganimet bil!
-
رست کشتی از دم آن پهلوان ** واهل کشتی را بجهد خود گمان 2225
- O Allah erinin duasıyla gemi kurtuldu. Gemidekilerse kendi gayretleriyle,
-
که مگر بازوی ایشان در حذر ** بر هدف انداخت تیری از هنر
- Kendi ihtiyatlarıyla hünerler gösterip oku hedefe attılar, gemiyi kurtardılar zannındaydılar.
-
پا رهاند روبهان را در شکار ** و آن زدم دانند روباهان غرار
- Av esnasında tilkiyi ayakları kurtarır da mağrur tilki, kendisini kuyruğu kurtardı sanır.
-
عشقها با دم خود بازند کین ** میرهاند جان ما را در کمین
- Canımızı pusudan bu kurtardı diye kuyruğu ile oynar, kuyruğunu sever!
-
روبها پا را نگه دار از کلوخ ** پا چو نبود دم چه سود ای چشمشوخ
- A tilki, ayağını taştan koru… A açgözlü sersem, ayak olmasa kuyruk ne yapabilir ki?
-
ما چو روباهان و پای ما کرام ** میرهاندمان ز صدگون انتقام 2230
- Biz de tilkilere benzeriz, bizi yüzlerce çeşit belâlardan kurtaran ayaklarımız, ulularımızdır.
-
حیلهی باریک ما چون دم ماست ** عشقها بازیم با دم چپ و راست
- Derin hilelerimiz, kuyruğumuza benzer de biz onunla sağdan, soldan oynar, onunla oynaşır dururuz!
-
دم بجنبانیم ز استدلال و مکر ** تا که حیران ماند از ما زید و بکر
- İstidlâle yapışır, hileye koyulur, falan adam, feşman adam bize şaşsın kalsın diye kuyruğumuzu sallarız!
-
طالب حیرانی خلقان شدیم ** دست طمع اندر الوهیت زدیم
- Halkın hayran olmasını isteriz, hatta tamah elimizi Allahlığa bile uzatırız.
-
تا بافسون مالک دلها شویم ** این نمیبینیم ما کاندر گویم
- Afsunlarla gönüller alalım deriz ama çukura düştüğümüzü görmeyiz.
-
در گوی و در چهی ای قلتبان ** دست وا دار از سبال دیگران 2235
- Behey kaltaban, çukura düşmüşsün, kuyudasın sen. Başkalarını bırak, kendine bak!
-
چون به بستانی رسی زیبا و خوش ** بعد از آن دامان خلقان گیر و کش
- Güzel hoş bir bahçeye var da ondan sonra halkın eteğini tut, çek!
-
ای مقیم حبس چار و پنج و شش ** نغز جایی دیگران را هم بکش
- Ey dört unsurlu beş duyguya, altı cihete hapis olup kalmış adam, ne güzel yerin var, hadi, başkalarını da çek oraya!
-
ای چو خربنده حریف کون خر ** بوسه گاهی یافتی ما را ببر
- Ey eşeğe kul olan, ey eşeğin kuyruğunun altına lâyık olan, öpülecek bir yer buldunsa hadi bizi de götür!
-
چون ندادت بندگی دوست دست ** میل شاهی از کجاات خاستست
- Sevgilinin kulluğu, sana el vermedikçe bu padişahlık meyli nereden geldi sana?
-
در هوای آنک گویندت زهی ** بستهای در گردن جانت زهی 2240
- Sen, halkın sana aferin, yaşa demesi halkın takdir etmesi havasındasın! Hâlbuki canının boynuna bir kiriştir bağlamışsın!
-
روبها این دم حیلت را بهل ** وقف کن دل بر خداوندان دل
- Behey tilki, bu hile kuyruğunu bırak, gönlünü, gönül sahiplerine vakfet.
-
در پناه شیر کم ناید کباب ** روبها تو سوی جیفه کم شتاب
- Aslana sığınırsan kebabın azalmaz… Murdar ölü etine pek koşma!
-
تو دلا منظور حق آنگه شوی ** که چو جزوی سوی کل خود روی
- Gönül, sen bir cüz’e benzersin, küllüne varır, ulaşırsan Allah’a makbul olursun.
-
حق همیگوید نظرمان در دلست ** نیست بر صورت که آن آب و گلست
- Allah, “Biz gönle bakarız, su ve topraktan ibaret olan surete değil” diyor.
-
تو همیگویی مرا دل نیز هست ** دل فراز عرش باشد نه به پست 2245
- Sen dersin ki bizim gönlümüz var. Öyle ama gönül arşın yücesindedir, aşağılıklarda değil!
-
در گل تیره یقین هم آب هست ** لیک زان آبت نشاید آبدست
- Kara toprakta da su olur ama o suyla aptes alamazsın ki!
