صد هزاران فضل داند از علوم ** جان خود را مینداند آن ظلوم
Âlim de, bilgilerin yüz binlerce çeşidini bilirde zalim herif, kendisini bilmez.
داند او خاصیت هر جوهری ** در بیان جوهر خود چون خری
Her cevherin haysiyetini bilir de kendi cevherine gelince bir eşeğe döner!
که همیدانم یجوز و لایجوز ** خود ندانی تو یجوزی یا عجوز 2650
Be hey âlim, sen, ben caiz olan şeylerle caiz olmayanları bilirim dersin ama kendin caiz misin, işe yarar mısın, yoksa bir kocakarı mısın? Bundan haberin yok!
این روا و آن ناروا دانی ولیک ** تو روا یا ناروایی بین تو نیک
Bu, yerinde doğru… Şu, yerinde değil, eğri… Bunu biliyorsun ama sen doğru musun, eğri mi? Bir de iyice bak!
قیمت هر کاله میدانی که چیست ** قیمت خود را ندانی احمقیست
Her kumaşın değeri nedir? Biliyorsun da kendi değerini bilmiyorsun. Bu ahmaklıktır.
سعدها و نحسها دانستهای ** ننگری سعدی تو یا ناشستهای
Yomlu yıldızlarla yomsuz yıldızları biliyorsun… Fakat sen yomlumusun, yoksa cemcenabet biri misin? Buna bakmıyorsun bile?
جان جمله علمها اینست این ** که بدانی من کیم در یوم دین
Bütün bilgilerin ruhu budur bu… Mahşer günü ben kimim, ne hale geleceğim; demen bunu bilmen gerek!
آن اصول دین بدانستی ولیک ** بنگر اندر اصل خود گر هست نیک 2655
Din usulünü bildin ama kendi aslın, kendi mayan iyiyse bir de ona bak, onu bil!
از اصولینت اصول خویش به ** که بدانی اصل خود ای مرد مه
Seni için bu iki usulden kendi aslını bilmen daha iyidir ey ulu kişi!
صفت خرمی شهر اهل سبا و ناشکری ایشان
Sebâlılar’ın şehirlerinin güzelliği ve onların buna şükretmemeleri
اصلشان بد بود آن اهل سبا ** میرمیدندی ز اسباب لقا
Sebâlılar’ın asılları kötüydü, mayaları pisti. Allah’a ulaşma sebeplerinden kaçarlardı.
دادشان چندان ضیاع و باغ و راغ ** از چپ و از راست از بهر فراغ
Allah, onlara bunca matah, bunca bağ, bunca bostan vermiş, sağlarından, sollarından onlara zevk ve huzur için bunca nimetler ihsan etmişti.
بس که میافتاد از پری ثمار ** تنگ میشد معبر ره بر گذار
Ağaçlardan dökülen meyvelerin bolluğundan yol daralır, geçenler, geçemez olurlardı.
آن نثار میوه ره را میگرفت ** از پری میوه رهرو در شگفت 2660
Yerlere dökülen meyveler, yolu kapar, yolcu, nereden geçeyim diye şaşırır kalırdı.
سله بر سر در درختستانشان ** پر شدی ناخواست از میوهفشان
Birisi, başına bir sepet alıp ağaçlıklardan geçse sepet silkmeden meyvelerle dolardı.
باد آن میوه فشاندی نه کسی ** پر شدی زان میوه دامنها بسی
Meyveleri kimse silkmez, düşürmez, meyveler, rüzgârla düşer, nicelerin etekleri, meyvelerle dolar, boşalırdı.
خوشههای زفت تا زیر آمده ** بر سر و روی رونده میزده
Meyve hevenkleri, dallardan aşağılara kadar sarkar, gelip geçenlerin başlarına, yüzlerine sürtünürdü.
مرد گلخنتاب از پری زر ** بسته بودی در میان زرین کمر
Külhan hizmetinde çalışan aşağılık bir adam bile o kadar zengindi ki altın kemer kuşanırdı.
سگ کلیچه کوفتی در زیر پا ** تخمه بودی گرگ صحرا از نوا 2665
Köpek, ekmekleri ayağıyla çiğner, ezerdi… Kurt, yiyecek bolluğundan imtilâ illetine tutulmuştu.
گشته آمن شهر و ده از دزد و گرگ ** بز نترسیدی هم از گرگ سترگ
Şehir de hırsızdan kurttan emindi, köy de. Keçi bile, büyük büyük kurtlardan korkmaz olmuştu.
گر بگویم شرح نعمتهای قوم ** که زیادت میشد آن یوما بیوم
Onların günden güne artan nimetlerini, onların nail oldukları şeyleri anlatsam,
مانع آید از سخنهای مهم ** انبیا بردند امر فاستقم
Mühim sözler geri kalır. Peygamberler, bunlara “Doğru olun, doğruluk yapın!” demişti!
آمدن پیغامبران حق به نصیحت اهل سبا
Sebâlılar’a nasihat için peygamber gelmesi, Peygamberlerden mucize istemeleri
سیزده پیغامبر آنجا آمدند ** گمرهان را جمله رهبر میشدند
Oraya tam on üç peygamber gelmiş, sapıklara yol göstermiş istemişlerdi.
که هله نعمت فزون شد شکر کو ** مرکب شکر ار بخسپد حرکوا 2670
“Nimetleriniz çoğalıp durmakta, fakat şükür nerede? Şükrü merkebi yatıp uyusa bile siz onu uyandırın, kaldırın!
شکر منعم واجب آید در خرد ** ورنه بگشاید در خشم ابد
Nimet verene şükretmek aklen de lâzım. Şükretmeyen, kendisine ebedî hışım kapısını açar.