-
زانک گر آبست مغلوب گلست ** پس دل خود را مگو کین هم دلست
- O da sudur, sudur ama toprakla karışık… Gayri sakın gönlüne gönül deme.
-
آن دلی کز آسمانها برترست ** آن دل ابدال یا پیغامبرست
- Göklerden yüce olan gönül, ya Abdal’ın gönlüdür, ya da Peygamberin.
-
پاک گشته آن ز گل صافی شده ** در فزونی آمده وافی شده
- Su, topraktan arındı mı saf olur, artar, her işe yarar.
-
ترک گل کرده سوی بحر آمده ** رسته از زندان گل بحری شده 2250
- Su topraktan arınınca denize kavuşur; zindandan kurtulur, denize katık olur.
-
آب ما محبوس گل ماندست هین ** بحر رحمت جذب کن ما را ز طین
- Bizim suyumuza, dikkat et de bak, toprakta hapsedilmiş. Ey rahmet denizi, sen de çek bizi!
-
بحر گوید من ترا در خود کشم ** لیک میلافی که من آب خوشم
- Fakat deniz, “Ben, seni çekip duruyorum ama sen, ben iyi tatlı bir suyum demektesin.
-
لاف تو محروم میدارد ترا ** ترک آن پنداشت کن در من درآ
- Senin lâfın, seni mahrum ediyor. O zannı bırak da bana gel” demektedir.
-
آب گل خواهد که در دریا رود ** گل گرفته پای آب و میکشد
- Topraktaki su denize gitmek isterse de ayağını toprak tutmuştur, onu kendisine çekmektedir.
-
گر رهاند پای خود از دست گل ** گل بماند خشک و او شد مستقل 2255
- Ayağını toprağın elinden kurtarırsa toprak, kupkuru bir hale gelir, o da hür kalır, başına buyruk olur!
-
آن کشیدن چیست از گل آب را ** جذب تو نقل و شراب ناب را
- O toprağın suyu çekip mahvetmesi nedir? Senin halis şarapla mezeye düşkünlüğün!
-
همچنین هر شهوتی اندر جهان ** خواه مال و خواه جاه و خواه نان
- Böylece cihandaki her şehvet, ister mal olsun, ister mevki, ister ekmek…
-
هر یکی زینها ترا مستی کند ** چون نیابی آن خمارت میزند
- Bunların her biri seni sarhoş eder. Bunları bulmazsan başın ağrımaya başlar, sersemleşirsin.
-
این خمار غم دلیل آن شدست ** که بدان مفقود مستیات بدست
- Bu gam sersemliği, bulamadığın şeyin seni sarhoş ettiğine delâlet eder.
-
جز به اندازهی ضرورت زین مگیر ** تا نگردد غالب و بر تو امیر 2260
- Bunların ihtiyaçtan fazlasına meyletme de, sana galebe etmesin, sana bey olmasın!
-
سر کشیدی تو که من صاحبدلم ** حاجت غیری ندارم واصلم
- Sen, ben de gönül sahibiyim, başkasına ihtiyacım yok, Allah’a ulaştım diye baş çekersin ama,
-
آنچنانک آب در گل سر کشد ** که منم آب و چرا جویم مدد
- Bu halin, toprakla bulanık olan suyun, ben de suyum, neden başkasından yardım isteyecekmişim ki diye serkeşlik etmesine benzer.
-
دل تو این آلوده را پنداشتی ** لاجرم دل ز اهل دل برداشتی
- Bu bulaşık şeyi gönül sandın da gönlünü gönül sahiplerinden çektin.
-
خود روا داری که آن دل باشد این ** کو بود در عشق شیر و انگبین
- Süt, bal sevdasına düşen bu gönlün, gönül olmasını reva görür müsün, sen böyle.
-
لطف شیر و انگبین عکس دلست ** هر خوشی را آن خوش از دل حاصلست 2265
- Sütün, balın güzelliği, gönlün onlara aksiyle hâsıl olur. Her güzele güzellik gönülden gelir.
-
پس بود دل جوهر و عالم عرض ** سایهی دل چون بود دل را غرض
- Şu halde gönül cevherdir, âlem araz. Gönlün gölgesi, nasıl olur da gönle maksat olur?
-
آن دلی کو عاشق مالست و جاه ** یا زبون این گل و آب سیاه
- Mala, mevkiye âşık olan gönül, ya bu toprağa zebundur, ya kara suya!
-
یا خیالاتی که در ظلمات او ** میپرستدشان برای گفت و گو
- Yahut da karanlıklarda hayallere kapılmıştır, dedikodu için o hayallere tapıp durmaktadır!
-
دل نباشد غیر آن دریای نور ** دل نظرگاه خدا وانگاه کور
- O nur denizinden başkası gönül olamaz. Gönül, hem Allah’ın nazargâhı olsun, hem kör… İmkân var mı buna?