هین کرم بینید وین خود کس کند ** کز چنین نعمت به شکری بس کند
Kendinize gelin de şu kereme bakın! Bir şükre bedel bu kadar nimeti kim verir?
سر ببخشد شکر خواهد سجدهای ** پا ببخشد شکر خواهد قعدهای
Allah insana baş verir, şükür için de bir secde ister… Ayak bağışlar şükür için bir oturma diler” dediler.
قوم گفته شکر ما را برد غول ** ما شدیم از شکر و از نعمت ملول
Sebâlılar dediler ki: “Bizim şükretme kabiliyetimizi Şeytan aldı götürdü! Şükürden de usandık, nimetten de.
ما چنان پژمرده گشتیم ازعطا ** که نه طاعتمان خوش آید نه خطا 2675
Bu nimetlerden bize öyle usanç geldi ki ne ibadet hoşumuza gidiyor, ne kabahat!
ما نمیخواهیم نعمتها و باغ ** ما نمیخواهیم اسباب و فراغ
Nimetleri de istemiyoruz, bahçeleri de… Zevk sebeplerini de dilemiyoruz, safa vesilelerini de!
انبیا گفتند در دل علتیست ** که از آن در حقشناسی آفتیست
Peygamberler dediler ki: “ Gönülde bir illet yüzünden insan, doğruyu anlamaz, sapıtır.
نعمت از وی جملگی علت شود ** طعمه در بیمار کی قوت شود
O yüzden nimetler, umumiyetle illet olur. Hastalıkta yenen yemek insana hiç kuvvet verir mi?
چند خوش پیش تو آمد ای مصر ** جمله ناخوش گشت و صاف او کدر
Ey inatçı, önüne nice güzelim nimetler geldi de hepsi kötüleşti, saf olanlar bile bulandı gitti!
تو عدو این خوشیها آمدی ** گشت ناخوش هر چه بر وی کف زدی 2680
Bu güzelliklerin düşmanı sensin… Neye elini vurdunsa kötü oldu.
هر که اوشد آشنا و یار تو ** شد حقیر و خوار در دیدار تو
Senin dostun; senin âşinan olan, sence hor, hakir sayıldı.
هر که او بیگانه باشد با تو هم ** پیش تو او بس مهاست و محترم
Sana yabancı olan, seninle uzlaştı. Sence o büyük ve yüce oldu.
این هم از تاثیر آن بیماریست ** زهر او در جمله جفتان ساریست
Bu da o, hastalığın tesirinden… O illetin zehri bütün canlara sirayet eder.
دفع آن علت بباید کرد زود ** که شکر با آن حدث خواهد نمود
O illeti derhal geçirmeye çalışmak gerek. O illet durdukça şeker bile zehir kesilir.
هر خوشی کاید به تو ناخوش شود ** آب حیوان گر رسد آتش شود 2685
Her güzel ve tatlı şey, insana kötü ve acı gelir. İnsan Âbıhayat içse ateş sanır.
کیمیای مرگ و جسکست آن صفت ** مرگ گردد زان حیاتت عاقبت
O huy, ölüm kimyasıdır, dert kimyasıdır. Sen de o huy var mı? Nihayet hayatın bile o yüzden ölüm olur!
بس غدایی که ز وی دل زنده شد ** چون بیامد در تن تو گنده شد
O huy, sendeyken gönlü dirilten gıda bile senin vücudunda kokar, leş kesilir.
بس عزیزی که بناز اشکار شد ** چون شکارت شد بر تو خوار شد
Nâz-u naimle avlanan nice aziz kişiler vardır ki sana av olsalar sence bayağı görünürler.
آشنایی عقل با عقل از صفا ** چون شود هر دم فزون باشد ولا
Bir akıl, gararsız, maksatsız başka bir akılla bağdaşırsa sevgi, gün gittikçe artar.
آشنایی نفس با هر نفس پست ** تو یقین میدان که دم دم کمترست 2690
Fakat nefis, aşağılık bir nefisle tanışır, dost olursa şüphesiz olarak bil ki bu dostluk, zaman geçtikçe azalır.
زانک نفسش گرد علت میتند ** معرفت را زود فاسد میکند
Çünkü nefsin daima bir illet, bir maksat etrafında döner, dolaşır… Dostluğu, bilişiği de çabucacık bozar!
گر نخواهی دوست را فردا نفیر ** دوستی با عاقل و با عقل گیر
Yarın dostunun senden nefret etmesini istemiyorsan bir akıllıysa dost ol, akla yâr ol!
از سموم نفس چون با علتی ** هر چه گیری تو مرض را آلتی
Nefis zehirleriyle hastalanmış, hastalığa tutulmuşsan eline ne alır, elini nereye atar, neye sahip olursan hastalığa alet olur, onu da berbat edersin!
گر بگیری گوهری سنگی شود ** ور بگیری مهر دل جنگی شود
Eline mücevher alsan, taş olur, gönül sevgisine yapışsan savaş olur.
ور بگیری نکتهی بکری لطیف ** بعد درکت گشت بیذوق و کثیف 2695
Kimse tarafından söylenmemiş, kimse tarafından dokunulmamış bâkir ve lâtif ir nükte duysan anlayınca sence zevksiz ve kötü bir hal alır.
که من این را بس شنیدم کهنه شد ** چیز دیگر گو بجز آن ای عضد
Ben bunu çok duydum, dinledim… Eskidi bu artık. Ey yiğit, sen, bundan başka bir şey söyle dersin.
چیز دیگر تازه و نو گفته گیر ** باز فردا زان شوی سیر و نفیر
Hatta yepyeni ve söylenmemiş bir nükte duyduğunu farz et, yarın ona da doyar, ondan da nefret edersin.